Annie Ernaux: Kendi hayatının küllerinden doğan yazar | Özlem Narin Yılmaz

Eylül 1, 2023

Annie Ernaux: Kendi hayatının küllerinden doğan yazar | Özlem Narin Yılmaz

Annie Ernaux’tan 2022 Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldığında haberdar oldum. Nobel komitesinin ödülü verirken açıkladığı gerekçe “kişisel hafızanın köklerini, mesafelerini ve kolektif kısıtlamalarını keşfetmedeki cesaretinden ötürü” idi ve ilgimi çekmişti. Yazarın kitaplarını edinip okumaya karar verdim.

Annie Ernaux okumalarıma Bir Kadın kitabıyla başladım. Ölen annesinin ardından yazdığı bir kitaptı. Okurken şöyle düşündüm, işte, edebiyat böyle bir şey, sıradan bir kadının sıradan hayatını öyle yalın, olduğu gibi anlatırsın ki okuyucuyu içtenliğinle büyüleyip cezbedersin. “Hayali varlığı gerçek yokluğundan daha güçlü olan” annesini yazmaya “Annem hakkında yazıyorum çünkü onu dünyaya getirme sırası bende.” diyerek başlıyor yazar. 

Atmış dört sayfa olan kitabı bitirdiğimde bu kadarcık sayfaya kendisinin ve annesinin koca evrenini sığdırmayı nasıl başardığını merak ettim doğrusu. Sonra da edebiyatın asıl gücünü sözcükleri eklemekten ziyade eksiltmekten aldığını düşündüm. Ernaux eserleri de bunun iyi birer örneği. 

Türdışı Bir Edebiyat 

Ernaux, yazarken herhangi bir türün şablonuna bağlı kalmamış, yazdıklarını türlerin alanına hapsetmemiş bir yazar. Bir Kadın’ın son sayfasında, yazdıklarını 

Elbette, bu kitap ne bir yaşamöyküsü, ne de bir roman, belki edebiyat, sosyoloji ve tarih arasında bir şey.” olarak tanımlar. 

Benim biyografik bir roman denemesi olarak tanımladığım eser, edebi bir yapıttan beklentilerimi fazlasıyla karşılıyor, o halde hangi türe ait olduğuyla ilgili fazlaca kafa yormaya gerek olmadığını düşünüyorum. 

Sadece Bir Kadın değil, Boş Dolaplar, Yalın Tutku, Babamın Yeri, Olay ve Seneler yapıtları için de aynı şeyleri söylemek mümkün. Buradan yola çıkarak yazarın türdışı bir alanda, kendine has bir edebiyat yarattığı söylenebilir. 

Biyografi Otobiyografi ve Dikizleme Kültürü

Ernaux eserleri biyografik ve otobiyografik ögelerle dolu. Kendisi ve başkaları hakkında yazarken, yaşanmışlıkları kurgulamadan, olduğu gibi aktarmayı tercih ediyor. Adeta kendisinin ve ailesinin hayatını didik didik edip gözler önüne seriyor. Belki de birçok yazarın yapmak isteyip de cesaret edemediği, bazen de kurguyla kamufle ettiği şeyi yapıyor yazar. 

Peki okuyucu ‘gerçek’ hikayelere neden bu kadar ilgi gösteriyor?

Yazarlara en çok sorulan soru neden “yazdığınız olaylar gerçekte yaşanmış mı?” oluyor?

İzlediğimiz filmlerin veya dizilerin birçoğunda “Gerçek olaylardan esinlenmiştir” yazısını neden daha çok okumaya başladık? 

Başkalarının hayatlarına bakmayı, onlar hakkında yazılanları okumayı neden bu kadar istiyoruz?

İnternet çağının sosyal medyaya aşina okuyucusunun yabancısı olmadığı ‘dikizleme’ kültürü, edebiyat için de geçerli değil mi? İnsanların ‘özel’ hayatlarına bakmayı da okumayı da izlemeyi de seviyor. 

Sosyal medyada hiç tanımadığı insanların hikayelerine bakma isteği, gerçek olaylara dayanan bir filmi izleme isteği, biyografik ya da otobiyografik bir eseri okuma isteği aynı köklere dayanan, aynı açlığı besleyen istekler değil mi?

Bu anlamda Ernaux eserlerindeki biyografik ve otobiyografik ögelerin ilgiyi tetikleyerek okuma isteğini körüklediğini düşünüyorum.

