
S.103’ de satırbaşına tek paragraf duruşlu bir cümle vardır. “Kız arkasına baktı.” Yaşlı adamla annesi arasındaki iletişimden sonra –küçük kızın katılmadığı bir iletişimdir bu- kullanılmıştır. Kızın arkasına bakışında hangi anlamları okuyabiliriz? Muhteşem yayılımlar yaratan bir cümleyle karşı karşıyayız. Yaşlı adama acımıştır, annesi adına bir tür özür dileyiştir bu bakış. Yarım kalmış cümlesinin devamını merak ediştir aynı zamanda… Bu cümleyi okuduğumuzda, elinden sürüklenerek götürülen küçük kızın gergin kolu, boynunun açısı, yarı sürüklenişi, gözlerinin açısı, giysisinin duruşu canlanır gözümüzün önünde. Tablo olmasının dışında hiçbir süsleme sanatı olmaksızın okuru apansız yakalayan bir cümledir. Bu satoridir! [Satori: R. Barthes’ın tanımı. “İşte bu!” noktası]
S. 104 “Kimler var diye çevresini araştırdı.” Bu cümleden sonra küçük kızın gözleri metnin algılama noktası haline gelir. İnsanları ve çevredeki tüm ayrıntıları tablolar halinde bu gözlerden izler okur.
Şimdi paylaşacağım tablo yine çocuk gözünden. S.115’i okuyalım; “Küçük kız, yaşlı kadının andığı denizin, onun tanıdığı deniz olduğunu sanmıyordu. Kimi kış günleri göğün renksiz saydamlığıyla bütünleşip uçardı o deniz, kentin karşı yakasının belirgin kesitinin üstünden de aşarak havaya asılıp kalırdı. Gemiler o düşsel boşluktan geçerledi. Kentse bu cam kesiği rengi soğuğun altına sinmiş olurdu.” Gerçek üstü bir tablo. Algılar, renk, koku, devinim, devinimsizlik…
S.119’da kapının çalmasıyla birlikte annenin duruşu çocuğun gözünden bir geri sıçrayışa neden olarak betimlenir. “Annesiyle gittikleri sinemada(…) o filmlerdeki kadınları andıran bir duruş vardı şimdi genç kadında, sinirli, uzak,” diye yazar Füruzan. Hem “şimdiki durum” çizilir, hem geri sıçramayla anneyle birlikte geçirilen bir zamandan söz edilir, hem de mekân sıçramasıyla sinema ortamı çiziliverir. Bitmedi; annenin kapı çaldığı andaki ruhsal hali ve tepkisini de anlarız.
S. 122 Makaracı Yahudi çocuğun algı alanına girer onunla birlikte zaman sıçraması, duygu, sosyal kesit, sosyal ilişki, mekân tasviri verilir, makaracının çıngırak sesiyle bu tablo biter, tekrar zaman sıçraması çarşı satıcıları anımsanır.
141. sayfada küçük kızın annesi gittikten sonra kayıkhaneye gitme hazırlığı vardır. Oyun oynayarak-derin yalnızlığının içinde icat edilmiş bir oyun-yapılan bir hazırlıktır bu. “Koca bakır tencerenin kapağını aralıyordu(…) cümlesiyle başlar. Okur oradadır. Giysileri cepsiz olduğu için hayıflanan küçük kızın “ak üstüne lacivert benekli kâğıt torbaya” ekmeğini koymasını izler…
Bu gezintiler 142,143, 144. sayfalarda sokaklardan insan manzaraları çizen, günlük yaşama tanıklık eden, bulunduğu zaman kesitini saklayan (bir tür tarihsel kayıt) tablolardır. Küçük kızın aracılığıyla görürüz bunları. Teşhirci yaşlı bir adam, onu taşlayan, kovalayan oğlan çocukları, deli bir kadın… Bu üç unsur adeta geçmişle şimdi –hikayenin şimdiki zamanı- arasında döşenmiş taşlardır.
148. sayfada küçük kızın hastalığına tanıklık ederiz. Hem sevgi bağı/iletişim hem betimlemeleri hem de duygu aktarımlarıyla bir tablo. Anlatımı etkiyle yapan bir tablodur.
