Hepimiz tüketici sığırlar olduk | Havanur Taflan

Ocak 24, 2025

Hepimiz tüketici sığırlar olduk | Havanur Taflan

Toplum sadece tüketicilerden oluşuyor bugün. Her şeyi tüketen oburlardan… Birbirimize hikâye anlatmak için etrafında toplandığımız o ateş… Çoktan söndü. Onun yerine bireysel tüketiciler olarak bizi tecrit eden, ayıran dijital ekranın önündeyiz. Tek yaptığımız İçerik yayımlamak, beğenmek ve paylaşmak… Uçsuz bucaksız kelime hazinesinin kapılarından girdiğimiz dünyayı, daha da önemlisi kendimizi anlamayı unuttuk. Tuşlarla yazmak, dokunmak, kaydırmak… Bunlar anlatı değil. Anlatı krizini artıran tüketici pratikleri sadece… Byung Chul Han’a göre; hikâye anlatıcılarıydık, şimdi ise hikâye satıcıları olduk.

Diğer taraftan enformasyon ise; bizi hiç susturmuyor. İhtiyaçlarımızı tercihlerimizi iletmemizi, hayatlarımızı anlatmamızı, mesajlar paylaşmamızı, beğenmemizi istiyor. Ama… Bu İletişimin efendisi biz değiliz. Hızlandırılmış enformasyon alışverişine tabiyiz sadece. Veri noktalarına indirgenmiş bireyleriz. Gözetleniyor, kontrol ediliyor ve ekonomik olarak sömürülüyoruz. Tam bir kontrol ve manipülasyon dünyasındayız artık. Siyasetçiler bile hizmet vermeleri gereken tüketiciler gibi davranıyorlar bize.  Tek yaptığımız tüketicilerin hayal kırıklığı yaratan bir ürün veya hizmet hakkında homurdandığı gibi homurdanıp durmak. Orwell’in hayal ettiği kâbustan çok daha kötü bir yerdeyiz. Ama olsun nasılsa hepimiz ‘Büyük Biraderiz’ değil mi?

“Bizler birer kuklayız, bilinmeyen güçler tarafından ipleri çekilen kuklalar, bizler kendimiz bir hiçiz, hiç!” Tek fark şu: Bugün bizi yönlendiren güçler o kadar incelikli ve gizli ki artık onların farkına varamıyoruz. Hatta onları özgürlükle karıştırıyoruz.”

Georg Büchner’

Dünya anlatısallıktan çıkarıldı. Hem de bilinçli olarak. Bu da geçicilik hissini pekiştirdi. Düzenin simsarlarının hizmetindeyiz hepimiz. Hem de gönüllü olarak… Ve tribünlere oynuyoruz. Hayatımızdaki her şey bir kazanç kapısı… Terry Eagleton, hayatın anlamının bile kazanç endüstrisinde yerini aldığını söylüyor. Zaten kendimizi artık hiçbir şeye adamıyoruz. Ama diğer taraftan da sürekli bir şeyler yapma zahmetine katlanıyoruz. Hiçbir anlatıya ihtiyaç duymayan beğenilere yenik düşüp tıkınırcasına izliyor ve paylaşıyoruz. Artık mottomuz sadece ‘paylaş’. Yaşamın çıplaklığının, hayatlarımızın anlamdan yoksun oluşunun üzerini ise sürekli gönderi yayınlayarak, beğenerek ve paylaşarak örtüyoruz. En temel ahlaki ve politik sorunlara olan ilgimiz bile dağılmaya başladı. Acılar karşısında zaten unutkanlık hastalığının pençesinde takılıp kaldık. Şirketinin iş modelinin tamamen müşterilere istediklerini vermek üzerine olduğunu söylüyor Netflix’in CEO’su. O yüzden de hızlı tüketilebilen içerikler üretip art arda izlemeye teşvik ediyor bizi. Han’ın dediği gibi tüketici sığırlar gibi beslenip şişmanladık.

“Beni istediğim şeyden koru.”

