Cantona asla sadece Cantona değildir | Can Öktemer

Temmuz 29, 2020

Cantona asla sadece Cantona değildir | Can Öktemer

Futbol bir spor dalı olduğu kadar gösteri ve temaşa halidir cüretimi maruz görün ama bazen fena halde de sanata benzer.  Estetik bir şekilde hazırlanan bir golün ya da kalecinin yapacağı bir kurtarış seyirci için iyi bir filmden çıkmışcasına mutlu edebilir. Futbolun bitmeyen cazibesi ve her kesimden bu denli ilgi görmesinin sebebi de budur bir yerde. Dolayısıyla sahada ender görülen bu hareketleri ustalıkla icra eden futbolcular da bir nevi sanatçıdır. Futbolun giderek bir endüstri haline geldiği 1960 sonrası dünyada, futbolcular dış görünüşlerinden, kendilerine has karakter ve yetenekleriyle bu gösteri halini kültleştirir hatta birer mit haline getirmişlerdi. Sahada oldukları kadar saha dışındaki görkemli yaşamları da bu gösterinin bir parçası olmuştur. Kazandıkları kupalar, sahada yapılması güç hareketleri kolaylıkla yapabilmeleri dolayısıyla seyirci nazarında onların birçoğu Tanrı katında ikame etmektedirler.

1990’lı yıllarda ise sanatçı tarifine her anlamıyla uyacak bir isim de hiç kuşku yok ki Eric Cantona’dır. Fransız futbol sanatçısı gerek sahada yaptıkları gerekse de saha dışı yaşamıyla tüm dünyada tanınan bir ikona dönüştü. Cantona hem dibine kadar asiydi hem de maharetli bir golcüydü. Belki on futbol tanrılarının içerisine tam dahil edemeyiz ama bir tarafıyla Zeus’un faniden olma Perseus olduğu da bir gerçek.  Cantona’yı futbol tarihinde ayrı bir yere konumlandıran özelliği ise eşi benzeri olmayan karakteridir. Kral tacını takmayan istemeyen bir asilzade ile her daim özgürlüğün peşinde olan gelgitli asi bir ruha sahiptir. Futbol sanatını, şiirsellikle asiliği harmanlayarak sunabilmek çok başka bir maharet olsa gerek. Cantona da hem aktif futbol yaşamında hem de sonrasındaki yaşamında asiliği ve şiirselliği sonuna kadar izleyicilere sunmaya devam etti.  Dik yaka forma, resim ve şiir merakı, otoriteye karşı isyan, öfke patlamalarıyla birlikte atılan olağanüstü goller, kazanılan kupalar, kavgalar, sahalardan men edilme, futbol sonrası sahneyle, oyunculukla haşır neşirlik; Cantona’nın önümüzden film şeridi gibi geçen futbol hayatından kesitlerdir. Bir taraftan gök gürültülü sağanak yağışlı bir kariyer diğer tarafta bir şekilde tüm zorlukları aşan Kral halesi Cantona’nın imgesinin bir parçasıdır. Böylesine bir hayat da hiç şüphesiz kaleme alınmayı hak ediyor. Geçtiğimiz günlerde Philippe Auclair’in Egemen Özkan çevirisiyle İthaki Yayınları’ndan yayımlanan Cantona Kral Olacak Asi tam da bu minvalde bir kitap.

Marsilyalı Oddysseia

Philippe Auclair, Kral Olacak Asi’de Cantona’nın hayatını Cantona’yla neredeyse hiç birebir görüşme yapmadan, onun hayatına temas eden ve derin etkiler bırakan insanların aktardıkları üzerinden kurgulamış. Cantona gibi bir figürünün hayatında çok az bilinmedik nokta olsa gerek; zaten kendisi b görkemli hayatı olabildiğince şeffaf yaşayan biri. Lakin Auclair’in kitabının en önemli farkı, Cantona’nın zihin dünyasına girmek, ruhuna temas etmek. Nevi-i şahsına münazır Marsilyalı’yı iyisiyle kötüsüyle tüm zaaflarıyla, başarılarıyla ortaya koymaya çalışmış. En çok Cantona etrafına örülen farklı ikonik imgenin peşine düşmüş. Kitap boyunca bir taraftan Fransız futbolcunun kariyerini bir kez daha hatırlıyoruz, diğer taraftan etrafında örülen “Cantonamania”yı anlamaya çalışıyoruz.

