Cesaret ve korku arasında kalan bir evlilik hikâyesi: Kardinal Kuşu | Funda Dörtkaş

Mart 28, 2018

Cesaret ve korku arasında kalan bir evlilik hikâyesi: Kardinal Kuşu | Funda Dörtkaş

Korku, yaşanmış olana hissedilen öfkeden; cesaret, henüz yaşanmamış olana yönelen meraktan beslenir. Kimi duygular insanı arındırır ve arıtır. Oysa ki korku ve cesaret arasındaki garip hengâmenin ortasında insan, belirsizliğin telaşına kapılır. Günümüz ilişkilerinde hepimizin yoğunlukla yakındığı gerçeklik; bireysel yaşamlarımızın kenarında duran, yenilenmeyen, ilerlemeyen ve istenene, beklenene karşılık vermeyen insani birlikteliklerin ne kadar çorak olduğudur. Tedirginlik ve hayret duygusuyla baş etmek zorunda kalan insan için bir muamma gibi duran iktidarını diğerinin üzerinde gerçekleştirebilme gücü haşmetli bir yükselişle nihayetlenir. Yalnızlığın çeperi kalınlaşır. Böylece korkularına yeterli ve merakına yetkin olamayan insan, başkasına hükmedebilmenin heybetine ve kudretine teslim olmayı kanıksar.

İnsanların diğerleriyle birlikteyken yaşadığı tedirginlik duygusunu korku olarak tanımlayamamaları bu duygularını maskelemeleriyle sonuçlanır der Engin Geçtan*: Kendilerinden bile sakladıkları, en yakınlarına dahi itiraf edemedikleri bu tedirginlik, çocukluktan yetişkinliğe evrilirken insanı hiç farkında olmadan suçluluk ve değersizlik duygusuyla baş başa bırakır. Yüzleşil(e)meyen her duygunun yöneldiği, elbette başka bir insan ve bizzat yaşamın kendisidir. Tehdit olan hep başkalarıdır. İstemeyen, kabul etmeyen, onaylamayan diğerleridir. Abartılı ve gerçek olmayan kanıtlar sunulur, buna inanılır ve insanın olumsuz, düşmanca duygularını diğerine yansıtması ile ilerleyen süreç, varoluş suçluluğuyla tamamlanır. Bir insanı veyahut insanları sevebilmek kuşkunun, kızgınlığın, hoyratlığın kurnaz çehresine bakmadan dürüst ve açık yüreklilikle davranabilmeyi gerektirir ki benliğin ve insanın kendisinin kabul görebilmesinin uyumu böylece biçimlenir.

Ülkü Yalım Günay’ın Ayizi Yayınları tarafından basılan ilk romanı Kardinal Kuşu, uyumdan ve sevgiden azade, eşit ilişkiyle beslenmemiş bir evliliğin öfke, korku, tahammülsüzlük ve birbirine yabancılık duygusuyla hangi evrelerden geçtiğini anlatan bir kitap. Geçmişin geçmişte kalmamış izlerini, çocuklukta yaşananların -kimi zaman kabul etmesek de- yetişkinlik dönemindeki arazların büyük ölçüde belirleyicisi olduğunu, bir kadının sessiz tehlike olarak görülen cesaretinin bir erkeğin korkularıyla perdelediği varoluşu üzerindeki etkilerini İlhan ve Göksel aracılığıyla detaylandıran roman, bize aynı zamanda seçme şansımız olsa hangisini tercih edeceğimiz konusunda geniş tartışma alanı açıyor: Geçmişin korkularına sığınan acımasızlığa gerekçeler aramak mı? Şimdinin cesaretini besleyen kaygıların nedenlerine sığınmadan yol alabilmek mi?

