Öğretilemeyen Şeyler: Beyaz Geceler | Pelin Özer

Haziran 29, 2025

Öğretilemeyen Şeyler: Beyaz Geceler | Pelin Özer

I.

Beyaz geceler ve kentlerin görünür-görünmez hallerine dair yazmak istediğimde kalemi oynatan, klavyeyi tıkırdatan sözcüklerin şen şakrak-müstehzi-hazırcevap-baskın bir tona büründüğünü bizzat gözlerimle gördüğüme; oyuncu seslerini duyduğuma; titreşimlerini yanımda-yöremde son derece canlı hissettiğime eminim. Yaşadıklarıma onlar mı verecek anlamını. Kurguyu onlar mı belirleyecek. Literatüre çoktan girmiş tamlamalarla sıkıştırılacak mı açılıp saçılmaya, yeniyle hemhal olmaya teşne imgelem.

Yazmanın şeffaf diyarlarından seslenmek istemesem açık etmeyecektim bunları. Ama sır saklayan kabuk bağlar. Hayalimse beni hep şöyle yerlere yönlendiriyor: Yazın coğrafyasında yazarken ve okurken aynı anda röntgen açıklığında seyreylemek manzaraları. Mümkün. İçorganların beden yüzeyine eklenmesi. Gösterenin görünmeyenle birarada gösteriye dönmesi. Yüzünü. İçi dışa çıkmışların panayırı.

Yerkürenin uç-bucak köşeleri var; oralara konduğumuzda, hazır olsak da olmasak da her seferinde yeni organlar ediniyoruz. Ediniyoruz da……. Uyanıyor muyuz acaba başımıza gelenlere. Aslında uçlara gitmeye gerek yok; yerimizden her oynadığımızda bedene-ruha özel, hassas bazı değişimlerin yüzeyine dönüştüğümüz bariz. Kendini titreşerek vareden ek-duyargalar……. Tekseferlik genleşmelerden müteşekkil atlaslar sayılabiliriz pekâlâ. Görüp gösteremesek de. Yine de kuvvetle muhtemel bazı gerçeklerden kaçamayız: Kimse bahsetmez kimseye böyle şeylerden.

II.

Ama şimdi biz yeniden hazırlop sözcüklere dönelim. Mayın tarlası bazı tamlamalar: Beyaz geceler……… Görünmez kentler…….. O uzak kuzey adasından döndüğümde daha çantamı boşaltmamıştım ki klavyemi istila etmekte kararlı, sardılar dört yanımı. Telifi çoktan alınmış hazırcevap edebiyatın buyurganlığı. Oltanın ucundaki imgelem. Yol tıkayan hafıza. Biriken önyargı. Çepeçevre saran eleştirel külliyat.

Ancak Özne sevilen eserlerin ilk okuru olmaya uzandığında…….. Siliniyorlar. Mümkün. Seziyorlar, daima, silbaştan; masumiyet inşasını. Uzak duruyorlar. SOBE. Neyse ki baştan çıkarmak için her yolu deneyen, kolaycılığa teşne sözcüklerin kaynaşıp duruşuna vaktinde uyandım. Hiç durmadan tatlılıkla savuşturmaya çalışıyorum vaatsiz davetlerini. Yine de biliyorum: Beni de diğerleri gibi her an ele geçirebilirler. Güçlerinin bilincindeyim.

Yok yok, hayır; onların tezcanlılığına geçit vermeyeceğim. Enerjileri gözlerimi boyayamaz. Hiç niyetim yok avlanmaya. Karşı manevralara hazırım, kendimi olabildiğince geliştirdim. Çünkü malumdur ne yaman oyuncu oldukları. Kimse tanımakta zorlanmaz işgüzar sözcüklerin anı koleksiyoncusu-alıntı düşkünü-referans müptelası-çokbilmiş tavırlarını. Ah ah, ufacık bir delik bulmayagörsünler; oradan hızla dalıp bünyelere nüfuz edeceklerine kuşku yok. Muktedir tonlara bürünerek belagati elegeçirmeye her an hazırdır sağolsunlar.

III.

Tepkilerimi törpüleyip hazıra konmaya nazır sözcüklere daha soğukkanlı yaklaşmayı öğrendiğimden beri bazı yollar bulduğumu gizlemedim kimseden. Çok basit. Kendimce onları sınava tabi tutuyorum. Bakalım dansedebilecek miyiz diyerek tartıyorum. Kurguya uyanmak diyebilir isteyen. Uyum şartı asla yok. Bilakis. Keşif koyunda birbirine benzemekten kaçanlar soluklanıyor. Elbette sorular her an değişmekte. Bizim düzlemlerde ezber tanrıları kadroya alınmaz.

