Bir yazar kendi yazdıklarını okurken niçin suçluluk duygusuna kapılır? | Prof. Dr. Onur Bilge Kula

Temmuz 20, 2020

Bir yazar kendi yazdıklarını okurken niçin suçluluk duygusuna kapılır? | Prof. Dr. Onur Bilge Kula

Olumlu bir öz-değerlendirme, özgüveni sağlamlaştırır. Bu ilke, Woolf’ta belirgindir. Yazma planından ve zamanlamasından ödün vermeyi hiç hoşlanmayan Woolf kendini ‘zeki bir kadın, çağdaş bir kadın’ olarak niteler ve bu niteliğiyle erkekleri gerilettiğini düşünür (12 Nisan 1919). Kadın duyarlılığı yüksek olan bu yazarın ‘erkeksi hava huzurunu kaçırmaktadır.’ Erkekler ‘daha çok aptallığa benzeyen bir bakış açısıyla gurur duymaktadır’ (17. 4. 1919).

Yazınsal makaleler de yazan Woolf “her uzun makalenin arkasından gelen tembellik döneminden” ve “kendi yazılarını okurken hep suçluluk duygusuna kapıldığından” söz eder. Yazılarının “sıklıkla yazım kurallarına uymayan,   seçenek sözcük için feryat eden, kaba saba, gelişi güzel biçiminin” kendisini kaygılandırdığını, ‘çok daha iyi yazabileceğine’ kendisini inandırmaya çalıştığını ve buna ‘erkek gözünün değmesine izin vermeyeceğini’ dile getirir.  Böyle olmakla birlikte, ‘canlı bir tarz’ taşıyan yazıları, ‘bazen hiç beklenmedik biçimde can evine dokunmaktadır.’ Yazar, ‘kendi keyfi için yazma alışkanlığının iyi bir alıştırma olduğuna’ inanmamaktadır. Tökezlemeden ve kendi hızıyla yazmak için, ‘en ivedi vuruşlarla sözcükleri ele geçirmeyi’ yeğlemektedir  (20. 4. 1919).

Gelişigüzel günlük yazmanın verdiği rahatlamayla, yazdığı günlüklerin ‘bürünebileceği bir biçimin’ ortaya çıktığını vurgulayan bu yazar, zaman içinde yaşamın “bu dağınık, sürekli biçim değiştiren malzemesinden insanın ne yaratabileceğini öğrenebileceğini” düşünür. Yazdığı günlüklerin ‘seyrek dokunmuş, ama dağınık olmayan, ağırbaşlı, güzel bir şeyi kucaklayacak kadar esnek’ olmasını, ‘geniş eski bir masaya benzemesini ya da içine ıvır zıvır atılan, her şeyi alacak kadar geniş bir yolculuk çantasına benzemesini’; günlüklerin oluşturduğu birikimi ‘bütünlüklü’ bir duruma getirmeyi ister. ‘Tıpkı böylesi tortuların gizemli biçimde kalıba dökülüşü, hayatımızın ışığını yansıtacak kadar saydam oluşu, ama yine de sanat yapıtının uzaklığıyla durağan, sabit bileşikler olarak kalışı gibi’ kalmasını arzular. Günlük yazmada ‘en temel gereklilik, denetçi rolünü üstlenmemek, tersine aklına estiği gibi çalakalem yazmak’ önemlidir; çünkü günlükte yazılarak kalıcılaştıran şeyin önemi, ‘nasıl ve niçin seçildiğinin’ ayrımına varılmamasında yatar. Woolf’un deyişiyle, ‘yazılması gereken kişi ya da olayla yüz yüze gelmek biraz çaba gerektirir; insan yazsın diye kalemi kendi başına bırakamaz.’

Woolf’a göre yazmak nedir?

Peki, Woolf’a göre yazmak nedir; yazmanın kolay ve zor yanları var mıdır, varsa nelerdir? Kitabının yayımlanmasını ‘halkın eline geçmek’ olarak niteleyen bu yazarın anlatımıyla, “yazmanın en kötü yanı, insanın övgüye çok bel bağlamasıdır.” Yazdığı son öykü için ‘övgü almayacağından emin olduğunu’ söyleyen bu yazar övgüsüz kaldığı için, “bu sabah yazmaya başlamakta zorlanıyorum” der ve ekler: “Keyifsizliğim yarım saat sürüyor ve bir kez başladım mı hepsini unutuyorum.” Ayrıca yazan kişi ‘inişlere çıkışlara’ aldırmamalıdır; çünkü değişmeyen temel gerçek, ‘sanattan alınan zevktir’ (12. 5. 1919). 

