Edebiyatın üstü | Sibel Ağlamaz

Şubat 11, 2025

Edebiyatın üstü | Sibel Ağlamaz

Klasiktir, insan kendini kayıp ve kötü hissedince geçmişi idealize eder ve ona sarılıverir.

Bundan birkaç yüzyıl önce Avrupa da benzerini yaptı. Savaşlar, göçler, karanlık çağlar, salgın hastalıklar ve keşiflerle kosmopolitleşip (dünya vatandaşı olup) ortada kalıverenler derken bir kaos, bir bilinmezlik, bir “geride mi kaldık biz” korkusu içinde önce kayboldu, sonra kendini kötü hissetti. Haliyle, şimdiden kaçmak için idealize edilecek bir geçmiş aramaya başladı. Roma ve Yunan’ın sosyo-kültürel mirası ise tam zamanında imdada yetişti.

Klasik kelimesinin hikayesi, aslında bu yardım süreci gayet iyi özetliyor:

MÖ 6. yüzyılda yaşayan ünlü Roma kralı Servis Tallius halkını kazandığı paraya göre vergilendirmek için altıya ayırır. Tepede Classicus (Prima) sınıfı vardır, en altta ise Proletarius. Üst sınıfın okuduğu çizdiği şeyler ise scriptur classicus ya da klasik yazın olarak adlandırılır.

Benzer dönemlerde Yunan’da Thales, Anaksimandros ve Pythagoras gibi filozoflar var. Haliyle Akdeniz içinde bir bilimdir, felsefedir, sorgulamadır kokusudur başlamış.

Birkaç yüzyıl sonra Roma, Yunan kolonilerini işgal ettikçe bizim Classicuslar (Cicero, Vergilius, Titus, Marcus Aurelius gibi) erken ve orta dönem pek çok Yunan filozofundan etkilenecek ve onlar hakkında yazmaya çizmeye başladı (criptur classicus).

Yeni çağların referans kitapları olarak klasikler

İmparatorluk, kütüphane, bilginin güç olması derken sağolsunlar elimizde epey bir literatür (harf, yazılı eser) kaldı o döneme dair. 6 ve 8. yy’da altı çağını yaşayan İslam bilimi ve çevirileri de sayesinde zamana direnen bu eserler adeta yüzyıllar boyu adeta “baş ucu” kitapları oldu, ortaçağda manastırlarda okutuldu (farkındalık değil denge arayışı için). Öyle ki o dönemde talebeye (bilgiyi talep edene), classicus denildi.

Rönesans dönemi de karanlık, çalkantılı, din ve devlet işlerinin dolamaç olduğu bir zamanda, kendi mazisinin karanlık yanından sıyrılmaya çalışan Avrupa’nın üst sınıfları, ideal insan ve bilgiyi odaklayan klasik eserlere (Humanizm*) yöneldi. Bu eserlerden sorgulayan, laik ve rasyonel düşünceyi savunanların cımbızlanması ile sil baştan yeni bir tarih, yeni bir kimlik, bir birey kavramı ve omurgasını inşa etmeye çabaladılar. Haliyle bu klasik eserler, yeni bir çağ için bir tür başlangıç ve referans noktası oldu.

Derken İtalya’da şekillenen bu kıvılcımlar, 1494’te Fransa’nın Roma’yı işgali ve 1527’de Roma Yağması ile Fransa’ya ve Avrupa’nın geri kalanına yayıldı. Dante ve Petrarca gibi yazarlar, insanın yetiştirilmesi, felsefe ve edebiyat gibi alanlarda bu klasik eserler kullandı. Rönesans ve sonrası dönemlerde ise genel olarak bu eski klasik eserler “Humanities”** başlığında toplandı ve üzerine yeni analizler yapıldı.

Kitlelere yol gösteren humanistler

Shakespeare, Erasmus ya da Montaigne gibi 16. ve 17. yüzyıl yazarları da, özellikle üst sınıflarının ‘bana hap bilgi verin‘ düsturu sebebiyle klasiklere atıfta bulunarak yazmaya mecbur kaldılar. Aynı yazarlar, üst sınıfa değil genel halka yazmaya başladıklarında ise, bu kez yeni oluşan tüccar ve orta sınıfa empati ve saygı aşılamaya, makul ve rasyonel insanlar olmayı öğretmeye çalıştılar. Başka bir deyişle humanist yazarlar, yeni doğan sınıflara ideal birey olmayı öğreten bir tür ‘misyoner’ olmaya başladılar.

