Hasan Ali Toptaş’ın Beni Kör Kuyularda romanı üzerine bir deneme | Derya Balcı

Mayıs 4, 2020

Hasan Ali Toptaş’ın Beni Kör Kuyularda romanı üzerine bir deneme | Derya Balcı

Günümüz metinlerinde masal, destan ve efsanelerin izlerini görmek mümkündür. İnançlar, gelenekler, yaşayış biçimleri, toplumun sosyolojik ve ekonomik yapıları kurgu dünyasını etkilemeye devam etmektedir. Hikaye ve romanda karşımıza çıkan kurgulamalardaki yaşananlar, gerçek hayattan alınan yaşam kesitleridir. Gerçekliği nesnel olan malzemeler, değiştirilip ayıklanarak “ düşsel ve öznel bir gerçeklik” e dönüştürülür ve edebi metinlerde  “ kurmaca gerçeklik “ olarak kullanılır. Aynı zamanda yazarın zihnindeki tasavvurdur. Edebi metinlerin ayna görevi gördüğü toplumların inançları, gelenekleri ve alışkanlıkları kurmaca metinlere konu olur. Toplumda, iyilik ve kötülük bir arada bulunur. Her insanın bir “şey” e inanma ihtiyacı vardır. İnanma isteği belki de varoluşumuzun temelini oluşturur. Toplumu oluşturan bireyler, bilimsel gerçekliklere, olgulara ve olaylara inandığı gibi hoşa giden ve gerçek dışı kabul edilen rivayetlere de inanır. Sorgulamadan, merak duygusuna yenik düşen birey, mucizelerin var olduğuna kendini inandırır. Belki inancının kurbanı, belki de celladı oluverir bu kurgu dünyasında, birey, taş kesilir, inancının gölgesindeki gerçek dünyasında hareket edecek yer bulamaz.

İbn-i Sina’ya göre dünyadaki iyilik, kötülükten daha fazladır. Bu yüzden az kötülük için iyilik hüküm sürmelidir. Efsanelerde, masallarda, halk hikayelerinde kötülük karşısında iyilik kazanır; iyiler galip gelir. Acı çekenler olacak ve elbet sonunda, huzura acı çeken, eziyet gören iyiler erecektir.

Everest yayınları tarafından 2019 yılında yayımlanan Hasan Ali Toptaş’ın son romanı Beni Kör Kuyularda, gözyaşlarının göztaşı olup aktığı, bazı sosyolojik olguların gözler önüne serildiği  Güldiyar ve ailesinin hazin yaşamını okura sunuyor. Hasan Ali Toptaş’ın bu romanı,  sosyolojik ve psikolojik derinliği olan, okuru aktif olarak metnin içine dahil eden, merak unsurunu, sürekli hala getiren bir üsluptadır. Romanda, masal ve efsanelere özgü özellikler de görülmektedir. Anadolu’da, halkın inançları arasında hala yaşamakta olan hurafeler ve inançlar, özellikle merak ve sorgulamadan körü körüne bağlılık, bir ailenin yaşamını nasıl etkilediğinin sonuçları bakımından okuyucunun dikkatine sunulmaktadır.

Romanda, eşini, evin direği olarak düşünen anne Bahriye’nin “Baban acıkmıştır.” diyerek kızı Güldiyar’ı ayakkabı tamircisi olan babasının iş yerine göndermesi ile Güldiyarı’ın başına gelenleri konu ediniyor. Eser, komşuluk ilişkilerinden doğan merak unsurunun, halkın sahiplendiği ve sürdürdüğü bir inanca dönüşmesi ve bundan çıkar sağlayan insanların toplumuzda nasıl var olduğu, Türkçe’nin güzelliği ile yazarın dili ustalıkla kullanması sonucu etkileyici bir anlatı olarak karşımıza çıkıyor.

