Kararmış zihinlerin arasında beyaz parlak bir ışık betimlemesi: Saklı Orman | Gülcan Durak

Mayıs 10, 2024

Kararmış zihinlerin arasında beyaz parlak bir ışık betimlemesi: Saklı Orman | Gülcan Durak

Çocukluğumuzda anlatılan masalların sonunda gelen geniş bir gülümseme, ufak bir öpücük ve sonrasında devam eden zihin manzaraları. Geçmiş yıllara bir selam gönderircesine, tam da bu zamanda karşımızda beliriyor Saklı Orman. Üstelik ismiyle müsemma değil de müstesna diyebiliriz ona, keza onunla beraber patikalardan geçen okuruna karşı duygularını açmaktan sakınmıyor kendini. Bir gümüş kar leoparı peşinden koşuyoruz bu hikâyede -ki sadece felsefe değil yolda olan. Bizler de sürprizlerle dolu bu hayatta nerelerden geçiyor ve nelerle karşılaşıyoruz, hangi taşa takılıyor da dizlerimizi kanatıyoruz, pencereden bakarcasına şahit oluyoruz hep birlikte.

Zaman geçmiş zaman, gözümüzü kapatıp 1963 yılına, İngiltere’ye gidiyoruz. Henüz 11 yaşındaki Maggie birçok okul değiştirdikten sonra yeni okulunda, yeni sınıfında bizleri bekliyor. Birlikte nefes bile almadan okuma sırasının ona gelmesini bekliyoruz çünkü kahramanımızın kalbini durduracak bu duyguyu hepimiz biliyoruz; başarısızlık. Babasının mükemmel dünyasında konuşmayı becerememekle başarısız bir yer edindiğini düşünse de zorluyor kendini; tek seferde bir cümle okuyabilir. Takılmadan, kelimeleri delik deşik etmeden konuşabilir. Maggie de herkes gibi kendi şarkısını söyleyebilir. Ailesinin parlak ışığı, dünyasının yıldızı olabilir. Fakat, ya olmuyorsa?

Kekemeliği sebebiyle sürekli yeni yerler görmek zorunda kalan kahramanımız, kendi yumuşak zemininde sert mesajlarla ve muazzam psikolojik çözümlemeleri ile bizleri de yolculuğuna davet ediyor. Konuşma problemi yüzünden oluşan sosyal anksiyetesini kendine zarar vererek engellemeye çalışan bu küçük çocuğun dünyası, dedesinin yanına yapacağı yolculukla anlamlanırken, bir kar leoparı olan Rumpus da esir kafesinden  katılıyor bizlere. “Yediden yetmişe” söylemini bizlere tam anlamıyla yaşatan bu eserde odağımız sadece kekemelik yaşayan çocuk ve ergen psikolojisi değil; mükemmeliyetçi ebeveynler, normalize edilmeye çalışılan sosyopatik davranışlar, tüketim çılgınlığı, yok edilen doğa, satılık canlar, geçici hevesler, büyütülmüş korkular, çocukların ne olursa olsun çocuk olduğu… Birçok alanda aynı yerde kucaklandığımız bu eserde hikayeleştirmenin ve karakterize etmenin kusursuza yakın bir örneğini görüyoruz. Her zaman karşılaştığımız olaylardan farkı ise bir kurmaca olarak karşımıza çıkması.

Kitabı okumaya başladığım zamanlar, okumaya çok uzun bir ara verdiğim zamana denk geldi. Bu boşluk sonrasının zorluğunu sıkı okurlar iyi bilir; okumaya başlanan ilk kitap akıcı olmalıdır yoksa bu “okuyamama durumu” daha da uzayabilir. Göz yormayan puntosu ve ilk kitap havası vermeyen bağlayıcılığı ile hem tek seferde okunabiliyor, hem de okumanın insana kattığı değeri yeniden ortaya çıkarıyor. Bu akıcılıktaki payın yarısı yazarınsa yarı payını da çevirmene vermek gerekiyor çünkü “çeviri esere yeni bir nefes üflemektir” ve burada ciğerimize çektiğimiz hava değil, bahtımıza düşmüş kelimelerdir.

Harrington, ilk kitap klişelerini yıkan bir yazar olarak çıkıyor karşımıza. Karakterizasyona verdiği önem ve kitabın başından sonuna kadar verdiği anlamlı mesajlar, onun aslında bu iş için yaratılmış olduğunu, yazarlığın da onun dünyasının “normali” olduğunu anlatıyor bize. Mükemmeliyetçi ebeveynlerin aslında kendi içlerindeki hesaplaşmadan dolayı çocuklarına yüklendiğini, kekemeliğin sadece psikolojik bir travma tepkisi olmadığını, kendimize karşı nazik olmanın neden bu denli zor olduğunu, yaralı bir kumrunun ya da leoparın arasında bir fark olmadığını, haklı olmak için her zaman bağırmak gerekmediğini ve her zaman haklı olmanın doğru olmadığı gerçeğini. Kendi kurmacalarında boğulmuş herkes için bir tutam iyilik barındırıyor bu kitap.

Peki bütün bunlardan önemlisi, bu kitabı emsallerinden ayıran noktası ne dersiniz? Okuyan herkesin cevabı değişecektir eminim ama beni vuran satırlar en son bölümde saklıydı. Aslında her şey ne kadar kolaydı ve insan ne zor canlıydı! Sihirli bir değneğin varlığına muhtaç kalmadan anda kalabilmek, olanı kabullenmek ve dik bir şekilde kendi yolunda yürüyebilmek. Genç yaşlarımın en karışık zamanlarında, ne oldum ne olamadım bocalamasında karşıma çıkan bu kitapta sizin için neler saklanmış, okuyup bulmanız lazım. Eğer kafanız karıştıysa ve siz de tökezler gibi olduysanız, o zaman da kitabın son sayfalarına bakarsınız. Yalnız olmadığımızı, hepimizin aynı yolda farklı taşlara takıldığımızı daha iyi anlarsınız.

Böylece çözümün de ilk düğümünü açmış olacaksınız.

İlk adım her zaman en zorudur.

Anlayacaksınız.

edebiyathaber.net (10 Mayıs 2024)

Yorum yapın