Öykü: Dünyanın en zor sorusu ve ayrımcı cevabı | Yeşim Günay

Aralık 12, 2023

Öykü: Dünyanın en zor sorusu ve ayrımcı cevabı | Yeşim Günay

O akşam sahile inen yola çevirdi direksiyonu. Nedense o saatte olmayacak kadar yavaş akıyordu trafik. Ve birden durdu. Sinema sonrası saatlerce alışveriş merkezinde oyalanması, trafiğin sakinlemesini beklemesi boşuna mıydı? Radyodan sesli kitabın tuşuna bastı. Kulağı hoparlörde, gözü yolda, motor çalışır vaziyette durdu uzunca bir süre. Bir yirmi metre sonra yol daralıyor, iki şeritten teke geçiyordu. Ne olduysa oradaki dört yol ağzında olmuş olmalıydı. Kontağı kapattı.

Dört saat evvel sinemadan çıktı. Kentin merkezindeki büyük alışveriş merkezindeydi. Her zaman karnını doyurduğu kafede atıştırdı. Eve dönüş için acele etmesine gerektirecek bir mecburiyeti olmadığından rahattı. Köprü trafiğinin sakinlemesini bekledi. Mağazalara girip çıktı. Günün yorgunluğu bacaklarında olmasaydı kıyafet dener, muhakkak bir şeyler satın alırdı. Onun yerine uzun uzun vitrinlere baktı. Kahveden başka sıcak bir şey bulamayacağından emin olduğu zincir dükkâna, özellikle çay içmek için girdi. Kasiyere, –On beş gündür çay servisi yapamıyoruz, dedirtip cevap olarak çay makinasının yanan ışığını gösterdi. Ardından gıcık bir tebessüm kondu yüzüne. Genç adam, karşısındakinin anlamsız gülümsemesine duyarsız kaldı. Nedim bu pes eder mi hiç; gösterdiği şeyi sesli yineledi, –Çay makinasının ışığı yanıyor. Karşılık bir pinpon topu hızında geldi, –Tüm makinalar tek bir şaltere bağlı. Topu aynı çabuklukla gönderdi Nedim, –Hay Allah! Ben de her gelişimde salak gibi soruyorum.

Nedim o mekânın müdavimiydi. Değil çalışanlar gelip giden de aşinaydı suratına. Bilinirdi yani. Tanısın tanımasın herkesle her türlü muhabbete girerdi. Yaptığı şeyin, yersiz sosyalleşme çerçevesinde saçma sapan konuşmalardan olduğunun farkındaydı. Fakat o şekli bir tek o yapabilirdi, karşısındakinin onunla bu şekilde konuşmasına izin vermeyip terslerdi. Biri laf ebesi olacaksa o olmalıydı.

Bir küçük boy sade kahveyle bir saatten fazla eğleşti. Otopark fişini öderken doksan dakikalık bir film seyretmek için geldiği mekânda geçirdiği zamanı idrak edip, sonucunda kredi kartından çekilen üç haneli bedele şaşırmasıysa şımarıklığındandı.

Konağı sattığından beri plansız programsız ve de hesapsız yaşıyordu.  Mekânı terk ederken ne içemediği çay ne seyrettiği film aklındaydı. Tek umursadığı otomobilindeydi ve evine gidiyordu. Yorulmuştu ama tasalanacak bir durumda değildi. Kaza olduğunu anlasa vahameti düşünmek istemedi. Ve sesli kitaba verdi kendini. Birden radyodan yükselen sözle irkilip gözünü açtı: Egzoz dumanı, kırmızı-sarı arka far, karşıdan gelenin beyaz farında belirginleşti karaltı. İçinin geçtiğini anladı. Hayal olmalıydı gördüğü. Neden sonra o şeyin sesli kitaptan fırlayan fare olmadığını idrak etti. Karşısındaki canlı biriydi. Siyahlar içinde genç bir kız. Fakat kimin nesiydi? Ne istiyordu?

Dinlediği romandaki fare zannetmişti ilkin onu. Telaşlı olduğu kadar panik içindeydi. Sağlı sollu arabaların camına vurup bir şeyler söylüyor, istediği şey her neyse elde edemediğinden omuzları düşüyor, bir diğer arabada tekrar ümitlenip birden sönüyordu. İstinasız her arabanın camını tıklattı. İçindekilere verdiği gerginliği anlayacak durumu yoktu. Ne yapacağını bilememenin sıkıntısı yüklüydü suratında; bitik ve çaresiz. Güçsüz ve kırılgan. Uzun saçı, at kuyruğu yapılıydı. Bedeni, şekilli kabul edilemeyecek kadar kassız ve çapsızdı. Fakat çevikti. Birden hareketleniyordu. Gördüğünü duyduğu şey zannetmesi bu yüzdendi.

Her neyse sebebi, yaptığı şeyden emindi genç kız. İstinasız her sürücüyü yokladı, sıra Nedim’deydi. Suratının hastalıklı beyazlığını yolcu koltuğunun camına yapıştırdı, –İlk yardım setinizi alabilir miyim?