Ak topuklu, tazecik bir rüzgar olan Güldiyar, annesinin hazırlamış olduğu sefertasını almadan önce aynanın karşısında saçlarını taramaya başlar. Saçlarını tarayışı ile babasını düşünür; hayalindeki baba güçlü kuvvetlidir, aynada kendisi ile karşılaşınca, baba figürü küçülür, gerçek halini alır ve ayakkabı dükkanına gider ve sessizce tamir edilecek ayakkabıların arasına oturur. Güldiyar, “ … olanca diriliğiyle gürül gürül aktı omzundan.”  şeklinde betimlenen saçlarını taramayı bitirince sefertasını alıp kendini dışarı atar. Sefertasının ışıltısı, Bahriyenin alnına düşen kaküllerini ve burnunun etrafındaki çilleri ve çizgileri yalayıp geçtiği, güneşin tepeden vurduğu anda, yemek götürme işinin canını sıktığını, bugüne kadar öğle yemeğini yanında götürdüğünü, bugün neden unuttuğunu kızı Güldiyar’a dert yanar. Baba, üç aydır bozuk olan çamaşır makinesini tamir ettirmediği için, anne tarafından “ Babanı aklı başında mı sanıyorsun sen?” ifadeleri ile ilgisiz biri olarak nitelendirilir. Anne ve kızına, acımadığını, evin avlusunda çamaşır yıkamalarına göz yumduğunu ama para bulmaya gelince içtiği zıkkım için rahatlıkla para bulduğunu söyleyerek içini döker. Güldiyar’ın “ Keşke ağbim burada olsaydı.” sözünden evin oğlunun aile ile yaşamadığını anlıyoruz.

Güldiyar, annesinin tembihleri eşliğinde, her gün kötü olaylar duyulmaktadır, mor benekli beyaz eteği ile bayır aşağı uçarcasına iner. Gözden kayboluncaya kadar annesi, mahallenin yarısını kaplayacak büyüklükte bir çift kanadı varmış gibi, kızını kanatlarının altına almış biçimde, korumacı bakışları ile takip eder. Avluya kırlangıçlar gelir. Beyaz gövdeli kocaman uçak geçer. Her yeri zangır zangır titretir. Bahriye’nin içini huzursuzluk kaplar. Kırlangıçlar ortadan kaybolur. Uzaklarda, bir karaltı halinde Güldiyar’ı görür.  Evden çıkarken taramış olduğu güzelim saçları dağılmış, bakışları donuk bir hal almış şekilde Güldiyar avluda dikilir. Annesi kızının başına gelenleri öğrenmek için dil döker fakat Güldiyar hiçbir şekilde konuşamaz, konuşmaz. Evin içine girerler. Anne sütünden sıcak bir sesle, Bahriye ısrarına devam eder, saçını okşar. O anda Güldiyar ağlamaya başlar ve gözlerinden yaş yerine taşlar akmaya başlar. Bahriye ne yapacağını bilemez; avluya koşar, eşyalar canlanır, dile gelir, iç sıkıntısına dermen olamaz. Komşusu Emine, Bahriye’yi görür, halini beğenmeyince ısrar eder; kayıp olan Hüsayin’den mi haber aldığını sorar. Sonra bir şekilde Bahriye olanları komşusu Emine’ye anlatır. Ertesi günü geçmiş olsuna gelenlerin ardı arkası kesilmez. Berber Zahit taşları inceler, bakar, şaşkınlığını gizleyemez; sonunda “ Bu çocuğu doktora götür.” der. Bahriye ilkin dile düşmemek ve kızlarını rezil etmemek için doktora gitme fikrine itiraz eder. Gün geçtikçe ziyaretçiler artmaya başlar. Gelenler geçmiş olsundan ziyade, Güldiyar’ın gözlerinden akan göztaşlarını görmeye gelmektedir. Ak sakallı hoca ziyarete gelir ve “ Benim gördüğüm odur ki, kızımızın içinde şeytanlar cirit atıyor.” der ve çıkarılması gerektiğini söyler. Muzaffer’in nefesinin şarap koktuğunu anlayınca “ Kızın içindeki o şeytanlar başınıza iş açacak, benden söylemesi!” diyerek avludan çıkar gider. Sonraki günlerde gelen fötr şapkalı adamın  “ kızınız herkes gibi ağlayıp, herkes gibi gözyaşı döküyor. Fakat yaşlar  hava ile temas eder etmez taşa dönüşüyor. Hastaneye götürün.” demesi üzerine Bahriye ile Muzaffer, kızlarını ertesi sabah doktora götürmeye karar verirler. Sabah uyandıklarında, Bahriye, küçük odanın eşiğinde cansız yattığı için doktora gidemezler.