Bağımlılık ve bağlılık arasındaki o incecik çizginin ihlali ile sorumluluğun muhtaç olmaya nasıl evrildiğini gösteren roman, kültürel kodların ve öğretilmiş davranışların ilişkileri nasıl başkalaştırdığını da betimliyor. Bizim gibi, kültürü, yerleşik, olmazsa olmaz, pek de değiştirilemez gören insan toplulukları için sınırları ve tutumları belirlenmiş ilişkiler güven duygusuyla ilişkilendirilir. Gelgelelim kültür, dinamiktir ve etki ettiği her alan, her ilişki bu akışkan yapının önünde sarsılmaz bir engelle karşılaşır. Böylece ilişkiler birer yaşantıya dönüştürülürken, hegemonik mekanizmaların çarkları arasında eskir, yıpranır ve yorulur. Dolayısıyla Kardinal Kuşu kitabında Ülkü Yalım Günay, sadece bir evliliği anlatmıyor. Daha katmanlı ve kapsayan bir yönelimle içinde yaşadığımız toplumu, bu toplumun işine yarar kısımlarıyla biçimlendirdiği kültürün erkek ve kadın ilişkisi üzerindeki yıkıcılığını, tahakkümünü ve tutumunu gösteriyor. İstedikleriyle gerçekleştirdikleri arasındaki uyumsuzluk sebebiyle başarıyı yakalayamayan, çocukluğunu gömdüğü limon ağacının dibini, toprağını eşelemekten yorgun düştükçe hırçınlaşan, bir başkasıyla eşit ilişki kurmayı bilmediğinden mutlu olamayan, mutlu olamadıkça alkolün gövdesinde rahatlayan, öz benliğinden yoksun İlhan’ın hikâyesi ile yazar patriyarkanın resmiyetine geniş bir parantez açıyor. Öte yandan toplumsal sistemin kültürel yapılar ile patriyarkı nasıl güçlendirdiğini (İlhan’ın annesinin gelini Göksel’e tavrı, İlhan’ın meyhanedeki arkadaşlarının ilişkiler karşısındaki tutumu örnek verilebilir), bu gücün ilişkilerdeki söylemle ve eylemle nasıl beslendiğini, beklentileri, mutluluğu ve yaşamı için ne yapması gerektiğini bilemeyen kadın karakter Göksel aracılığıyla gözlemlememize olanak tanıyor.

“Olayları kendisi gibi duyumsayamayan biriyle neyi paylaşacak? Duygusallığını alaya alan, sulu gözlü olmakla suçlayan ve hiçbir konuda ortak bir noktada buluşamadığı birine açılmaktansa, her şeyi kendi kendine yaşamayı yeğlemesi bundan. Onun yanında ne denli yalnız. Adam, mantıklı olduğunu sanıyor, oysa duyarsız. İkisini birbirine karıştırıyor. Daha doğrusu, ortalama bir mantığın bile kabullenemeyeceği bir terslik var onun düşünce yapısında. Sürekli karşısındakini küçük görmeye, eleştirmeye ve kendini haklı göstermeye kurgulu bir yapı.”

Güç kazanma utkusunun karşıdakini güçsüz bırakmaya yönelik eğilimi, küçümseme duygusuyla beslenirken; güçsüzlüğünün neden olduğu fakat yüzleşemediği kendini küçümseme; değersizlik, yalnızlık ve mağdur olma duygusuyla taçlanır*. Ülkü Yalım Günay’ın tam bu noktada İlhan’ın saldırgan ve suçluluk duyan ruhunun, esasen o farkına varmasa da varoluşuna acıyan tutumda olduğunu işaretlemesinin, okura kendisiyle ve yaşadığı ilişkilerle yüzleşmesi adına geniş bir çerçeve oluşturduğunu söyleyebilirim. Ayrıca bu suçlanmaya maruz kalan, İlhan’ın tepkilerinin ve kızgınlığının yöneldiği, biriktiği özne olarak Göksel’in hayatını kökten değiştirebilmek için harekete geçişinin de kadın olarak özgürleşebilmenin, var olabilmenin ne tür kaygılarla mücadele ettiğini göstermesi açısından önemli olduğunu ekleyebilirim. Diğer yandan Kardinal Kuşu, aile nedir sorusuna verilecek uzun ve karmaşık yanıtlara ait seçenekleri bizim sıralamamızı bekliyor. Kolun kırılıp yenin içinde kaldığı odalı, salonlu, mutfaklı evlerin kapısının ardında yaşananların, aile denen mikro kurumun yapısını ve işlerliğini ne denli gösterdiği sorusuna da odaklanıyor. Mecburiyetlerin ve çaresizliklerin renk olduğu evlerinde ayrı odalarda, birbirlerine tahammül ederek yaşamak zorunda kalan İlhan ve Göksel, hayallerini ve yıllarını mutsuzluklarına kovalatırken sıklıkla geçmişi sorguluyorlar. İlhan’ı aralarındaki iletişimsizlik nedeniyle bir yemek tarifi yazarak terk eden Göksel’in eve tekrar dönmek zorunda kalışı, duygusal dünyasındaki yalnız olma halini daha derinden duyumsamasına, kızıyla kurduğu ilişkinin farklılaşıp derinleşmesine yol açıyor. Başkalarının yanında gülümsemesi bile kısıtlanan bir kadının, Göksel’in özgürleşme cesaretinin izleğini ve vardığı sonucu burada anlatmadan okura bırakmanın daha doğru olduğunu düşünüyorum.