Bir fareye yakışmayan naziklikteydi kızın yakarışı. Bulunsa da işe yaramayan bir kutunun varlığını sorgulamadan apaçık bir ricayla isterken tıklatmıştı otomobil camını. Veremeyeceğini söyleyemezdi. Önündeki araba selinin de farkındaydı. Arkası da boş değildi. Son model arabaların kuvvetli farı altında ışıl ışıldı araba yolu. Muhakkak birinin bagajında kara kızın istediği şey bulunmalıydı. Üstelik köşe başındaki büyük eczanenin aydınlığı, sürücülerin doğru olanı yaptığını gösterircesine otomobillerin üstündeydi. Eczane açıktı, içerisi müşteri doluydu. Önündeki sürücüler, çantanın olmadığını söylediyse muhakkak geçerli bir sebebi olmalıydı. Sürüden ayrılmayıp, ilk yardım çantasının olmadığını söyledi.

Kız, solundaki arabaya yöneldi. Onun sürücüsünden de tek bir sözcük yükseldi; –Yok. Söylene söylene arkadaki arabalara ilerledi kız.

Nedim, kızın eczaneye yönelmesini beklerdi. Yanı başındaki apartmanın genişliği boyunca uzanan dükkânı görmemiş olamazdı. Babası düştü aklına, o da doktorun uyarısına karşın karısının intihar edebilme ihtimalini görmemişti. Ne karalı kız ne babası, çaresizken herkes kolaya kaçıyordu. Ve nasıl bir tesadüfse; o gün annesinin intihar edişinin kırk beşinci seneyi devriyesiydi. Sinemaya da onun için gitmiş, intihar eden koca, cinayetle suçlanan eş ve annesini hapisten kurtaran âmâ bir çocuğun mahkeme sürecini seyretmişti. Demek ki bazı durumlarda insanlar neyi nasıl yapacağını şaşırabiliyordu.

Dikiz aynasını gerisinde kalan kızı görebilecek şekle getirdi. Zavallı, arabaların camını tıklatarak ilerliyordu. Üstelik eczane tabelasının geceyi yaran kırmızı beyaz parlak ışığının gerçekliğinde. Neden sonra bir fare çevikliğiyle arabaların arasında gözden kayboldu. Aynı çabuklukta radyoyu kapattı; sesli kitap sustu aniden. Derken geriden gelen ambulans sireni yaklaştı. Yaklaştı. Şaşkın kara kız basbayağı gerçekti. Herkesle bir, Nedim de kaza olduğunu anladı. Yaklaşan ambulans sesiyle arabaların arasındaki dar koridordan koşarak geçti kız.

Dörtyol ağzında bir okul servisi Vespa kullanan bir gence çarpmış, motor minibüsün altına girmiş, sürücüsüyse sırtüstü boylu boyunca birkaç metre öteye fırlamış.

Kazanın olduğu yol dardı. Sebebiyet veren araç uzundu. Araç yokuş aşağı inen yolu kestiğinden akmıyordu trafik. Üstelik iki şeritli yol o kavşaktan sonra tek şerit oluyordu. Ambulansın acı acı öten sirenindeyse yanar döner kırmızı ışığının iz düşümü otomobilleri aşıp asfaltın karasını parlattı.

Önce arabalar ilerlemeliydi. Ki ambulans kaza yerine yaklaşsındı. Ve yol yavaş yavaş aktı. Dikiz aynasını eski ayarına getirdi. Nihayet hareket sırası Nedim’deydi. Kontağı çevirdi. Neden sonra yerde yatanı gördü. Başı kalabalıktı. Yerdeki parlaklığa takıldı gözü. Yerdekinin kanıydı gördüğü. Genç adamın durumunu tahmin edecek kadar deneyimliydi. Motor çalışınca sesli kitap da açıldı: Orada yatan sen de olabilirdin. Kitabı durdurduğu yeri hatırlamadı. Duyduğu cümlenin öncesi aklında yoktu. Bir kez daha, duyduğunun gördüğüne denk gelmesi olacak şey değildi. Fakat doğruydu, annesi gibi intihar etmek isteyip de başarsaydı şu an hayatta değildi. Gerisindeki araba kornasına bastı. Sürücü haklıydı, hızlı olmazsa ambulans daha da gecikecekti. Diğerleri yerdekine bakmadan, yatanın genç bir erkek olduğunu bilmeden geçip gitmişti. Bilselerdi ne değişirdi? Hiçbir şey! Ama o zor sorunun cevabını bilen bilirdi. Nedim onlardan, cevabı bilenlerdendi. Üstelik yaşayarak öğrenmişti. Annesi öldüğünde yıkanmasına girmek istemiş, –Erkek olduğun için olmaz, demişti imam. Arabasını yavaş sürmesi, yerdekine dikkat kesilmesi o yüzdendi…

edebiyathaber.net (12 Aralık 2023)

Yorum yapın