
Nedense genelde kitapların bir sonu olduğunu, kapaklarını kapattığımızda onları bitirdiğimizi düşünme eğilimindeyiz. Belirgin, güzergâhı önceden netlikle çizilmiş bir yol varmış, bir noktada nihayete erermiş de biz o hattı kararlılıkla katediyormuşuz gibi. İpi göğüsleyen koşucu. Yanılsama olmasın…
Tamamla(n)mışlığın getirdiklerini kim yabana atabilmiş. Rahatlama, hafiflik; gurur belki. Elbette dahası….. İyi güzel ama üstesinden gelinen, noktası netlikle konulan bir edim olabilir mi okumak. Yaratıcı alanlarda yekûn tutulabilir mi. Özenle hatmedilince kitap gerçekten bitiyor mu. Okumak, yaratımı alımlamak söz konusu olduğunda son sözcüğüne yer var mı. Varsa orası neresi.
Kuşku, tohumlarını savurmaya bu sorularla başlar. Yaratıcıdır. Kitap doğası gereği, hiçbir engele takılmadan görür işini. Cevap beklemese de ortalığı birbirine katmaktan geri durmaz. Konforlu unutkanlık, uyuşturan hoşnutluk, ritmi bozulan düzen. Sızdığı beyin kıvrımlarında, kalbe varan kılcal damarlarda ya da kimbilir yeri geldiğinde şakak boylamlarında sezdirmeden patikalarını açar; bazı kökleşmiş yargıları söküp atarken yeni canların boy vereceği toprağı dipbucak ekip biçer. Muhatabını sımsıcak kucaklar, kavrar; bazen zorla(n)sa da ona yakınlığı oranında hayatboyu eşlikçi olur. Varlığını baskın biçimde duyumsatmadan okurunu atılımlara yöneltir, kararlar almaya zorlar, ipleri bırakmaya sevkeder, sona erdirir, baştan başlatır… Varsın bildiğini okusun. Soluk mekânı öylesine geniştir ki ciltler dolusu aktarıma da hep yeniden başlamaya da yeri var.
***
O belki adını-yazarını bile çoktan unuttuğumuz, kapağını seneler evvel kapattığımız kitap beklenmedik anlarda karşımıza çıkar; öyle ki gaipten gelenin hangi sesin yankısı olabileceğine dair fikir bile yürütemeyiz. Ama ses usulca işler ve biz farkına bile varmadan yoluna koyar bazı şeyleri. Hayat kurgusunda gezinen elleri o sır kitabın… Dokunuşu bazı ruhlar-kalpler-bedenler tarafından sezilebilir. O kitabın toprağından, okurla yazarın k(s)imyasından yayılmış tohumların bünyede usul usul başkaldırışı; özünü-şifasını-kudretini duyurup bizde tekrar(ı) bulması.
Bir yandan da kitapla ilişkilenmede başka bir aksi/seda: Sağlam yatırım diyen sesleri duyar gibiyim. Ne kalabalık koro. Oysa dağılmaları da an meselesi. Ovuşturulan eller. Kurnaz bakışlar. Ama yok. Hayır. Kitapla künyelerden bağımsız o çok özel ilişkiler, içe işleyişler, zamanda serbest ve yönsüz salınımlar muhataplarından koşulsuzluk, sahicilik bekler. Hakikat embriyosu. Her bünyeye uyum sağlamaz. Siparişi verilmez. Faydacı yönelimler üretimi tüketime çevirdiği gibi samimi-saf iletişimin olanaklarını da kendiliğinden sükûna boğar; renklerinden soyar, kokusunu emer, dokusunu ayırtedilemez hale getirir. Yaratım adı altında piyasaya sürdüklerini hızlıca tektipleştirir. Yansımalar, sinerji, sevişmeler, etkileşimler, hemhal oluşlar, kalp çarpıntıları; devingen, üretken, paylaşımcı yaratımlar yoksa şenlik nerede. Yankısız evrenler. Havasız odalar. Toz muhafızı raflar.
Okuduğuyla kurduğu zamansız-koşulsuz-dolaysız ilişkinin varsıllığına uyanmışların elinde harita bulunmaz. Onlar emindir böylesi bir etkileşimin çoğulluğa hazırladığının. Hem de sonsuzca.
