
Gazete okumak için kaç kol gerekir? Sekiz mi, yoksa üç kâfi mi? Kâğıdın büyüklüğüne bakılırsa, en az iki tane gibi duruyor. Sabri Yalım Parkı’nda bir adam, tek koluyla iki kol gerektiren gazeteyi okuyor. Şaşırıyorum. Gazetenin bir kanadını bankın üzerine sermiş, sahip olduğu beş parmağıyla da gazetenin diğer kanadını tutuyordu. Üstelik bir yandan da sigara içiyor. Adam oldukça sıradan bir şey yapıyor aslında; ancak gazete, yalnızca iki kollu birisine satılması gerekiyormuş gibi geliyor bana. Saçmaladığıma iyice kani olduktan sonra aklıma annemin peynir yememesi geliyor. Burnumda ağır inek kokusuyla, hayatımda ilk defa peynir yiyen kadını görmemi hatırlıyorum. Bir kadının peynir yemesi o zamanlar beni fevkalade afallatmıştı. Zihnimde, bir kadın peynir yiyor; annem de bir kadın. Bu da bir kadın, ama annem peynir yemiyor diye ambale olduğumu anımsıyorum özlemle.
Kafası karışık, dermansız bir halde adamın yanındaki banka oturuyorum. Bir güvercin bana musallat oluyor. Elimde avucumda ona verecek bir şeyim yok. Az ötede bir adamın buğday sattığını, parka girerken görmüştüm. Cüzdanımda türlü çeşitli kartlar dışında başka hiçbir şey yok. Acziyetle, uzaktaki kuş yemi satan, bağrı açık, açık yeşil gömlek giymiş, tekinsiz yüzlü oğlana tekrar bakıyorum. Güvercine tam “siktir” çekecekken önümden, sağ elinde çiçek ekmek taşıyan bir kız geçiyor. Bir anda dün gece rüyamda ıslık çaldığımı hatırlıyorum. Normalde ıslık çalabilirim ama rüyamda baş ve işaret parmaklarımı birleştirerek Amerikan ıslığı çalıyordum. Çiçek ekmek taşıyan, papatya gibi zarif kızın ardından ıslık çalmak istiyorum. Böyle tanışma yöntemleri taş devrinde kaldığından, kendimi çağ dışı olarak addetiyorum. Kız uzaklaşana kadar ardından bakıyorum.
Etrafa bakarken, bir dakika içinde hem esneyen hem de uyku mahmurluğuyla gerinen insanlar görüyorum. Uykum olmamasına rağmen bitkin hissediyorum. Bugün kaçıncı oldu bilmiyorum ama yine üzerinde Amerika Birleşik Devletleri’nin herhangi bir eyaletinin adı yazılı olan birini daha görüyorum. Modadan anlamadığıma kanaat getiriyorum. Üzerimdeki kıyafetlere yeni görmüş gibi şaşkınca bir bakış atıyorum. Lacivert pantolon, lacivert ayakkabı ve beyaz tişörtümle hayli sıradan bir portre çizdiğimi düşünüp, özgüvenim sallantıda bir halet-i ruhiyede çarşıda yürümeye başlıyorum.
Bugün aylaklığıma ve lüzumsuz adamlığıma son vereceğim gün olacak. Gece, terler içinde uyanmama sebep olan bir diğer rüyamdan etkilenmedim değil doğrusu. Benim paramın olduğu bankanın battığını gördüm rüyamda. Yarın ne olacağı belli olmaz; “Bir işin olsun,” derdi annem de inanmazdım. Rüyamda gördüm ya, inandım sanki. Velhasıl, dükkânların camekânlarına yapıştırılmış “Eleman aranıyor” yazısını görürsem, doğruca içeriye gireceğim. Zaten ne iş olsa yapmaya hazırım. Bizim Fethiye Caddesi’nden gara doğru giderken bir tatlıcının vitrininde aradığım yazıyı okuyorum. Önünde birkaç saniye durup, kendimi beyaz önlük, bone ve eldivenle hayal edince keyfim kaçıyor. Yürümeye devam ediyorum. Bu esnada dermansızca pes etmek istiyorum. “Hmm, moto kurye aranıyor,” diyor hamburgercinin vitrininde. “Olmaz,” diyorum, “dünya görüşüme aykırı. Ben veganım.”
Düşüncelere dalmış bir halde Fevziye Parkı’nda bir banka oturmuş soluklanıyorum. “Benden ne iş çıkar?” diyorum kendime, piyasa yaparken. Sarı bisikletli köftehor bir kız çocuğu, kollarını abartılı bir biçimde sallayarak yürüyen, nohut gibi terlemiş beyaz gömlekli bir adam görüyorum. Sonra sağ memesinin üzerinde kuş dövemsi olan kırmızı şapka ve lacivert penye elbiseli kadın. Bak hele! Bir kolu olmayan bir adam daha görüyorum. Emekli olduğu belli bu adamın, muhtemelen evli ve eşi hayatta. Kolunu olsa olsa çalıştığı fabrikada, hazin bir iş kazası sonucu kaybetmiştir, diyorum içimden. Hünerli bir biçimde, tek elinin parmaklarını kullanarak tespih çekiyor. Oldukça absürt bu görüntü sonrası ziyadesiyle dalgınlaşıyorum. Neyse ki seyyar mısırcının çığlığı beni kendime getiriyor. Ayaklanıyorum. İzmit’in asırlık çınar ağaçlarının yanlarından yürüyorum. “Bahçıvan mı olsam?” diye içimden geçiriyorum. Hemen vazgeçip, “Kışın zor iştir,” deyip konformistliğime selam yolluyorum. Yerde bir tane düğme görüyorum. “Terzi… Olmaz benden,” diye feveran ediyorum kendi kendime. “Sen ne iş tutarsın be adam?”
Bedbin bir halde evin yolunu tutuyorum. Kendi kendimi avutmak için de “Rüyanın tersi çıkmaz mı zaten?” diyorum. Yolda beni keyiflendirecek detaylar arıyorum.

