Yazar bunun için hikâyeyi başa sararak, Cantona ailesinin kökenlerine bakıyor. Doğdunuz yer ve etkileşimde bulunduğunuz kişiler, benliğinizin gelişiminde büyük etkileri olan yerlerdir.  Karakteriniz de böyle oluşur zaten. Katalan kökenlerine sahip, Marsilya doğumlu Cantona’nın kişiliğinin şekillenmesinde bu bölgenin katkısı büyük olsa gerek. Bir liman kenti olarak Marsilya, farklı etnisitelerden göçmenleri ağırlayan, Fransa’nın geneline göre oldukça değişik bir kent yapısına ve kültürüne sahip bir yer.  Dolayısıyla bir tarafıyla “ev”lerinden uzak nice insan ev sahipliği yapan onlara yeni bir yuva olmayan çalışan da bir yerdir. Özgürlüğüne düşkün, otorite karşıtı ve futbol hayatı boyunca çok sık takım değiştiren Cantona’nın kariyeri boyunca kendine bir ev arayışının kökenleri buradan da mı gelmektedir, bilinmez. Lakin Marsilya’nın onun karakterinin oluşumunda çok önemli bir yeri olduğu aşikar. Auclair, kitap boyunca, Cantona’nın kural tanımaz eylemlerinin ya da sürekli takım değiştirmesinin nedenlerini geriye dönüşlerde Marsilya sahillerinde arar. İşte, Cantona da böyle bir atmosferin içerisinde dünyaya gelmiş, hayatın içerisine atılmıştır. Ufak yaşlardan itibaren resim ve futbola düşkün bir çocuk olan Cantona (Çocukluğuna dair en somut imgelerden biri babası Albert’in omuzlarında izlediği Cruyff’lu Hollanda maçıymış. Bu maç ve Cruyff aklından hiç çıkmamış).

Cantona, Auxerre takımında resmi olarak futbola başlamış. Auxerre, gençlere önem veren birtakım olarak biliniyormuş. Cantona’nın futbola olan yeteneğini kısa sürede keşfeden takımın hocası Guy Roux onu yine kısa sürede takımın önemli bir parçası haline getirmiş. Roux aynı zamanda onun için otoriteden ziyade bir baba figürüydü. Cantona’nın öfkesini, hırçınlığını dizginleyebilecek, sahada özgürlüğünü verecek yegâne kişilerden biriydi. İlerleyen dönemde Roux’un rolünü Alex Ferguson alacaktır zaten. Eric Auxerre’de, hızla yükselir, golleri ardı ardına atar, dikkatleri kısa sürede üzerine çeker. Böylesine hızlı bir yükseliş, dönemin popüler kulüplerinin radarına giriş ardında Marsilya transferi, burada başta Başkanla yaşanan gerginlikler, kavgalar, öfke patlamaları, ağız dalaşlarının ardından takım ayrılma kararı alır Cantona. Marsilya sonrası, kendine Odyssea’nın yolcuğunu andıran bir “eve” dönüş hikâyesi aramaya başlar. Sırasıyla Bordeaux, Montpellier ve Nimes gibi kulüplerde şansını dener, Fransa milli takımında hocasıyla gerginlikler yaşar, Fransa’yı “ev” kavramanı sorgulamaya başlar. Yuva doğduğun yer midir? Ait hissettiğin yer midir? Tüm bu sorular eşliğinde taçsız Kralın hayatının esas yolculuğunun başlatacak İngiltere ve Leeds United macerası başlar. İngiltere’yi müziğiyle, kültürüyle her daim ayrı bir yere koyan Cantona için Birleşik Krallık, çok iyi gelmiş, bir anlamda kendini bulmuştur.  Kısa süren Leeds United macerasının ardından hem İngiltere hem de dünya tarihini değiştirecek Alex Ferguson’lı Manchester United dönemi başlayacaktır. Tarihi değiştirecek transfer diyorum çünkü; Cantona’nın varlığı hem İngiltere Premier Ligi’ni farklı klasmana sokarak, dünya çapında bir endüstri haline getirmiş hem de Alex Ferguson’nun modern Manchester United’in kilit taşlarından biri olmuştur. 1990’lı yılların ortalarında Cantona etrafında kurulan takım ligi uzun bir süre domine edecek, Şampiyonlar Ligi şampiyonu olacaktır. Üstelik Manchester’ın yol Galatasaray ve Fenerbahçe ile de kesişecek Ali Sami Yen’deki maç gerginliklere sahne olacak Cantona’yı çok kızdıracaktır. Kral Cantona, Manchester United bünyesinde çıktığı uzun yolun ardından artık evine ulaşmıştır. Manchester onun için gerçek bir evdir artık. Odysseia yolculuğundan dönmüş, tacını takıp krallığının başına geçmiştir.