Çocuk hastadır, “kıza yumuşak, kalın bol bir gecelik giydirmiş, kucaklayıp yatağa yatırmıştı. Karyolanın başına oturup onu sık sık öpmüştü.” Buraya kadar kızın üzerindeki etkiyi algılarız. Bundan sonra “Kopuk sözcüklerle mırıltı gibi kendi kendine konuşmuştu.” Annenin, çocuğu ve kendisi ile ilgili etkilendiklerinin dile getirilişini okuruz. Geri sıçramayla kocasının ölümü, bu ölüm karşısında hissettikleri, çevresinde olup bitenlere ilişkin kayıtlarının akan metni vardır. Sonra bir beyaz boşlukla doğrudan geçmişe götürür bizi yazar. Başka tablolar içine çekiliriz. Kuşkusuz birbirinden güzel tablolar bu bölümün içinde var. Ben bir tanesini seçeceğim. “Genç adam, genç kadını kucaklıyor, bacaklarını hırçınlaşarak sallamasını, şımarık karşı koyuşları gülerek, ağzını öperek önlüyor. Yürüyor, ayağıyla yarı örtük giriş kapısını açıyor. Kedi, masanın üstüne çıkıyor, kokluyor tabakları. Yoğurt kabına yaklaşıyor, dilini sokuyor. Düşen kelebeklerden biri kıpırdıyor. Kedi bir an bekliyor, sonra onu yutup yeniden yoğurdu yalamasını sürdürüyor. Genç kadının gülüşleri artlarından kapanan kapıyla kesiliyor.” Bu mutluluk tablosundan sonra yine bir beyaz boşluğun ardından dramatik bir tablo gelir. Ama ben şimdi başka bir sayfaya geçeceğim.

180. sayfada küçük kızın “ben” inin çevreyi algılayışının tablosu vardır. Varsıl akrabanın evinde anne başka biri gibidir. Eşya farklıdır. “Varsıllığın ağır, bezenmiş görünümü dört bir yandan sarardı onları,” der anlatıcı ses küçük kızdan yana tutumuyla. Bir yandan da farkında olmadan anneyle ilgili hikayenin parçalarını ediniriz.
Tablo benzeri anlatılara 190. sayfadan seçtiğim bir tanesiyle son vereceğim. Bir dans sahnesi anlatılır burada. Saat tamircisi genç adamla anne arasındaki gizemli iletişimin parçacıkları, dans sahnesinde de görkemli ayrıntılarla verilir. “Her dönüşte genç kadın, yüzünü kaçırıyordu bakışlardan. Genç adamın tutuşuna gösterdiği özen, bırakmaya eğilimli bir hafiflikteydi” diye yazılmıştır. Burada dans eden iki kişi anlatılırken bu ikilinin dışındaki özne olan anneye erkeğin kur yapışı, kadının belli belirsiz karşılıkları yansımalar şeklinde verilir.
Hikayenin yoğun duyguları ve bunların tanımlanışları
S. 99; “Haydi artık uyu!” denen o anın getirdiği çılgın yalnızlığı yeniden duydu içinde.
S.123 “anne adı anımsanmayan” bir çiçek istiyor. Çiçekçi veriyor, ama beğenmiyor (aslında almak için parası yok) çiçekçinin “hizmet etme isteği” (cinsellik) annenin küçümseyen tavırları (reddediş) gizliyor. (Eklemek gerek, burada her ne kadar reddedilen çiçek gibi görünüyorsa da aslında reddedilen çiçekçidir. ) Çocuğun duygusu; anneme kötü davranacak, anne ise kötü davranışı bilir.
1. cinsellik, 2. asalet 3. asalet arkasına gizlenmiş yoksulluk
S.100 “Ellerini şöyle içine sokabileceği cepler…” > saklanma içgüdüsü.
S.113’te bir dayak sonrası şu cümleyle sonlanır. Küçük kız fırından ekmek almaya gidip gelmiştir. Sağ yanağında artan bir yanma vardır. Eve girer ve: “Genç kadın birden, uzaklardan koşuyormuşça fırlayarak, küçük kızı sarıp, göğsüne basmıştı.
S. 126’ da küçük bir kızın sevinç duygularını bastırması anlatılır. “Zıplayarak, koşarak gürültü yapmak istedi. Odaya dolan solgun ışıklar, uzak sekler, içindeki kabarmayı engelledi. Silkindi. Genç kadının bakışıyla karşılaştı, gidip karyolaya yaslandı.
S.112’ de sakat gazete satıcısı çıkar karşımıza. Buradaki duygu zinciri; empati > küçük kızda oluşan duygu > küçük kızın duygusunun dışa vurumu şeklindedir. “ Sakat gazeteci yere çökmüş, çamurlaşmış malına yırtık yün eldivenlerini çıkararak dokunuyordu. Sonra da önce burnuna, ardından gözlerine bastırıyordu ellerini. Sulu kar, başındaki garip kasketin üstünde kümeleniyor, hızla eriyerek yüzüne akıyordu adamın. Kız titremeye başlamıştı.”