Velhasıl, savaşlar ve dinden kopuş gibi çalkantılarla ortaya çıkan düzensizlik, humanizmin ‘ideal birey arayışı’ ile kitlelere (en azından tepedekilere) bir anlam, bir kimlik ve düzen sağladı. Buna göre, akıl dışına çıkılmamalı, tutkular dizginlenmeli, kibir ve haz gibi insanı dürtüklüyen makul olmayan şeylerin farkına varılmalıydı. Bu düşünceler Kilise’nin öğretilerine benzese de, insanı mistik açıklamalar ve kabulleniş yerine Antik Yunan’ın sorgulayan pagan bireyine yönlendirmek istemesi açısından asi ve sorgulayıcı, haliyle farklıydı.

Farklıya merak ve Dünya Edebiyatı arayışı

Tarih boyunca egemen güçlerin kendilerini diğer kültürlerden üstün görmesi ve kendi kültürlerini başkalarına empoze etmesi bilindik bir alışkanlıktır. Ancak bu “yeni misyonerler”, Humanizmin yaygınlaşması, ticaretin artması ve küreselleşen dünyanın etkisiyle zamanla klasiklerden ayrılıp yeni arayışlara girmeye başladılar. Belki de kendileri, gelecekte unutulacak olan üst sınıflara hitap eden eserler vererek şimdiki zamanın klasikleri olmak istiyorlardı, kim bilir.

Mesela, Voltaire ve Herder gibi yazarlar, 16. ve 17. yüzyıllardan itibaren farklılıklara duydukları merakla, Doğu’da kendilerini arama arzusu ve oradan öğrendiklerini kendi kültürlerine eklemek isteği içine girdiler. Her ne kadar burada “biz üstünüz ama onlarda da değerli şeyler var, kendimizi kapatmamamız lazım” söylemi sömürgeci bir alt metin barındırsa da, yeni ve eklektik arayışlar açısından değerli bir dönemdi bu.

Bu akım, Goethe gibi ‘romantikler’ için öncü bir bakış açısı oldu. Bu yazarlar biraz daha eşitlikçi ve bütünleyici, hatta mütevazı bir bakış açısıyla Dünya Edebiyatı (Weltliteratur) gibi kavramları geliştirmek istediler. Öyle ki Goethe’ye göre yazar önce kendi kültürünü anlamaya çalışmalı ve sonra farklı olanla tanışmalı, onu eleştirmeli, bazı değerleri içlerine alıp onunla bütünleşmeliydi. Misal Goethe, Hint şiirini karmaşık ve hayalci bulurken, Çin yazılarını bilge ve nazik buldu. Buralarındaki ‘güzellik‘ kavramının soğukluğundan etkilenip, ısınmak için İran şiirine gittik ve eserlerinde onu ‘klasiklerle’ eklektik bir şekilde birleştirerek yeni bir humanizm kavramı oluşturmak istedi. Hafız’ın derin bilgeliği ve tutkusu onu derinden etkiledi ve Züleyha aşkını pek çok eserine ilham kaynağı olarak kullandı. Benzer şekilde, Sadık’ın mistik üslubu, Nietzsche’nin “Böyle Buyurdu Zerdüşt” ve Rilke’nin “Asma Bahçeleri” eserlerine ilham verdi.

Haliyle önceden sadece Yunan şiiri gibi algılanan edebiyat ve üst sınıfların felsefe sohbetleri olan ‘klasikler’, zamanla içine farklı coğrafyaların duygularını, sınıfların sorunlarını ve roman gibi başka türleri de alarak evrim geçirdi. Zenginleşti, daha kapsayıcı oldu, ‘güzelleşti’ ve özgürce çeşitlenen her şey gibi bereketlendi.


Kaynaklar

  • Damrosch, David. “How to Read World Literature.” Princeton University Press, 2009
  • Meriç, Cemil. ‘Kırk Ambar‘. İletişim Yayınları, 2016
  • Meriç, Cemil. ‘Batı Edebiyatı’. İletişim Yayınları, 2017
  • Moran, Berna. ‘Edebiyat Üzerine’. İletişim Yayınları , 2009


Notlar:

*İlk başlarda Eski Yunan geleneğini yaşayan ve dil bilen insanlara humanist denilirdi.

**Humanities, Cizvit papazlarının da etkisiyle, eski dillerin öğretildiği ve insanın üst anlam arayışına cevap veren mütevazı bir eğitimin de adıydı.

edebiyathaber.net (11 Şubat 2025)

Yorum yapın