Muzaffer ile komşu Dursun, uzun süredir küs olmalarına rağmen, oysa yıllar önce birbirlerine destek olarak buraya gelmişler ve evlerini beraber yapmışlardır, Dursun Bahriye’nin cenaze törenine katılır. Cenaze töreninde ak sakallı dede, adının Cabir olduğunu sonradan öğreniyoruz, hıçkıra hıçkıra ağlar fakat kimliğini kimse bilmez. Cenazenin olması ziyarete gelenleri etkilemez, herkes Güldiyar’ın ağlamasını ve gözlerinden akan taşları görmek için akın akın gelmeye devam eder. Dursun, bir zamanlar kardeş olarak gördüğü komşusu Muzaffer’i ve kızı Güldiyar’ı ziyarete gider. İçinde bulundukları duruma üzülür, içi acır. Onlara yardımcı olmak amacıyla yeğeni Cihan’ı arar, yardım ister. Cihan ve arkadaşı Rüstem gelir. Duruma el koyarlar. Ziyarete gelenleri liste sırası yaparlar ve grup grup içeri almaya başlarlar. Kızın durumuna acıyan Rüstem, özel araç getirerek kızı doktora götürür. Muzaffer Rüstem’e iyilikleri için, kızı doktora götürdüğü için hayır dua eder. Öğlenleri yapılan pidelerden Güldiyar’a ve Muzaffer’e de verirler. Muzaffer rüyasında Bahriye’yi görür. Hayali hep yanlarındadır, avludadır. Şarap içtiği bir gece, olanları Bahriye’ye anlatır. Ak sakallı dede yine gelir ve kızın içindeki şeytan daha başınıza neler açacak deyip gider. Ertesi günü Rüstem siyah takım elbiseli adamlar ile konuşur ve sonra da ortadan kaybolur. Olanlara dayanamayan Muzaffer kızını da alıp köyüne dönmeye karar verir, gidecekleri günün hayalini kurar, heyecanlanır. İçinde bir ümit yeşerir. Ertesi günü insanlarla birlikte berber Zahit içeri girer. Muzaffer’e yaptığının kötü bir şey olduğunu anlatmaya çalışır, arkadaşına kızının sırtından para kazanmasını, bu durumu fırsatçılığa çevirmesini yakıştıramadığını söyler. Olanların farkında olmayan Muzaffer, ziyaretçilerden para alındığını, avluda bekleyen fırsatçı insanların Dursun’u da hırpaladıklarını o gün öğrenir. Bundan dolayı evi de satıp köye dönme isteği iyice artar. Evin penceresine satılık ilanı yapıştırır. Gece ansızın kızını sırtlayıp kaçmaya çalışır fakat başarılı olamaz, adamlar yakalar ve her gece bir grup insan avluda beklemeye başlar, nöbet tutarlar. Sonra bu adamlar işi, Nedim’e devrederler. Nedim ilk iş, evin içini düzenler. Daha fazla ziyaretçi gelmesini ister. Evin çevresinde çekirdek ve simit satan satıcılar gelir. Herkes kazandığı paraya bakar. Hiç kimse olaylara müdahale etmez. Avluda duran bir delikanlı durumu polise bildirmek ister, çekirdek satıcısı engel olur. Polis günler sonra gelir sokağa fakat Nedim ve arkadaşları onlarında durumdan nasiplenmesini sağlayarak uzaklaştırırlar. Muzaffer çaresiz bir şekilde Nedim’e köye dönme isteğini iletir fakat olumlu bir cevap alamaz. Muzaffer içinde bulunduğu durumdan sıyrılıp çıkamaz bir türlü. Kızını da kurtaramaz, kendisini de kurtaramaz. Nedim kendisine şarap da ikram eder, geceleri gizli gizli içer.

Güldiyar’ın ağlamadığını gören ziyaretçiler paralarını geri ister, ileri geri konuşmaya başlarlar. Bunun üzerine Nedim içeri girer ve Güldiyar’ı tehdit eder, ağlamasını ister. Nedim için her göztaşı para demektir. Geliri artırmak için yeni bir fikir bulur. Ertesi günü yardımcısı İsmail’i çağırır. Güldiyar’ın arkasından tavandan aşağıya perde çekerler. Muzaffer ne olduğunu anlayamaz. Perdenin arkasında duran adam elinde bıçak ile Güldiyar’ın sırtından dürter, Güldiyar ağlamaya başlar başlamaz taşlar dökülmeye başlar. Bu sırasında ortalık sessizleşir, kırlangıçlar da susar. Duruma itiraz eden Muzaffer’i, Nedim ve adamları iyice hırpalar. Avlu tıklım tıklım dolmaya devam eder. Gelenler artık taşları görebilmektedir. Zamanla avluda sıra bekleyen insanları  seyretmeye gelen insanlar da avluya gelmeye başlar. Halil, bunlardan biridir. Zamanın ötesinden gelmiş gibidir. Geceleri kumru olur ağacın üstünde bekler. Geceleri nöbet tutan adamlar avluda ısınmak için ateş yakarlar, seyretmeye gelenler de gece kalır, bu ateşin etrafında sohbet ederler. Halil, bunlara kıza yardım etmedikleri için kızar, fakat kimse duruma müdahale etmez. Sohbete Halil’i de çağırırlar. Halil, “ Ben kötülük edenle kötülüğe maruz kalana aynı yüz ifadesiyle bakamam, her ikisine de gülümseyemem. Bunu yapacak olursam da aynada kendi yüzüme bakamam.” diyerek ateş etrafında oturanlara eşlik etmez.  Fakat Nergis’le olan hikayesini anlatır. Sonra, Güldiyar’ı seven, klarnetçi Cevher de ateş başındaki gruba katılır.

