“Çölde bir yolcu gibi yalnızlığım içinde” kavrulup giden edebiyatçı: Cahit Sıtkı Tarancı | Furkan Uzun

Kasım 4, 2021

“Çölde bir yolcu gibi yalnızlığım içinde” kavrulup giden edebiyatçı: Cahit Sıtkı Tarancı | Furkan Uzun

Türk Edebiyatının en farklı kalemlerinden biri Cahit Sıtkı Tarancı’yı, Türk Edebiyatında bıraktığı büyük eserler sayesinde tanıdık. Gerçi ne kadar tanıdığımız meçhul. Ama en azından kendisinin bu topraklardan çıkan en önemli şairlerden biri olduğunu biliyoruz.

Cahit Sıtkı Tarancı, başta “Ömrümde Sükût”, “Aynalar”, “Ben Ölecek Adam Değilim”, “Memleket İsterim”, “Desem Ki” ve tabi “Otuz Beş Yaş” şiirleri olmak üzere Türk Edebiyatına her biri birbirinden özel ölümsüz eserler bırakarak 65 yıl önce bir 13 Ekim gününde henüz 46 yaşında Viyana’da hayata gözlerini yumdu. Bu yazımızda Tarancı’sız geçen bu 65 yılı ve Tarancı’nın edebiyatımızda bıraktığı derin izleri anlatacağız.

Cahit Sıtkı, 2 Ekim 1910’da Diyarbakır’da dünyaya geldi. Babası, Diyarbakır’da ticaret ve ziraatla uğraşan köklü Pirinçcizadeler ailesinden Bekir Sıtkı Bey’dir. Annesi ise babasının amca kızı Arife Hanım’dır. Bekir Sıtkı Bey- Arife Hanım çifti 2 Ekim 1910’da anne-baba olma sevinci yaşarken “Hüseyin Cahit” adını verdikleri bu çocuğun ilerleyen yıllarda “Cahit Sıtkı” adıyla Türk Edebiyatına ölümsüz eserler bırakacağını elbette tahmin edemezlerdi. Cahit Sıtkı’nın yakın arkadaşlarından olan Ziya Osman Saba’ya göre Bekir Sıtkı Bey, Cahit Sıtkı Tarancı’ya Hüseyin Cahit Yalçın’a olan hayranlığından dolayı Hüseyin- Cahit ismini verir.

Bekir Sıtkı Bey’in akrabaları soyadı kanunuyla beraber “Pirinçcioğlu” soyadını almasına rağmen, Soyadı Kanununun çıktığı yıl pirinç ekiminden zarara uğrayan Bekir Sıtkı Bey, bu duruma bir tepki göstererek “çiftçi” anlamına gelen “Tarancı” soyadını seçer.

Cahit Sıtkı Tarancı, eğitim hayatına 1917’de Diyarbakır Nümune-i Terakkî-i Hamidî Mekteb-i İptidâî’sinde başlar. Sonraki yıl ise Mektebi Sultani’nin iptidai kısmına gönderilir. Burayı “üstün başarı” ile tamamlayan Tarancı, vali olmasını ve ailesinin adını yüceltmesini arzu eden babası tarafından İstanbul’a yollanır. Tarancı, İstanbul, Kadıköy’deki Saint-Joseph Fransız Lisesinde belli bir süre eğitim gördükten sonra 1927-28 eğitim-öğretim döneminde ortaokul son sınıf öğrencisi olarak Galatasaray Lisesine girer. 

Bir sonraki eğitim-öğretim yılında ise aynı okulda lise öğrenimine başlar. İlk şiirlerini de burada eğitim gördüğü yıllarda yazar. Hafta sonu tatillerini dayısı Nafia Vekili Feyzi Bey’in evinde geçirirken yaz tatillerini memleketi Diyarbakır’da geçirir. Tarancı, 1931’de buradan mezun olduktan sonra Yıldız‘daki Mülkiye Mektebi‘nde yatılı eğitim görür. Bu dönemde yazmış olduğu “Uzak Bir İklimde”, “Gece Bir Neticedir” ve “Güneşe Âşık Çocuk” gibi şiirler Tarancı’ya ilk şöhretin kapısını açar.

 Bu şiirler sayesinde şöhret basamaklarında yürüyüşe başlayan Tarancı, Peyami Safa’nın 1932’de Cumhuriyet gazetesindeki üç yazısıyla beraber kamuoyunda iyice tanınır bir hale gelir. Cahit Sıtkı, derslere karşı ilgisizliği, kendini alkole vermesi ve bazı gönül maceraları yaşaması yüzünden dört yıl sonunda mülkiye tahsilini tamamlayamaz ve İstanbul’daki Yüksek Ticaret Okulunda öğrenim görmeye başlar. Kısa süre sonra da Cumhuriyet gazetesi sahipleri Nadir Nadi ile Doğan Nadi‘nin desteği ile üniversite yükseköğrenimini tamamlamak üzere Paris’e gider ve 1938-40 yıllarında Paris’te Sciences Politiques‘te öğrenimine devam eder. Bu dönemde geçimini sağlamak için bir yandan Paris Radyosu’nun Türkçe yayınlar servisinde spikerlik yapan Tarancı, bir yandan da gazeteye öyküler göndermeye devam etti.