Jenny Holzer

Han’a göre anlatı krizinin en temel nedeni kapitalizmin hâkimiyetindeki bu enformasyonun yükselişi.  Sürekli özgünlük ve yaratıcılık çağrılarının yapıldığı bu neoliberal cehennemin bizde yarattığı hasarları anlatmak için de Charlie Kaufman’ın Anomalisa adlı animasyon filmini örnek gösteriyor filozof.  Her gün aynı rutin içerisinde sıkışıp kalan bir adamın hayatı anlatılıyor filmde. Başıboş bir salınıma dönmüş bir hayat… İş, ev, tekrar iş, tekrar ev… Bu döngü içerisinde, yağmurdan sonra gelen güneşin ferahlığı, bir çocuğun masum kahkahası gibi hayattaki basit ama değerli detayları nasıl gözden kaçırdığını… Daha önce hiç karşılaşmadığı duygular içerisinde buluyor kendisini filmin karakteri. Beklenmedik bir deneyim sonunda da hayatın aslında ne kadar daha fazlasını sunduğunu, heyecan verici, tatmin edici ve doyurucu olabileceğini anlıyor. İşte hepimizin gözden kaçırdığı gerçeklik…

“Zamanımız sınırlı bu yüzden gülümsemeyi unutmayın. Dışarda herkes için birinin olduğunu unutmayın. Konuştuğunuz herkese aşk lazım”

Anlatı dikkatli dinleyicilere ihtiyaç duyar. Kendilerini unutup duyduklarına kendilerini kaptıranlara… Ama bugün… Dinlemek yerine sürekli konuşup birbirimize kulak misafiri oluyoruz. Anlatıdan arındırılmış bellek bir “hurdacı dükkânı” gibidir diyor Han. Belleğimiz karmakarışık o yüzden… Ve hiçbir şeyi doğru yapamıyor, düşünemiyoruz. Dijital platformlardaki paylaştığımız hikâyeler… Hiçbir şey anlatmayan hızla yok olan görsel enformasyon zerreleri… Birbirimizden ayırıp tecrit eden… Kısa bir süre kaydedilen, sonra da kaybolup giden, görüntülerle süslenmiş bu enformasyonlar sadece bir reklam aygıtı. Anlatı ile reklam ayırt edilemiyor bu yüzden de. Bir Instagram reklamı şöyle diyor: “günlük hayatınızdan anları hikâyelerinizde yayınlayın. Bu hikâyeler eğlenceli, gündelik şeyler ve sadece 24 saat sürerler.” Geçicilik hissi uyandırarak bizi daha da fazla iletişim kurmaya iten kurnazca bir dürtü bu… “Her yeni günle birlikte yerküreyle ilgili haberler alıyoruz, ama artık dikkate değer hikâyelerimiz pek yok “diyordu Benjamin yıllar önce. Bugün yaşasaydı ne düşünürdü acaba?

Hem kurbanım hem de cellat
Ezen ve ezilen çarkta
Baudelaire

Yaşamak, anlatmak ve paylaşmaktı oysa. Şimdi ise… Hiçbir anlatıya ihtiyaç duymayan beğenilere yenik düştük. Arkamızda koca bir yığın… Ne geçmişe ne geleceğe dair bir hikâyemiz var. Sadece ‘an’lara takılıp kaldık. Boşlukta bir salınımdan başka bir şey değiliz. Acıları bile paylaşmayan, topluluk vasfını yitirmiş, tecrit edilmiş bir haldeyiz. Sadece dünyanın sonuna kürek sallıyor, mezarlarımızı kazıyoruz hep birlikte.

Çocukken dinlediğimiz o hikâyeler… Hatırla kimdin sen? Kendindin, hikâyeyi anlatan kişiydin, hikâyedeki karakterlerdin. Ama şimdi…

Neyse… Haydi… Tweet at(öyleyse varsın), beğen, sen de beğenileceksin; her sıkıcı ayrıntıyı itiraf et, sen de kurtulacaksın.(…) Ya da…

Kaynak:

Byung Chul Han, Anlatının Krizi, çev. Murat Erşan, Ketebe Yayınları

https://www.thecut.com/2018/10/women-and-power-jenny-holzer.html

https://www.theguardian.com/books/2017/dec/30/psychopolitics-neolberalism-new-technologies-byung-chul-han-review

edebiyathaber.net (24 Ocak 2025)

Yorum yapın