Cadılar, geçitler | Hatice Balcı

Temmuz 24, 2023

Cadılar, geçitler | Hatice Balcı

Filozof Immanuel Kant’a atıfla söylersek ‘insanlara karşı ahlâklı davranmanın yolu, onlara yalnızca kendileri oldukları için değer vermekten geçer’. Bu belirleme önemlidir. Öyle ki Kant’ın ortaya koyduğu etik değeri kişiliklerinin parçasına dönüştürebilenler, başkalarıyla ilişkilerinin derecesini o kişilerin uyruk, din, statü, cinsel kimlik, mezhep gibi aidiyetlerine göre belirlemezler. Ayrıca başkalarıyla sevgiye/şefkate dayanan derin bağların da insana dair çok başka göstergelere dikkat kesilerek örülebileceğini (en azından bunun idrakindedirler) bilirler. 

Geçtiğimiz Nisan’da Everest Yayınevi tarafından birinci basımı gerçekleştirilen Özlem Yılmaz’ın Divan Cadısı’nı okurken yeniden düşündüm tüm bunları. Sözün burasında Divan Cadısı’ndaki öykülerden kitaba da adını veren sonuncusundaki anlatıcımıza kulak verelim: “Gerçekliğin eğilip bükülebildiğini, yönlendirilebildiğini, her duruma ve her durumda uydurulabildiğini, bir yaratım ve yıkım alanı olduğunu fark ettiğimde çok küçüktüm. Herkes kendi gerçekliğinde yaşıyor, kendi gerçekliğinin etrafına bir savunma duvarı inşa ediyor, sonra da o kuruluma dışarıdan gelecek her türlü saldırıya karşı hazırda tuttukları kızgın yağları, hücuma geçenin tepesinden aşağıya boca ediyordu surlarının üzerinden. Diğer taraftan, ötekinin gerçekliği saldırılabilir, bozulabilir bir şeydi demek ki. Hakikat tekti ama gerçekliklerimizin zemini kaygan, içerikleri dönüştürülebilirdi. Çünkü neye inanmak istediğimiz erken yaşlardan beri çok iyi bilsek de aslında neye inandığımızı bulmakta marifet geliştirmek bütün bir hayatı alabiliyor. Mayalandığımız başka gerçekliklerin yolundan gitmek daha kolay gelir de içimizde köpüren denizin bizi atacağı kıyılarda kendi patikalarımızı keşfedip balta girmemiş bir ormanın sesiyle buluşmaktan korkarız.” 

Görünen, gerçek

Divan Cadısı her biri birbirinden ilginç ve birbiriyle bağlantılı yedi kısa öyküden oluşuyor. “Görünen” ile “gerçek” arasındaki çelişki/ikilik anlatı boyunca sürüp gidiyor. Hatta yazar anlatım dilini bu ikiliğe dayandırıyor diyebiliriz. Öykülerin hemen hepsi kadın öyküleri. Sayfalardan akan da kadınların dünyaları. Yaşadıkları ama yaşarken bir yandan da yarattıkları dünyalar. Yaratılan o dünyalarda yorganlar, gündöndüler, gökkuşağının renkleri, çiçekçi dükkânları ve  sonunda da koca bir orman var.  

Yılmaz öykülerindeki ana kahramanlar hakkında başkalarının dediklerini anlatıyor anlatmasına fakat bunu görünenin ardındakileri sayıp dökmeye okuru hazırlamak adına yapıyor. Biz de hazırlanıyoruz. Biliyoruz ki buzdağının sırlı yanlarını birlikte eşeleyeceğiz. Öykülerin anlatıcıları, kahramanları yanımızdan  geçip gitmeyecekler, bilâkis onlarla aramızda güçlü akımlar oluşacak. 

Düşünüyormuş gibi yapmak

Üsluplarından ziyade temaları, duyarlık noktaları, yanı sıra anlatılarında ele aldıkları zamansal süreçler açısından Divan Cadısı’nın, Kuzey Fransa kırsalının alt sınıflarını anlatan Edouard Louis’in Eddy’nin Sonu, Babamı Kim Öldürdü adlı eserleriyle benzeştiğini söyleyebiliriz. Andığımız bu yapıtların her birini yan yana koyuversek birleşecekler ve bize şöyle diyecekler: Kimi zaman eylemlerimiz felaketlere yol açabilir. Duygularımızı – bu duyguların içinden en çok da acılarımızı- bastırarak yaşamak zorunda kalmak; veya ne olduğumuz, kim olduğumuz üzerine cesaretle eğildiğimizde şefkat eksikliğiyle karşılaşmak trajedileri hazırlayabilir. 

