Kayıp Rıhtım’dan ayrıksı bir öykü antolojisi | Sitare Kanşay Sarayönlü

Temmuz 8, 2022

Kayıp Rıhtım’dan ayrıksı bir öykü antolojisi | Sitare Kanşay Sarayönlü

2008 yılında yerli spekülatif kurgu edebiyatı üretimine katkı sağlamak amacıyla kurulan Kayıp Rıhtım, ilgi çekici temalarla yayınladığı aylık öykü seçkisinde 150.sayıyı devirirken, Onur Selamet ve Özgürcan Uzunyaşa’nın hazırladığı  “ucube” temalı öykü antolojisi ile özgün ve nitelikli çizgisini kararlılıkla sürdürüyor. 

Ötekiler Arasında En Ucube Hangisi?

Şaşılacak denli çirkin olan, en acayip olan, kimselere benzemeyen ucubeye ilk bakış şaşkınlık ve hayret uyandırır. Ardından acıma, tiksinti, nefret, belki de merhamet. Fakat illa ki merak edilendir çoğumuzdan farklı olan. Kimdir o, nasıl bir şeydir, neye benzer, ne yer ne içer?

Tüm Panayırların Heyulası fantezi, bilimkurgu, korku, distopya, tuhaf kurgu ve polisiye türlerinde yazılmış,  yirmi yazarın, yirmi öyküsünü okurların beğenisine sunuyor. Titiz bir ekip çalışmasının ürünü olduğu aşikâr eserde yer alan öyküler oldukça geniş bir okur yelpazesini tatmin edebilir nitelikte. Alternatif edebiyat tutkunlarının yanı sıra farklı türler denemek, kaliteli öykü okumak, hatta sadece hoşça vakit geçirmek isteyenler, sıkıcı gündemden biraz olsun uzaklaşarak, hayal gücünün sınırlarını zorlayabilirler.

Memleketimizden Tuhaf İnsan Manzaraları

Piyasada edebiyatın alternatif türlerinde yayınlanmış çok sayıda çeviri kitap var. Ancak doğup büyüdüğümüz coğrafyaya dair hikâyeler her zaman daha heyecan verici değil mi? Karanlık bir gelecekte altı şeritten dört şeride düşmüş Eski Bakırköy yolunda direksiyon sallamakta olan bir taksi şoförünün maceralarını, 1900’lerin başında Adana Ceyhan’da yaşayan Yörük Ağası Resul’ün hilkat garibesi oğlu Kahraman’ın hüzün ve şiddet dolu hikâyesini, 1940 senesinde İstanbul’a yeni gelmiş bir kumpanyada çalışan çamur rengi gözlü, kocaman burunlu olduğu halde özgüveni tavan yapmış bir genç kızın başından geçenleri ya da tek yanağına babasından öteki yanağında ahtapottan yediği darbelerle zihni bulanmış bir çocuğun tuhaf öyküsünü merak etmemek mümkün mü?

Kayıp Rıhtım ve benzeri platformların da katkısıyla edebiyatımızda fantastik, bilim kurgu, polisiye gibi, itibarı henüz yeni yeni teslim edilmekte olan türlerde başarılı eserler verildiğini görmek memnuniyet verici. Antolojinin mimarları Selamet ve Uzunyaşa, yazarlara teklif götürürken temanın hayal gücüne ket vurmayacak derecede sınırsız bir şekilde ele alınmasını desteklemişler. Eserde yer alan türlerin, hikâyelerin, tarzların çeşitliliğinde bu etki gözlemleniyor. Dolayısıyla elimizdeki kitap farklı meseleleri, değişik bakış açıları, farklı üslupları olan çok sayıda yazarın katkı sağladığı rengarenk bir kolaj niteliğinde.

Pandemiden İzler          

Tüm Panayırların Heyulası, pandemi döneminde hazırlanmış bir eser. Son yıllarda hepimiz zor günlerden geçtik. Önceki hayatımızda ancak bilim kurgu öykülere konu olabilecek olaylara şahit olduk. Yaşarken epey şaşkın da olsak olan biteni kabullenmekten başka şansımız yoktu. Bugün dönüp de ardımıza baktığımızda “biz neler yaşadık?” dediğimiz benzersiz deneyimler yüklendik. Kitaptaki öykülerin pandemi döneminin izlerini taşımasından daha doğal ne olabilir? Geçmişte olduğu gibi gelecekte de, şüphesiz yaşananların şahitliğini yazılıp çizilenler; bir başka deyişle sanat ve edebiyat yapacak.  Hakan Bıçakçı’nın korona salgınının en civcivli günlerinde çöpünü atmaya çıkmış bir adamın tuhaf döngüsel hikâyesini kaleme aldığı öyküsü, Ezgi Polat’ın salgında maske takarak, yaşamında ilk kez ucubeliğinden utanıp çekinmeden insan arasına karışabilen kahramanı yaşadığımız talihsiz sürecin izlerini taşıyor.