Ernaux Edebiyatında Kadınlık ve Kürtaj 

Çoğunluğu erkek olan eleştirmenlerden ya da edebiyatçılardan okuduğum, Ernaux’un en önemli yapıtının Seneler olduğuydu. Ernaux da kendi yapıtlarını okumaya başlayacak olanlara Seneler’den başlamalarını öneriyordu. Ben tüm kitaplarını edinip okuma sırası oluştururken Seneler’i en başa değil en sona aldım. Seneler, Fransa yakın tarihine (2. Dünya savaşından 2006 senesine kadar) ilişkin toplumsal ve siyasal olayların da sıklıkla ele alındığı, toplumsal tarihi, yazarın kendi kişisel tarihiyle ve duygu dünyasıyla harmanlayarak sunduğu bir yapıttı. Tüm kitaplarını okuyup bitirdiğimde doğru okuma sıralaması yapmış olduğumu anladım ve Ernaux beni erkek egemen edebiyat dünyasının işaret ettiği, politik içeriğin baskın olduğu yapıtını öne çıkararak hayal kırıklığına uğrattı! 

Oysa bana göre egemen edebiyat anlayışının alttan alta küçümsediği, kadın dünyasının, kadın duygu durumlarının anlatıldığı yapıtlarının Ernaux’u daha çok temsil ettiğini düşünüyorum. 

Kürtajın yasak olduğu bir dönemde hamile kalan bekâr bir üniversite öğrencisinin yaşadıklarının ve hissettiklerinin aktarıldığı Olay bana göre Ernaux edebiyatının başyapıtıdır.  Ve yazarken kendisi de yaptığının öneminin farkındadır.

Böyle bir anlatı kızgınlık veya tiksinti uyandırabilir, münasebetsizlikle suçlanabilir. Her ne olursa olsun, bir şeyi yaşamış olmak, kişiye onu yazmak için ebediyen geçerli bir hak verir. Yüksek hakikat, düşük hakikat diye bir şey yoktur. Ve eğer bu deneyimle kurduğum ilişkinin izini sonuna kadar sürmezsem, kadınların gerçekliğinin karartılmasına katkıda bulunmuş, yeryüzündeki erkek egemenliğinin safında yer almış olurum.” (Olay-syf 39) 

1960’ların Fransa’sında, kilisenin kürtaj olanları, yardım edenleri, göz yumanları lanetlediği, yasaların da kiliseye arka çıktığı bir zaman diliminde, gelenekçi bir ailenin genç üniversiteli kızı erkek arkadaşından hamile kalır ve yasa dışı yollardan kürtaj olmak için, kendi hayatından vazgeçmek pahasına, yıpratıcı ve amansız bir mücadeleye girişir. Yapıt, kürtajın kendisinden çok, bir kadının ruhsal dünyasında açtığı yaraları ve boşlukları irdeler. Tam da o günlerde Ernaux, edebi yapıtlarda kürtajla ilgili satırlar okumayı deli gibi ister ama onu tatmin edecek metinler yoktur. 

Birçok romanda kürtaj bahsi geçse de bunun tam olarak nasıl yapıldığı hakkında ayrıntılara girilmezdi. Kızın hamile kaldığını fark ettiği an ile artık hamile olmadığı an arasında bir boşluk olurdu.” 

İşte romanlardaki o boşluğu Ernaux,  Olay’da fazlasıyla doldurmuştur. Yazılanlar sadece bir ‘olay’ değil, kadının kendi bedeni üzerinde söz sahibi olma, karar verme iradesini kazanma mücadelesi. Yazar eserini yazdığı yıllarda kürtaj yasağı kaldırılmış olsa da yasaklı yıllarda kadınların yaşamış oldukları felaketlerin unutulmamasını, yaşanmamış sayılmamasını istiyor.

“Bacaklarımın arasında bir şeyler yapan, spakulumu bedenime sokan kadın beni dünyaya getiriyor gibi hissediyordum. İçimdeki annemi o anda öldürdüm.” (Olay-syf 54)

Olay, kadınlığın, anneliğin, cinselliğin, dinin ve yasaların çokça sorgulandığı, bir kadının kendiyle ve yasaklarla verdiği mücadelenin sahici ve sarsıcı biçimde anlatıldığı bir yapıt. 

İki Sınıf Arasında Örselenen Bir Yürek

Annie Ernaux, 1940’ta Fransa’da işçi sınıfına mensup yoksul bir ailede doğar. Çocukluğundan itibaren burjuva sınıfına mensup olma isteğiyle yanıp tutuşur. Küçük yaşta tanıştığı kitaplar onda belli bir estetik bakış açısı geliştirir. Mensubu olduğu sınıfın insanlarını kaba, eğitimsiz, zevksiz bulmaya başlar. O insanların arasından kurtulmak, sanatçıların, zevkli giyinen, kibar konuşan, iyi eğitim görmüş, kitap okuyan insanların dünyasına dahil olmak ister. Öğretmen olup ekonomik olarak kendi ayakları üzerinde duruncaya kadar ruhsal dünyası iki sınıf arasında sıkışıp kalır. Belki de onu yazmaya iten bu sıkışmışlık ve örselenmişliktir. Tek kurtuluşunun iyi eğitim görmek, çok kitap okumak ve hazır hissettiğinde yazmak olduğunun farkındadır. 

“Hakikat, kitap sayfalarında beyaz üzerine siyahla yazılıydı ve benim için biçilmiş kaftan gibiydi.