Louis’in eserlerinde trajediler fakirliğin yol açtığı berbat koşulların bireyleri ilerlemekten, gelişmekten, yaratıcılıktan uzaklaştırmasının savurduğu kısır döngüyle, biteviyelikle iç içe geçerler. Bireyler hem kendileriyle hem başkalarıyla hem de çevrelerinde gelişen olaylar, sorunlarla ilgili yerinde fikirler yürütmekten, sebep-sonuç ilişkisi kurmaktan, öngörülü kestirimlerde bulunmaktan günbegün uzaklaşırlar. Bunun zemini, koşulları yoktur. Hal böyleyken, içlerinde biriken öfkeyle hak ve adalet arayışlarına yönelmekten ziyade (zira örgütlü emek mücadelesi de zamanın koşullarına göre dönüşememiş, eriyip gitmiştir) dar görüşlülüğün soğuk sularında kaybolurlar. Yaşam alanları öylesine daralır, öylesine çoraklaşır ki özgürlükleri, farklılıkları doğal karşılamak şöyle dursun onlara nefretle bakmayı, nefes aldırmamayı hatırı sayılır bir güçlülük belirtisi olarak görürler. Buradan Divan Cadısı’na sıçradığımızda Yılmaz bu nefes alamama sahalarını daha geniş bir perspektifle gösterir bize. Öte yandan onca olumsuzluklara rağmen öykülerdeki karakterlerin tüm direngenliğiyle kendilerini bulmalarını, taze havayı ciğerlerine çekmelerini umut etmekle kalmaz, izleriz de.

Kabuklar, tahtalar

John Berger, Picasso’yu anlattığı eserinin başlarında okurlarına XX. yüzyıl ortalarındaki İspanya’nın bir portresini çizer.: “…İspanya ayrıydı. Ekonomisi ağırlıklı olarak feodaldi. Köylülerin anıları ve umutları feodalizm öncesi nitelikler taşıyordu. Geniş ve olağandışı orta sınıfıysa, çağdaş Avrupa’yla çeşitli bağlarını açıkça sürdürürken, burjuva devrimine eşdeğer bir şeyi hala gerçekleştirmiş değildi. İspanya’nın trajedisi bu tarihsel paradoksta yatar…İspanya, tarihin işkence tahtasına-simgesel açıdan kendi engizisyonunun işkence aletine-bağlanmış bir ülkedir. Onuncu yüzyılla yirminci yüzyıl arasında gerilmiş durumdadır. Bu iki yüzyıl arasında, diğer ülkelerde olduğu gibi, gelişmeye yol açacak çelişkiler ortaya çıkmamıştır: Onun yerine hiç değişmeyen yoksulluk ve korkunç bir denge vardır.” 1960’lara değin -geçtiğimiz bin yıl boyunca- pek de değişmeyen İspanya ile günümüz İspanya’sı elbette çok farklı. Yine de son kertede, toplumların durağan dönemlerine dair Berger’in anlatımında yakalayacağımız çok sayıda fikir var. 

Divan Cadısı, bir sonraki okumamda bende başka yazarlar, eserler, hayatlarla ilgili ne gibi çağrışımları tetikler bilemiyorum ama içinden geçtiğimiz şu zamanlarda -kabuğunu kırmak, tahtayı parçalamak… vesaire, adına ne derseniz deyin- Özlem Yılmaz’ın bize anlattıklarını Berger’in perspektifiyle birlikte düşünmeden edemiyorum. 

Kitabı edinin, öyküleri okuyun derim.

Yazıda bahsi geçen eserler, alıntılar:

Divan Cadısı, Yılmaz, Özlem, Everest, Nisan 2023, 1.basım, syf.159.

Picasso’nun Başarısı ve Başarısızlığı, Berger, John, Çev: Yurdanur Salman, Müge Gürsoy, Metis, 1.basım, Kasım 1989, syf.30.

Eddy’nin Sonu, Louis, Edouard, Çev: Ayberk Erkay, Can, 2021

Babamı Kim Öldürdü, Louis, Edouard, Çev: Ayberk Erkay, Can, 5. Basım, Ekim 2022.

edebiyathaber.net (24 Temmuz 2023)

Yorum yapın