Feminizm, Mültecilik ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Vurgusu

Doğu ve Orta Doğu toplumlarının ortak sorunsalı olan kadın erkek eşitliğine vurgu yapan öykülerin seçkideki ağırlığı azımsanmayacak seviyede. Yirmi öykünü ikisinde hikâyenin kahramanı kadın bir komiser. Ekin Açıkgöz’ün polisiye türündeki öyküsünde, Ayşegül Komiser’in denizden çıkarılmış bir kadın cesedinin katilini bulmak için yaptığı yolculuğa eşlik ediyoruz.  S.İpek Ortaer Montanari’nin metninde ise Kadıköy’ün muhtelif yerlerindeki cinayet mekanlarının her birine Komiser Yeşim için esrarengiz bir not bırakan tuhaf bir katilin peşine düşüyoruz.  Kendisine seçki için teklif götürüldüğünde feminist okumalar yaptığını ifade eden Eda İşler’in “Boşluk Olması Gereken Yerde Değil” adlı distopyası, doğurganlık özelliği olmayan kadınlara bakım hizmeti sunan bir klinikte yaşananlar özelinde, tek taraflı cinsellik anlayışının sorgulatıyor. Müge Koçak’ın ibret verici öyküsünde ise,  ilk iki karısının sorumsuzca ölümüne sebep olan çöp ayrıştırıcısı Yaşar’ın üçüncü karısı Keramet ile tongaya basması, kadın erkek eşitliği ve kadın cinayetleri gibi konularda  suya sabuna dokunarak, esprili bir dilde anlatılıyor.

Bahadır Cüneyt Yalçın’ın “Musmutlu Olacaktık” adlı öyküsünde dünyaya mülteci olarak gelmiş birinin gözünden göçmenlik, uyum sorunu, ötekileşme konuları işlenmiş. “Birkaç ağrı kesici yuttum. Göçmenler için de uygunmuş,” diyerek dışlanmanın altını çiziyor yazar. Seran Demirel’in “Özelliksiz” adlı öyküsünde ise “non binery” ya da “genderqueer” gibi kavramlara vurgu yapılarak, maskülen ya da feminen olmayan(kadın erkek cinsiyet sınıflandırmasının dışındaki) kimliklere atıfta bulunuluyor. Cinsiyet belirten her şeyin geçmişte kaldığı bir gelecek tasavvurunda, artık herkesin farklı bir ucube olduğu bir dünyada hiçbir ayırt edici özelliği olmadığı için şaşkınlıkla karşılanan birinin iş görüşmesinde başından geçenlere şahit oluyoruz.

Deneysel Çalışmalar

Üslup olarak farklılaşan öykülerden biri Özgürcan Uzunyaşa’nın bilinç akışı yöntemiyle, noktalama işaretlerinden azade kaleme aldığı “Daldığımız 12 Fincanda” adlı destansı öyküsü. Bir diğeri Süreyyya Evren’in dedikodu taşlaması olarak nitelendirilebilecek nitelikteki “Mikro Koridorda Açık Saçık Bir An” adlı kısa öyküsü. Bu iki öykü kurgusal yapısı ve çizgi dışı anlatım tarzlarıyla antolojinin renk kartelasına katkı sağlıyorlar.

Seçkide “zaman” kavramını irdeleyen iki öyküyü de ayrıca ele almak mümkün. Suat Duman’ın “Zamanın Belirsiz Bir Yankısı” öyküsünde, adeta seksenlerin bağımsız filmlerinden fırlamış pardösülü bir kadının, geleceğin günlüğünü tutan kocasının peşine taktığı bir avukata eşlik ediyoruz. Tanpınar’a atıfta bulunan Montanari’nin “Gece Mavisi” öyküsünde ise cinayet mahalleri kendi geçmişi ile kesişen bir dedektifin macerasına şahit oluyoruz.           

Ucube Psikolojisi

Ucube olmak insana ne hissettirir? Öteki olmak, dışlanan, istenmeyen, varlığından rahatsızlık duyulan bir olmak nasıl bir şeydir? Yoksa Eda İşler’in söylediği üzere “modern dünyada herkes birbirinin ucubesi” mi? Seçkide, özellikle birinci tekil şahıs anlatımının benimsendiği öyküler ucube olmanın psikolojik boyutunu irdelediği için ayrıca ilgi çekici. Ezgi Polat’ın “Holodate” öyküsünde tüm vücudu uçları sertleşmiş birkaç milimlik tuhaf çıkıntılarla kaplı haliyle kendini her yerine mantar saplanmış dev bir panoya benzeten karakterin holodate adlı teknoloji sayesinde kendini yakışıklı bir erkek gibi göstererek, bir kızla normal bir buluşma yaşayabilmesine şahit oluyoruz. Yazar, isyanla kabulleniş,  ısrarla vazgeçiş, nefretle umursamazlık arasında savrulan oldukça akılda kalıcı bir ucube karakteri yaratmayı başarıyor.