Paris’teki öğrencilik yılları sırasında sırasında Oktay Rıfat ile tanıştı. Paris yıllarında “Sıla”, “Kuşlar”, “Bir Hatıram Vardı Benim”, “İmkânsız Dostluk”, “Sulh Bir Hatıra Oldu”, “Bugün Hava Güzel”, “Desem Ki” şiirlerini yazdı. II. Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanya’sı uçakları 1940 yılında Paris’i bombalayınca  öğrenimini tamamlayamayarak 13 Haziran 1940’ta bisikletiyle kaçarak önce Lyon’a sonra Cenevre’ye geçti. Burada kısa bir süre kaldıktan sonra hiçbir yüksekokul bitiremeden Diyarbakır’a döndü. Askerliğini 1941-1943 yıllarında Ege’nin küçük şehirlerinde yapan Tarancı, “Haydi Abbas” şiirini de, askerlik yıllarında kaleme aldı.

Tarancı, askerliğini tamamladıktan sonra ise bir süre babasının Eminönü’ndeki ticarethanesinde muhasebe defterlerini tuttu. Ancak alkol problemi yüzünden babası ile arası açılınca Ankara’ya gitti. Sırasıyla Anadolu Ajansı’nda, Toprak Mahsulleri Ofisi’nde ve Çalışma Bakanlığı’nda tercüman olarak çalıştı. Bu yıllarda Orhan Veli Kanık, Melih Cevdet Anday, Ahmet Muhip Dıranas, Ceyhun Atuf Kansu, Oktay Rıfat, Yaşar Nabi Nayır, Sabahattin Eyüboğlu gibi önemli edebiyatçılara komşu olarak yaşadı.

 “Otuz Beş Yaş” şiiri ile 1946’da CHP Şiir Ödülü’nde birincilik kazandı ve ülke genelinde tanınan bir şair oldu. Çalışma Bakanlığı’ndaki görevi sırasında tanıştığı Cavidan Tınaz ile 4 Temmuz 1951’de evlendi. Bu evlilik sonrasında yazdığı şiirlerini “Düşten Güzel” adlı kitapta topladı.  Cahit Sıtkı’nın birçok şiiri farklı bestekârlar tarafından çeşitli makam ve farklı usullerde bestelendi.

İş ve sanat dünyasında son derece başarılı olan Cahit Sıtkı, bu alanlarda başarılı olmasına rağmen üzerindeki o derin yalnızlıktan bir türlü kurtulamadı. Kendi deyimiyle “çölde bir yolcu gibi yalnızlığım içinde” kavrulup giden şair, kendi yazdığı mektupları kendi adresine postalayacak ve bir süre sonra posta kutusuna gelen mektupları uzaklardaki sevdiceğinin yazdığına inanacak ve bunun için sevinecek kadar yalnız bir insandır, ama aynı zamanda bir süre sonra kendisine mektup yazmayı bırakacak ve bu yüzden kendisini “vefasızlık” yapmakla suçlayacak kadar da sıra dışı bir karakterdir.

Tarancı, 1953 yılında felç geçirdi. Yatağa bağlı ve yarı bilinçli durumda olan şair; İstanbul ve Ankara’da çeşitli hastanelerde tedavi gördü; bir yıl kadar da Diyarbakır’daki baba evinde kaldı. 1956 yılında tedavi ettirilmek üzere devlet tarafından Avrupa’ya götürüldü; zatülcenp hastalığına yakalanarak 12 Ekim 1956’da Viyana’da vefat etti. Cenazesi Ankara’da Cebeci Asri Mezarlığı’na defnedildi.

Dönemin önemli sanat ve fikir dergisi olan Varlık dergisi, yazarlarından biri olan Cahit Sıtkı’nın vefatından sonraki ilk sayısında, sayfalarının çoğunu ve arka kapağını Cahit Sıtkı’ya ayırdı. “Varlık”lı arkadaşları Cahit Sıtkı’yı böyle anarak ona bu şekilde veda etti. 1 Kasım 1956 tarihli Varlık dergisi sayısında “Tarancı’da Yaşamak” başlıklı bir yazı kaleme alan Behçet Necatigil, kusursuz bir Türkçe kullandığı yazısında aynen şu ifadelere yer verir;