***
Her şeye muktedir olduğunu sananların derine inme kapasiteleri hadım edildiğinden —çoğunlukla kendi elleriyle— olsa gerek böylesi halleri ruhları bile duymaz. Onlar kitapları yerli yerinde durdukları bir varoluşa hapsetmeyi tercih etmiş, ötesini berisini sorgulamakla uğraşmamışlardır. Kuşku nedir bilmezler. O sırada içeride harıl harıl işleyen düzenin önlerine süreceklerinden habersiz dışlarına odaklanırlar. Daima meşguldürler: Raflarını düzenler, listeler yapar, alıntılarla ahkâm keser, dipnotlarla güven kazanır; ya da öyle sanırlar. Hesap-kitap. Malzeme sistemli bir adanmışlıkla devşiriliyor, biriktiriliyor, istifleniyordur; işe odaklanmış-koyulmuş-kurulmuşların tartışmasız görev bilinciyle mevkiye, rütbeye, ünvana, şan şöhrete sıçrayışı.
Omuzlarında bilgi vatkası, üstlerinde ütülü kostümleriyle her ortamda arzıendam ederler. Ölçülü-biçili, ince elenmiş sık dokunmuş kurguya emanet, tartışmaya açılmaması tercih edilmiş içerikle kürsüye yerleşirler. Katı. Kaskatı. Dururlar. Kök salarlar. Yaşarken kendilerinin heykeli olmaya namzet. Adımları kararlıdır. Zemin titretir. Sesleriyse titreşimsiz. Edinilmiş beceri. Robotlaştırılmış aktarım. Mesajları nettir. Kuşku yuva yapmaz dallarına. Vaazları kesintisiz. Onlar sözkonusu olduğunda belagatin, had bildirmenin sonu yoktur. Kütüphaneye gelecek olursak…. Rafları odalar, salonlar, koridorlar boyu uzar gider. Paylaşmayanın bel çevresi de mekânlarının hacmi de kaçınılmaz biçimde genişler. Zaman ilerledikçe, ense kalınlaştıkça kendileri de kitapları gibi nakitle alışveriş halindeki statünün sembollerinden birine dönüşür. Gelsin sıradaki.
***
Geçelim hafıza köprüsünden, soyunalım doğrucu-kayıtçı-listebaz-skorcu zaaflarımızdan. Kitaplıklardan, çalışma masalarından, okuma lambalarından, gözlüklerden uzaklaşıp ufka bakarak aynı anda iç-dış uzama açılalım. Ve o çok sevilen-özel-duraksatan-etkileyen-çarpan-sarsan-tartışmalar doğuran-sorgulatan-afallatan-yürek hoplatan kitaplarımızı düşünelim: Hangisinin üstüne gül kokladık, hangisi bir anlığına bile yüzüstü bırakıp gitti bizi. Ne zaman çağrımıza yanıt alamadan öylece kalakaldık. Kaç hayatın uçurumunda havada yakalayıp tuttular bizi. Hem nasıl çıkardılar ateşlerin içinden yangınsız. Sorgu sual etmeden bir de üstelik nasıl yer açtılar geniş yüreklerinde uslanmazlığımıza. Hatmedildikleri an bırakalım sona ermeyi, sıfırdan hayat(ımız)a uyandıklarını ilk duyumsayanlar da biz değil miydik. Böylece öğrenmedik mi bir ömrün yetmeyeceğini; tek yorumla ömür geçmeyeceğini. Alay etmenin, hafife almanın da benimseme makamına çoktan teşne olduğunu. Yandan yandan gelip yanaşanların, sevgisini kırıntı-bölüntü aktaranların içlerindeki çağlayanla ancak sözde buluştuklarını.
Bırakalım bir köşeye kaldırılıp tozla, kitap kurtlarıyla muhabbete yönlendirilmeyi; bilincinde olsak da olmasak da ne gam; capcanlı yaşamayı sürdürüyoruz biricik kitaplarımızla. Çehreleri, tabiatları bizimle birlikte dönüşmüş. Onları artık kendimizden ayıramıyoruz. Karşılıklı yaz(g)ının öznesi-nesnesi olarak çoktan içiçe geçmişiz. Yazar-okur tekbeden-tekyürek. Ucu nerelere varacak:
Kitabın da aynı anda bizi yazıp okuduğuna dair bir bilinç geliştirirsek… İşte o yazmaktır.
edebiyathaber.net (16 Mayıs 2025)