Annemin sütlü kahve fincanıyla yapış yapış olmuş Les Bonnes Soireees sayılarındaki hikâyelerle, Kafka’nın Şato’su arasında koskoca bir dünya olduğunu biliyordum. Mesafe, içine doğduğum dünyayla sürekli açılan mesafe…” (Boş Dolaplar-syf 137)

Yazar, bu mesafeyi edebiyatla doldurur. Ve edebiyat yardımıyla içine doğduğu dünyayla yüzleşir. Çünkü o dünya hor görüp yok sayacağı değil, yazacağı, didik didik edeceği bir dünyadır artık. Ernaux, ilk kitabı Boş Dolaplar’da bu yüzleşmeyi sarsıcı biçimde aktarır. İnsanın kendine bile itiraf edemeyeceği şeyleri edebiyat aracılığıyla insanlığa itiraf eder. 

Anne ve Babayla Yüzleşme

Annie Ernaux Babamın Yeri’nde babasını, Bir Kadın’da da annesini konu alır. İki eser de anne baba güzellemesinden ziyade, sert yüzleşmelerin de olduğu bir çeşit ağıt gibidir adeta. Bir türlü kırılamayan aile bağlarının gölgesinde yaşanılan kırılmalar, hesaplaşmalar, kendini onlara ait ve yakın hissedememe, sürekli bir uzaklaşma ve kopma arzusu. 

Bir yazarın kendi annesi ve babası hakkında gerçeklere dayalı bir eser yaratabilmesi kolay olmasa gerek. Bir ‘evlat’ olarak yazma mesafesini koruyabilmesi, objektifliğini kaybetmeden metnin gerçekliğine sadık kalması zor ama kanımca Ernaux bunu çok iyi başarmış. Duygularını kanata kanata deşip içinden saf, yalın edebiyatı çıkarmayı başarmış

“Yapmayı düşündüğüm şey edebi nitelikte; çünkü anneme dair ancak kelimelerle ulaşılabilecek bir gerçeği arıyorum.” (Bir Kadın-syf18)

“Yıllarca onunla ilişkim eve dönüşten ibaretti.” (Bir Kadın-syf 43)

Annesiyle ilişkisi bir anne-kız ilişkisinden ziyade eğitimli-eğitimsiz, yoksul-varlıklı, gelenekçi-çağdaş ilişkisi olan Ernaux, o dönemin işçi sınıfına mensup yoksul kadınının da portresini çiziyor adeta. Katı kurallarla ve geleneklerle çevrelenmiş, eğitimsiz, sanata ve edebiyata uzak olan kadın belki de Ernaux için kendi rotasını belirlemede itici güç olmuştur. Çünkü o ne olmak istemediğini çok iyi biliyordu.

Babası öldüğünde, eşyaları ihtiyaç sahiplerine dağıtılmak için açıldığında cüzdanından katlanmış bir gazete küpürü çıkar. Öğretmen okulu sınavını kazananların sıralandığı listede ikinci sırada kızının adı vardır. Yıllarca bu küpürü cüzdanında saklamıştır. Kitabın son sayfasında yer alan şu cümle, bu durumun özeti gibidir:

Belki de en büyük gururu, hatta varoluşunun sebebi: Onu hor güren dünyaya ait olmam.” (Babamın Yeri-syf 70)

Annie Ernaux sözcüklerle, cümlelerle oynayan, edebi kaygıyla gerçekliği eğip büken bir yazar değil. Okuyucuyu yakalayıp metnin içine çeken bir içtenliği var.  Aynı şeyleri ben de yaşayıp hissettim ama asla bu şekilde anlatamazdım, dedirtecek kadar cesur bir kalemi var. 

“Yokluklara ve mecburiyetlere katlanarak geçmiş bir hayatı anlatmak için ne sanatın tarafını tutmaya, ne de sürükleyici ya da dokunaklı bir şey yapmaya çalışmaya hakkım var. 

Anıların şiirselliğine, eğlenceli alaycılığa yer yok. Dümdüz bir yazı bana doğal geliyor.” (Babamın Yeri-syf 18)  

Yoksullukla, yoksunlukla, sıkıntılarla geçmiş hayatından yola çıkarak başarılı edebi eserler yaratmayı başarmış, adeta kendi hayatının küllerinden doğmuş bir yazar Annie Ernaux.

KAYNAKÇA:

1)Bir Kadın çev.Yaşar Avunç-Can Yayınları

2)Babamın Yeri çev.Siren İdemen-Can Yayınları

3)Olay çev.Siren İdemen-Can Yayınları

4)Yalın Tutku çev.Yaşar Avunç-Can Yayınları

5)Boş Dolaplar çev.Siren İdemen-Can Yayınları

6)Seneler çev.Siren İdemen-Can Yayınları

edebiyathaber.net (1 Eylül 2023)

“Annie Ernaux: Kendi hayatının küllerinden doğan yazar | Özlem Narin Yılmaz” üzerine bir yorum

Yorum yapın