Woolf’un anlatımıyla, ‘söylemeye utanacak kadar kendisini öven’ yazınsal eleştiri, ‘başarısız’ olacağını düşündüğü yapıtlarının satışını çok artırmakta, ‘başarı sağanağına’ yol açmaktadır. Bütün bunlar, ‘durup dururken New York’taki Macmillan’ın ‘Denizaşırı Yolculuk’tan çok etkilendikleri, ‘Gece ve Gündüz’ü de okumak istediklerini belirten bir mektup almasına yol açmıştır (10. 6. 1919). Yazar, artık “şöhretin yol açtığı ruhsal durumu boş bir zamanda ele almak” gerektiği aşamaya ulaşmıştır.

Woolf ‘Barış Günü’ nedeniyle, günlüğüne şunları yazar: ‘Kimsesizim, enerjimi yitirmişim, hayal kırıklığına uğramışım’ (19. 7. 1919). Bu ruh durumunu, Barış Günü kutlamalarında ‘hesaplı, politik, içten olmayan şeylere’, bu kutlamaların her türlü güzellik ve doğallıktan yoksun olmasına bağlar. Yazarı ‘ferahlatan’ tek şey, rüzgârın esmesidir. Günlüğünü ‘böyle can sıkıntısı ile yazdığı için’, kendisini huysuz duyumsamaktadır. İngiltere’nin Hindistan’a ‘kötü davrandığından’ rahatsız olmayan yazara göre, ‘yegâne dürüst insanlar sanatçılardır.’ Bu bağlamda şu sorulabilir: Sanatçı, dolayısıyla yazıncı dürüst insan ise, sömürgecilikten, başka toplumların ve insanların sömürülmesinden rahatsız olması, her türlü sömürüye karşı olması gerekmez mi? Woolf’un nitelemesiyle, toplumsal reformcular ‘utanç verici’ bir durum olan, ‘kendi türlerini’ sevdiklerini gizlemektedir. Barış Günü kutlamalarından bir gün sonra yazdığı günlüğe ‘eninde sonunda sürü hayvanlarıyız hepimiz’ notunu düşen Woolf insanların kutlamalar nedeniyle her türlü öz-denetimi yitirmesini eleştirir.

Virginia Woolf’un özgürlük ve felsefe ilişkisine bakışı

Sokrates’ten yaklaşık 2320 yıl sonra İngiliz yazar Virginia Woolf, 13 Ağustos 1920’de felsefe ve özgürlük ilişkisi üzerine günlüğüne şu tümceleri yazar: “Özgür, dinç ruhlar dünyayı ileri götürdü”[1] (Woolf 2014, s. 44). Aynı yazar 17 Şubat 1922’de günlüğüne “Hiçbir yerde başarılı olamamışım gibi görünüyor. Yine de azıcık felsefe edindiğimi görmekten mutluyum. Özgürlük duygusu yaratıyor. Yazmaktan hoşlandığım şeyi yazıyorum” (Woolf 2014, s. 55). Woolf 19 Haziran 1923 tarihli günlüğünde yine özgürlük kavramından söz eder: “Yeteneklerin özgürce kullanılması mutluluk demektir” (Woolf 2014, s. 73).

Kadının özgürleşmesi ve özerk birey durumuna gelmesi için savaşım veren bu kadın yazar, özgürlük ile yetkinlik, incelik ve özeleştiri kavramlarını ilişkilendirir. Örneğin, 23 Kasım 1926’de ‘Deniz Feneri’ adlı yapıtını “Bence daha özgür ve daha üstü örtülü, incelikli” sözleriyle nitelendirir (Woolf 2014, s. 128).

Yazarın ilgili diğer yazısı için>>>

[1] Virginia Woolf (2014): “Bir Yazarın Günlüğü”; İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul

Prof. Dr. Onur Bilge Kula – edebiyathaber.net (20 Temmuz 2020)

Yorum yapın