Ben’ler içinde her an işe koyulmaya hazır Söyleşici Ben ardı ardına taze sorularını sıralamaktan gocunmuyor. Soru ki derin dondurucuda bekletilmesi düşünülemez bile. Her an oluşum aşamasında. Hep ilk ferahlığında….. Onu yöneltenden farkı yok ve beş duyusuyla hayat buluyor. Bu nedenle cevaplarla eşleşme derdinden kurtulmuş. Bir taş atılmıştır saydam yüzeye ve çoktan başlamıştır yaratım. Artık sayısız halka-devinim kaçınılmaz.

Mesela zaman zaman bazı gönülçelen kolaycılıklardan kaçmak için şöyle ölçütler koyuyorum kendime. Ve basitçe; bir o kadar saf merakla, cevap bulma hevesiyle sıralıyorum sorularımı:

  • Klavye başındaki ilk günündeymişsin, hiç kitap okumamışsın gibi tıklatabilir misin harfleri.
  • Her kent geçişinde ilk gezginmişsin yeryüzünde ve ilk gezine çıkmışsın gibi serebilir misin kendini atlasın üstüne.
  • Zaman-mekân ayarlarının dizginlerini tamamen bırakıp; adresi, GPS’i, AI’ı, telefonu, bilgisayarı, defteri-kalemi vb. boşverip sivil gezinebilir misin sinyalsiz.
  • Dünya küresi üstünde o hokkabaz-soytarı koşuyu ilk yaratığın ilk kahkahasıyla sürdürebilir misin.
  • Bırakabilir misin senin ardından açılsın coşkuyu tanımlayan kapakları kitapların-defterlerin; senden sonra yazılmaya başlansın yeryüzünün gezi külliyatı.

Cevaplara yetişemezken kendini çoğaltıyor sorular. İnsan bilmediği sokaklara, patikalara saptıkça korunuyor kemikleşmiş sözcüklerin amansız takibinden.

IV.

O halde bırakalım kanasın dizlerimiz geç yaşlarda, genç yaşlarda, güç yaşlarda, kolay yaşlarda. Ki bunlara da kota konamaz. Kim belirlemiş kimin kimliğini, rotasını hangi düzlemde-bağlamda-enlem-boylamda.

Şimdi diyelim ben o “beyaz gece”de, o kuzey ülkesinin “görünmez kent”inde yapayalnız bir gece sabahı etmişim parkta. Elimde yokmuş içki şişesi. Başım öne eğilmemiş. Kaybetmemişim-bulmamışım adı belli-belirsiz aşkı-âşığı. Ama öpmüş beni yanına oturduğum bir başka güleç dünyalı. Dilini bile bilmediğim. Üstelik.

Yazıldı mı bunun meseli. Kesin yazılmış diyelim. Ne gam. O yazar adları, o kült kitaplar birleşip de başıma haleler-çoraplar örmeye çalışsalar mesela; bir kez daha: NE GAM. Hiçbirine yüz vermem. Kayboluşun patenti alınabilir mi. Sokak lambasına ihtiyaç duymadan salınamaz mı İnsan Evladı gece ferahlıklarında. Beyaz gecelerin uzun yürüyüşleri tek-ele nasıl bağlanır. Dünyaya gidiş-gelişe bilet kesmekten farkı olmazdı desem bunun. Öyle değil mi.

Eli kalem tutanlar da klavye tıkırdatanlar da çaresiz hissetmesin kendilerini. Masum okumaların acemiliğinden, donanımsızlığından, hafifliğinden devşirilen o tamamen kişiye özel yan-anlamları, çok-anlamları, yok-anlamları yanıbaşımızda tutmak olası. Ne zaman nereye kiminle nasıl gittiğimizin bile önemi kalmaz. Hem hayata geldiğimizde başlamıyor mu gezimiz. İster flanör-flanöz diyelim, ister gezenti, gezgin, yolcu, aylak, göçebe…….. Hep birlikte ve yalnız. Ne fark edecek. Özünde her birimiz geçip gidenlerden değil miyiz. Adım atmayı sürdürsek de hareketi durdursak da; bilinmez iklimlere, coğrafyalara sürüp gitmiyor mu bizi taşıyan yol. Her seferinde silbaştan, enbaştan, sıfırdan yola çıkacak sözcüklerin doğumdan öncesine uzanan duyumsayışlar âlemine tek yön bilet elimizde. Öyle çıktık nihayeti belirsiz yolculuğumuza. Dönüşünse ucu açık.

Yorum yapın