Orçun Ünal’ın “Zorba Katliamı” öyküsünde “beş başlı iki ejdere benzeyen çorapsız ayakları” olan oldukça sıra dışı, bohem, aynı zamanda karizmatik bir ucubenin ağzından, doksanlı yılların kült filmlerini andıran, son derece ilgi çekici bir hikâyeye şahit oluyoruz. Ölüm ile yaşam arasındaki arafta kalmış bir ormanın ötesindeki karavanda yaşıyor ucube kahramanımız. Cadı, Cüce, Doktor, Korkmaz gibi her birinin kendi hikâyesi olan ayrıksı karakterler ile ince ince işlenmiş öykü okurun akla hayale sığmayacak derecede başka, pek tuhaf âlemlere yolculuk etmesine vesile oluyor.

Emirhan Burak Aydın’ın “Orangutanla Voltada” adlı metaforik öyküsünde, çırılçıplak olduğu halde ayakkabıları cilalı, koca kafalı, tiftik saçlarının arasından mavi gözleri görünen bir canavara esir düşmüş bir grup insanın kaçış öyküsü anlatılıyor. Boğa, Ayı, Repçi, Tilkibey gibi tuhaf lakapları olan karakterlerin bir anda kendilerini günümüz İstanbul’unda sıradan vatandaşlar olarak buluvermesi de cabası. Mevzu ucubeler olunca hayal gücü sınır tanımıyor.

Onur Selamet’in “Ahtapot Çarpması” adlı öyküsü ise delirmiş bir anne ile ondan daha akıllı olmayan bir baba tarafından ihmal edilmiş bir çocuğun ağzından yazılmış, ilgi çekici olduğu kadar trajik bir öykü. “Annem evdeki mahşerden sorumlu. Onun işi biraz daha ciddi. Karanlığına kürekle kor atıyor. Cehenneme sadece yatarken uğruyorum. Yuva sıcaklığı sadece bayat bir espriden ibaret” derken yazar, aile sıcaklığından bihaber büyümüş bütün mutsuz çocuklara selam çakıyor.

Murat S.Dural’ın “Meczupların Şafağı” öyküsünde Londra’nın Camden town mahallesini mekân tutmuş, toplum dışı,  ucubik bir yazarın ağzından mevcut düzene duyulan isyanı okuyoruz. Hem fiziksel hem de düşünsel boyutta toplum dışı kalmanın nasıl bir şey olduğunu birincil ağızdan okumak ilginç.

Ayşe Erkul’un “Paşa Kılıcı” adlı distopik öyküsünde ise kıyamet sonrasında yıkıma uğramış, herkesin varoluşunun derdine düştüğü karanlık bir dünyada, hala insanlara merhametle yaklaşmayı terk etmemiş, suyunu dahi bir çiçekle paylaşan, hatta o çiçeğe isim koyacak kadar çılgın bir ucubenin hikâyesi anlatılıyor.

Sizin Ucubeniz Hangisi

İstekleri, ihtiyaçları ve tercihleri her geçen gün çeşitlenen, sosyal medya ve kapitalist dünya düzeninin de etkisiyle kendisine sürekli olarak  “olması gereken” standart prototipler sunulan modern insan  hızla idealize edilmeye çalışılırken, aslında bir yandan ucubeleşmekte midir? Dünyanın en çok para kazandıran işi haline gelmiş estetik ameliyatlarla hakikaten güzelleşiyor muyuz mesela? Yoksa ucube olmaya bir adım daha mı yaklaşıyoruz?

Geleceğin dünyası,  her birimizin kendi panayırının heyulası olduğu ışıltılı vitrinlerle dolu bir cadde mi olacak? Kartlar karılıp, yeniden dağıtıldığında acaba bizim payımıza ne olmak düşecek?

Bu satırların yazarının pek sevdiği bir dizinin repliği ile nokta koyabiliriz belki.

“Anne, anneannem tam bir ucube. Tahammül edemiyorum artık!”

“Olabilir. Edeceksin. Çünkü o bizim ucubemiz!”

Bu antolojinin son derece havalı ismi gibi içeriği de okura ayrıksı tatlar vaat ediyor.  Farklı, şaşırtıcı, belki biraz tuhaf fakat kaliteden ödün vermemiş bir okumalık arayanları, “Tüm Panayırların Heyülası”  upuzun yaz günlerinde akla hayale gelmeyecek şeylerin mümkün olduğu âlemlere götürebilir.  Sonrasında dönüp dönmemek size kalmış. Aslına bakarsanız, öykülerde olan bitenler son derece tuhaf olsa da mekânlar ve karakterler günlük yaşantımızdan, hayli aşina olduğumuz tipler. İçimizden birileri. Biziz. Zaten ne demişler; Herkesin ucubesi kendine!

edebiyathaber.net (8 Temmuz 2022)

Yorum yapın