Bu sahneye anne dahil olduğunda onun duygu zinciri ise kızını anlama > buna öfkelenmedir. Duygunun dışa vurumu ise tehdittir. “Bak sana söyleyeyim, o acıyıp durduklarından bizim hiç farkımız yok. Sabrımı taşırma. Kimi zaman kendimi tutamayıp herkesin içinde döveceğim seni.”
S.121’de konuk olarak gittikleri evde annenin duyguları kıza yansır. “Küçük kız, içine çökelen yabancılığı neyle bastıracağını bilemedi. Fırının aynalarını görmek istedi. (Kaçıp sığınma güdüsü. Tanıdık bir şeylere gereksinim duyuş.) Bu iki yabancıdan, genç kadının neredeyse odayı bölecek denli oluşup duran sertliğinden sıyrıldı, pencereye yöneldi.”
S.147’de parkta gördüklerinin küçük kız üzerinde yarattığı etkiyi okuyorum: “Ara sıra göğsünü bir hıçkırık zorluyor, gözlerini ıslakmış sanarak parmak uçlarıyla siliyordu. Parkta olanların verdiği sarsıntı yatışmıştı ya bittiğini sandığı ağlama isteği dolanıp duruyordu gövdesinde.”
S.194 susku, biçiminde dışa vurulmuş duygular söz konusudur: “İki kardeş genç kadını ilk kez yanıtlamadılar.”
S.195 “Küçük kız yerine oturdu. Uzanıp annesini yanağından öptü. Bunu, bu geceye dek kolayca yapamadığını düşündü bir an.”
S.213 Saat tamircisi anneye söylüyor: “Hayat üzüntülerden sevinçlerden kaçarak yaşanmaz ki… Beni üzecekseniz üzün. Beni üzdüğünüzde, yakınım olacaksınız demektir.”
Bu sıcak konuşma alıntısından sonra metnin diyaloglarına bir örnek seçmenin tam da sırası olduğunu düşünüyorum. S.166-167’den yapacağım bu seçkiyi. Bir tiyatro sahnesi özeniyle bize sunulan bir diyalogdur bu.
-Biz,sizi ilk geçen yıl görmüştük. Burada oturduğunuza inanamamıştık, kız kardeşimle ben. Öyle değil mi?
-Evet, dedi kız (…)
-Sizinle kızınıza sonradan sokakta rastlamıştık(…)
(…)
-Emanet eşya bırakılan kurumdan çıkıyordunuz. (…)
-Kardeşimin çalıştığı saatçinin bir müşterisinin on amiras kalan çok değerli olduğunu söylediği saatini almaya gitmiştik.
-Papağanları da bırakıyorlar oraya, dedi küçük kız sevinçle. Ben gözümle gördüm. Kafesin içindeydi, bağırıyordu papağan. Her şeyi bırakıyorlar. Her şeyi. Küçük kızı duymamış gibiydiler.
(…)
Gecenin Öteki Yüzü’nde gezintimizde bu metnin örtük anlatımlı bir metin olduğunu düşündüğümü de söylemeliyim. Zehra İpşiroğlu’ndan [Alımlama Boyutları ve Çeşitlemeleri-Yazın]bu konuyla ilgili bir alıntılama yapacağım. “Örtük anlamlı metinlerde yazar kimi kere reduction (indirgeme=azaltma) yoluyla boş alanlar yaratır. Bilinçli şekilde az şey söyler, suskunluk alanları yaratarak, doldurulmasını ister. Kimi kere de okuyucuya çeşitli alımlama olanakları sunar. Böylece farklı okumalara olanak tanır; ancak hangi strateji benimsenirse benimsensin, sonuçta okuyucudan beklenen etkin katılımdır.”
Çabam buydu. Yazarın sunduğu çeşitli alımlama olanaklarını keşfetmekti.
Bu hikayemizden ayrılırken meraklısı için bir bilgi vermeliyim. Gecenin Öteki Yüzü 1980 yılında başlayan bir çalışmayla TRT tarafından filmleştirildi. Füruzan’ın da senaryo ve film çekiminde ekipte yer aldığı çalışmaya ilişkin bir fotoğrafı buraya ekleyerek, Yönetmen Okan Uysaler’le birlikte filmin başarılı sanatçıları Haluk Bilginer ve Zuhal Olcay’ı da buradan selamlayalım.
Gecenin Öteki Yüzü çalışmasında bir ara.
(Soldan sağa)Yönetmen Okan Uysaler, Haluk Bilginer, Zuhal Olcay, Colin Mounier, Füruzan
edebiyathaber.net (11 Şubat 2025)