“Doğan güne hükmü geçmese, halden anlayan bulunmasa, dolayısıyla bir kurtuluş gibi ölümü düşünse bile hep yaşamak isteğidir ağır basan. Pencerelerinde doğan güneş oldukça bütün elemlere, her türlü mihnete razı, şair. Son şiirlerine doğru ölümün artık sözünü etmez olur; İbadet gibi bir şey teneffüs etmek (Yaz Gecesi) diyerek yaşamada karar kılar. Tarancı’nın ölümü boşlayıp ne varsa yaşamakta var yargısına varışını okuyucu, en açık en net şekilde Yaşım İlerledikçe şiirinde de bulunabilir: Yaşım ilerledikçe daha çok anlıyorum-Ne büyük nimet olduğunu ah ey güzel gün-Boş yere üzülmekte mana yok anlıyorum-Kadrini bilmek lazım artık her açan gülün-Şükretmek türküsüne daldaki her bülbülün-Yanmak da olsa artık aşk ile yaşıyorum. Artık bundan sonra ölümü zaman zaman o dehşet gün diye vasıflandırmasına rağmen isyanla değil, tevekkülle hatırlar. Kaçınılmaz bir alın yazısı olduğu için tevekkülle, hayata bağlı olarak, kendisini zamanla unutacak dostlarının, bir başkasının avutacağı sevgilisinin, kendisine en çok yanacak annesinin hatırasıyla birlikte hatırlar (İnsan Hali) Tarancı’ya göre yaşamak hareketler toplamıdır, duran ölüdür. Kaçış temasını işleyen şiirleri grubuna bir düğüm gibi attığı Hareket şiiri, bütün bahar sarhoşluklarının, güzel havalarda sokaklara fırlayışların, aşklar açılışların sebep ve manasını açıklıyor. Evet, Cahit Sıtkı hayatın, dünya nimetlerinin şairiydi. Günlerin kadrini bilmek isteyen, gül demetlerini koklamak, rüzgarları yelkenini açmadan bırakmamak isteyen bir şair. Sonra yâd elde kimsecikler duymadan bu sefer, tekneyi sarmış dalgalar arasında, çok eskiden bir ara ümitlerini bağladığı ölümün kapısına yöneldi, bu kapıyı açıp gitti…”

Aynı sayının arka kapağında ise Cahit Sıtkı’nın fotoğrafına ve şu dizelerine yer verilir;

“Öldü; ne rüzgârlar girdi içeri,
Ne bir kuş havalandı pencereden.
Öldü; kimse görmedi melekleri;
Sorma nasıl habersiz gitti giden.
Bir uzun sefere çıktı, diyorlar;
Gemiyi gören var mı? hani deniz?
Sen gittin, soframız oldu târumar;
Doğan günü yadırgıyor hâlimiz.”

Aynı derginin 15 Kasım 1956 tarihli sayısında ise Cahit Sıtkı’nın kız kardeşi Yıldız Köksal’ın Varlık dergisinin sahibi ve yazı işleri müdürü Yaşar Nabi Nayır’a yazdığı mektuba yer verildi. Yıldız Köksal, “Ağabeyimin Ardından” başlıklı mektubunda şu ifadeleri kullanır;

“Dün ve evvelki gün okuduğum değerli derginizde evvela zalim hastalığı sonra da ebedi kaybıyla bizleri anlatılmaz acılara içinde bırakan çok sevdiğim ağabeyim Cahit Sıtkı’ya ayırdığınız sayfaları gözyaşlarım ve tahassüslerimle okudum. Çok sevdiğim ve tarafından da o kadar sevilmiş olduğum ağabeyimin kardeş grubu dışında kalmama içim razı olmadı; böylece size bu mektubu yazmaya koyuldum. Bakın bu vesile ile sizlere ismimle alakalı güzel bir çocukluk hatırasını da anlatayım: Galatasaray’da bir imtihan devresinde bana Diyarbakır’a gönderdiği güzel bir kız çocuğu kartpostalının arkasında şunlar yazılıydı: “İmtihanlara çalışırken gökte bir yıldız bana bakıp bakıp gülümsüyordu; bu yıldız benim Yıldız’ımdı ve bana imtihanlarda olacağımı müjdeliyordu…” İsmimle alakalı olan bu hatıraları çocuk ruhumu ne kadar okşamış ki senelerce aynen bende kaldı. Nihayet O’nun artık herkesçe bilinen o yürekler acısı, o zalim hastalık devresi, tedaviler devresi; gene tedavi uğruna, canı kadar sevdiği anneciğinden ayrılarak, küçük ağabeyimizin refakatiyle Viyana’ya gidişi; benim Yeşilköy’de aldığım hususi müsaade ile uçağa girerek o’na gene yaşlı gözlerle sıhhat, iyi yolculuk temennilerinde bulunup, tekrar, tekrar öpüp uğurlayışım- meğer bu ağabeyciğimi son görüşüm imiş- ve altı hafta sonra da daha kötü bir kader de ister istemez kabullenerek gene Yeşilköy’de O’nun cenazesini karşılayışım… İşte bu büyük acılarımı, ıstıraplarımı anlatmak benim bu basit kalemimin kârı değildir artık; bu hislerimi her türlü ifadeden âcizim. Bugün artık tek tesellimiz, sevgili ağabeyimize edebiyat âlemimizde verilen güzel mevki ve O’nun daima anılacağına inanmış oluşumuzdur.”

Cahit Sıtkı’nın anısına sonsuz saygıyla…

edebiyathaber.net (4 Kasım 2021)

Yorum yapın