Keşke rüya olsaydı, ama değil | Mehmet Özçataloğlu

Ekim 3, 2022

Keşke rüya olsaydı, ama değil | Mehmet Özçataloğlu

“Peki, sizce zenginlik nasıl bir şey, hayalini kurduğunuz zenginlik? Sahip olduğunuz en değerli şey ne?” diye soruyordu İclal Dikici “En Büyük Hazinem” adlı kitabının sonuna doğru. Aslında kendisi değil de karaktere sorduruyordu. Yaşamın içinde telaşla geçiriyorken günlerimizi, durup da düşünmüyoruz bu tür soruların yanıtlarını. Durup düşünsek de şu an, bir anda yanıt vermek pek olanaklı değil sanki. Bu sorunun yanıtı, kişinin pozisyonuna ve sahip olduklarına göre de değişir zaten. Önemli olansa ortak bir değerde buluşabilmemizdir sanırım. Yaşadığımız dünya ortak paydamız olabilir mi? Çevreye dair sorunlarımız? Son dönemde okuduğum kitapların ortak noktasıydı bu konu. Geleceğimizin tehlike altnda olduğunu düşününce yadırgamadım bu konu ortaklığını. Sonuçta kurgu ve anlatım yönünden çok farklı kitaplardı. Ama bu konuya önem verilmesi ve çocukların dikkatinin buraya yoğunlaştırılmasının amaçlanması sevindirici.

Sözünü ettiğim kitaplardan biri de son olarak okuduğum “Siyah Rüya Taşı.” Usta öykücüler sınıfından Cemil Kavukçu’nun çocuklara ve çocuk kalanlara ya da çocuklarla kitaplarda ortaklaşmak isteyenlere yazdığı kitap Can Çocuk tarafından yayımlandı. Çizimler de Çağla Yiğit’e ait.

“Siyah Rüya Taşı”nda her şey Emre’nin sıradan bir okul günü, gizemli bir adama yardım etmesiyle başladı. Bu yardımına karşılık bir taşla ödülllendirilen Emre, rüyalarında istediği yere seyahat edebiliyordu artık. Ancak taş, Emre’yi götürdüğü rüyalarda bambaşka bir gerçeği gözler önüne seriyordu. Rüyalarında mekanlar değişiyor ama her şey aynı konuya bağlanıyordu. Çözüm üretilmezse hepimizi etkileyecek, hayati bir konuya…”

Dört bir yanda kesilen zeytin ağaçları, denizlerin kirliliği, başınabuyruk maden sahaları gerçekliğini yitirmeden bu konu da hayati önemini yitirmez sanırım. Doğanın yardıma ihtiyacı var fakat yardım edecek olan da yine yok edicisi olan insan. Bu tezatlık acı acı gülümsetiyor işte. Sonra diyorum ki; belki de gölge etmesek yeter. Hiçbir şey yapmasa insanoğlu doğaya karşı, bu bile yeterli olabilir. Salgın döneminde gördüğümüz o doğanın kendini iyileştirdiği görüntüleri anımsayınca…

Kitapta yer alan şu satırlar bizi bekleyenin en kısa özeti gibi: “… O sırada kaptan belirdi güvertede./ Evet çocuklar, dedi. Kuzey kutbuna geldik./ Emre şaşkınlıkla çevresine baktı. Hava hâlâ çok sıcak. Ortalıkta ne buz dağları vardı ne de ayılar. Kaptan onların şaşkınlığını görüp gülümsedi. Kollarını iki yana açarak boynunu büktü./ Buz dağları eridi çocuklar, dedi. Kutup ayılarının da nesli tükendi./ Nasıl olur diye bağırdı Emre./ Küresel ısınma sonucu çocuklar. Dünya artık bildiğimiz dünya olmaktan çıktı…”

“Siyah Rüya Taşı”nda çocuk karakterler başrolde. Bu da gösteriyor ki yazar, geleceğe dair kurtuluş reçetesni çocukların elinden veriyor. Umudun bir kere daha çocuklarda olduğunu gösteriyor. Çünkü biz yetişkinler ve ebeveynler olarak o çocuklara o duyarlılığı veremiyoruz. Kitaplardan okusunlar, öğrensinler, duyarlılık kazansınlar istiyoruz.  

Cemil Kavukçu’nun şöyle dili, böyle anlatımı diye dillendirmeme gerek yok. Siyah Rüya Taşı önemli bir soruna dikkat çekiyor. Çevre sorunumuz keşke rüya olsaydı ama değil. Uyusak uyansak manzara değişir mi ki?  

edebiyathaber.net (3 Ekim 2022)

Yorum yapın