Dursun, olanların kendi suçu olduğu düşünüp vicdan azabı çeker, durumunu Emine’ye anlatır. Emine de komşularının durumuna acıdığı için para karşılığında Güldiyar’ı ziyaret eder, mutfağın kirli olduğunu görünce temizler ve bir şeylerin ters gittiğini anlar. Ne olduğunu çözemez. Dursun’a, Muzaffer’e yardım etmesi için dil dökmeye başlar.

Güldiyar gün geçti erimeye başlar. Sırtındaki bıçak izleri derinleşir. Muzaffer kızını doktora götürmeleri için Nedim’e yalvarır. Ama olumlu bir yanıt alamaz. Ertesi günü Nedim gider, yerine Şakir gelir. Şakir daha insaflıdır. Muzaffer durumu Şakir’e anlatır. Güldiyar’a acıyan Şakir, hemşire getirerek yaralarını pansuman ettirir. Kahvaltılık malzeme aldırır, adamlarından, kızın beslenmesine özen göstermelerini ister.

Avluda bekleyenlere Hoparlör eklenir. Geleni geçeni, herkese yüksek sesle haber verir. Tekerlekli de gelir. Elinde çekirdek çitler. Her yer çekirdek kabuğudur. Bir zaman sonra Hoparlör, fiyakalı bir arabanın geldiğini söyler. Göbekli adam ve şoförü, bayırı tırmanır, Şakir ile konuşurken Muzaffer kızının durumunu anlatır, köye dönmek istediklerini söyler. Göbekli adam ilgilenmez ve Şakir’den hasılatı artırmalarını ister, şoförü ile birlikte gider. Şakir’in adamları kıza bir şey olduğunu söyler. Şakir doktor çağırır, Muzaaffer kızımı öldürdünüz diyerek ağlamaya başlar. Muzaffer’i yaka paça Şakir’in adamları dışarı atar, fakat yalnız bırakmazlar. Bahriye’nin hayali yanındadır. Mecali kalmaz. Olan biteni gören komşusu Dursun gelir ve kızının iyi olduğunu söyler. Muzaffer Dursun’a, kızının sırtından sürekli bıçakla dürttüklerini söyler. Dursun bu olanların sorumlusu olduğunu anlatır, Muzaffer de bunlar benim başıma neden geldi diyerek dövünür.

Sabaha doğru Şakir ve adamları ellerinde poğaça ile sundurmaya gelirler. Hasılatı arttırmanın yolunu düşünürler. Poğaçanın evdekilere koktuğunu düşünerek adamlardan biri poğaçalardan ikram etmek için içeri girer ve Güldiyar’ın öldüğünü ve Muzaffer’in boş gözlerle kıza baktığını söyler.

Güldiyar’ı defnederler. Muzaffer, kızından kalan boşluğa bakmaya devam eder ve yerinden kıpırdamaz. Avlu hala ziyaretçilerle doludur. Şakir ve adamları toplanıp giderler fakat avludaki insanların dağılmadığını görünce geri dönerler. İnsanlar bu defa “Muzaffer’in kızını hala görebildiğini, ona baktığını “ görmek için ziyaretlerine devam ederler. Şakir ve adamları yeniden liste yapar. Muzaffer’in bakımı için gönüllü ararlar. Dursun, Muzaffer’in yanından hiç ayrılmaz.

Ortada gözlerden akan taş yoktur, kızını gören, konuşmayan, kızına bakan, kızının hayalini gören baba vardır. İnsanlar bu babayı görmek için gelir, sabahın ilk saatlerinden itibaren isimlerini yazdırıp, ücretlerini ödeyip sıra beklerler.

Halil çatıda, simitçi, çekirdekçi ve seyir eden insanlar her zamanki yerinde beklemektedir.

Kaynak: Toptaş, Hasan Ali, Beni Kör Kuyularda, Everest Yayınları, 1. Basım, Kasım 2019

Derya Balcı – edebiyathaber.net (4 Mayıs 2020)

Yorum yapın