“ “Sorunsu görünür” bu tümce can alıcı bir gerçeği vurguluyor. Her şey görünürde sorunsuz.”

Ülkü Yalım Günay Kardinal Kuşu kitabında önemi hiçbir zaman yadsınmayacak olan kadın erkek ilişkisinin haritasının sınırlarını biçimlendirirken, birbirine eklenen zamanların tortusundan ve iki anlatıcının (İlhan ve Göksel) varlığından yararlanıyor. Hem İlhan’ın hem Göksel’in anlatıcı olması, roman karakterlerinin otobiyografik hikâyelerine tanıklığımızı sağlıyor. Geçmişe geri dönüşler detaylı ve imgelerle çevrili. Karakterlerin iç zamanları ve anlatı zamanı birbirine eklenip genişliyor. Yazarın kullandığı mekânlar ve eşyalar gerek karakterlerin psikolojik durumlarını gerek geçmiş ve şimdi arasındaki değişimi ortaya koymaları açısından farklı niteliklere sahip. Göksel’in mecburiyet mekânı olarak mutfak, özgürlüğe cesaretini imleyen valizi, her gününü ve yaşadıklarını yazdığı, kendisine ait geniş bir alanı kuşatan kimsenin okumadığı günlüğü; İlhan’ın geçmişiyle karşılaştığı, çocukluğuyla savaştığı rüyaları, çalışma odası, kendi varlığının yüzeyindeki karmaşıklığı anımsatan, anımsattıklarıyla korkutan halı, yazamadığı kitapların sorumlusu daktilo ve geçmişini sakladığı kayıp keman… Mekânlar ve eşyalar romanın karakterlerini detaylandırırken dış ve iç mekânların farklılaşmasıyla karakterler arasındaki çatışma unsurlarını da net görebiliyoruz. Kitabın adı, Göksel’in saçını kızıla boyatıp İlhan’ın onu ilk gördüğü an dilinden dökülenle özdeş: Kardinal Kuşu. Kuş imgesi romanın ilerleyen bölümlerinde Göksel’in arayışlarıyla bütünleşip kaçmaya, kurtulmaya ve özgür olma ihtimaline vurgu yapıyor. Ağaç ise bir imge olarak kök salmanın ve yerleşik olmanın hem bağımlı kılan yanını hem farklı bir toprak üzerinde köklenebilmenin olasılığını tanımlıyor. Erkeği parlak kızıl, dişisi ise çoğunlukla kahverengi olan Kardinal Kuşu imgesi ile yazar, İlhan’ın Göksel’e bakışında kendisiyle karşılaştığı o yüzleşme ânını fotoğraflıyor. Gerçek hayat ile kurduğu ilişki bağlamında Kardinal Kuşu, erkeğin salt erkek olmasından mütevellit sahiplendiği iktidarı kazanılmış, dokunulmaz bir hak gibi görmesinin sonuçlarını; çocukluğunu ve tüm yaşamını kâbusa çeviren korkularla kuşatılmış bir erkeğin alkole sığınan korkaklığını ve neden varım sorusuna doğru dürüst bir yanıt bulamadan gitmek istemediği dünyada geride kalanlara bırakacak dişe dokunur bir şeyi olsun isteyen bir kadının cesaretle yüzleşmesini; toplumsal rollerin ikili ilişkilerdeki kabullenilmiş sabrı nasıl beslediğini sorguluyor.

Funda Dörtkaş – edebiyathaber.net (28 Mart 2018)

* Geçtan, Engin. (2003), “İnsan Olmak”, syf. 50-54, İstanbul, Metis Yayınları.

* Geçtan, Engin. (2003), “İnsan Olmak”, syf. 55-66, İstanbul, Metis Yayınları.

Yorum yapın