Elvis Presley gibi formasının yakalarını kaldıran ve 7 numarayı sırtlayan Cantona’yla beraber Manchester United, Liverpool hegemonyasını yıkmayı başarmıştır. “Doğa beni katılaştırdı. Boynum ve sırtım sık sık ağrıyor. Ama yakamı kaldırıp oynamaya başlayalı beri boynum hiç tutulmadı.” Manchester’la elde edilen şampiyonluklar, kupaların ardından yine sadece kendisinden beklenilecek bir davranışla 30 yaşında futbolu bırakır. Phillipe Auclair, Cantona’nın bu kararını futbolcu Cantona’nın ölümü olarak tarif ediyor. Cantona’nın öldürdüğü futbolcu personası plaj futbolu ve sinema oyuncu olarak başka bir kimlikle yeniden doğmuştur. Auclair, kitabını son derece başarılı bir şekilde bir taraftan Cantona’nın kariyerine, oynadığı takımlardaki kritik gollerine, asistlerine, şahit olduğu tarihi anlara odaklanırken diğer taraftan da Cantona’nın “insan” tarafına odaklanıyor.

Asil ve asi

Eric Cantona’yı sadece bir futbol figürü olarak tarif etmek eksik olur sanırım.  Kendisi her daim sınırları zorlayan, bir şekilde gündem olmayı başaran, bazen çok derinlikli laflar eden bazen de ağzına geleni söyleyen bir asi. Crystal Palace maçındaki taraftara attığı tekme, futboldan uzaklaştırılma cezası alması, sonra takımına geri dönüp sayısız kupa kazanması. Fransa Milli Takımının göz bebeğiyken bir anda milli takımdan emekli olması, parayı her daim ikinci plana atması ve reklamlardan, sponsorlar desteklerine de hayır demeyen, sahadaki agresifliği, oyunbazlığıyla, Rimbaud hayranlığıyla, özgürlüğüne düşkün ve çoğunlukla duygularıyla hareket eden tüm çelişkileriyle asillik ve asilik arasında gezinen bir Kral kendisi. Liam Gallagher’ın son albümün çıkış parçası Once klibinde yarı çıplak Kral tacı ve peleriniyle nasıl dans ettiğine ve şarkı söylediğine bir bakın; tam Cantonalık bir asilik ve asillik iç içe… Zaten günümüz futbolunda kim taraftara uçan tekme atıp olayın ardından ilk çıktığı basın toplantısında, süreç esnasında üzerine çok gelen basına ithafen söylediği: “Martılar, balıkçı teknesini takip ederken, sardalyelerin denize atılacaklarını düşünürler” gibi bir cümleyi kurabilir. Marsilya döneminde, şikeye karışmış kulübüne karşı net tavır alıp, futbol endüstrisinin fazlasıyla şişen ekonomisini açık sözlülükle eleştirebilir. (Yakın zamanda da bankaların hepimizi sömürdüğünü, dolayısıyla paralarımızı oradan çekersek sistemin çökebileceğini iddia etmişti). Hiçbir politik ideolojiye yakınlaşmayan, kendi bildiğini okuyan anarşizmin sınırında bir karakter kendisi. Her daim özgürlüğünün peşinde futbol ve sahne sanatçısı. 30 yaşında kimsenin beklemediği bir anda yeşil sahalardan emekli olup, sinema ve tiyatro oyunculuğu yapmayan başlayan hayatı kendine has kurallarıyla yaşayan hakiki bir karakter.

Modern futbol, devasa ücretlerin ödendiği ruhundan her geçen dönem giderek kopan bir endüstri. Başarının yolları da kariyer planlamaları da fazlasıyla mekanik hale gelmiş durumda. Çağımızın futbol dünyası belki Messi ve Ronaldo gibi müthiş futbol yeteneklerine sahip ama bu isimler fazlasıyla reklam ve imaj kokan steril hayatları, yüzeysel günü birlik açıklamaları ve kariyerist hamleleri sebebiyle kendilerini sadece futbolcu olarak hatırlayacağız. Sahip oldukları devasa kupa koleksiyonlarına rağmen “insan” taraflarını asla göremeyeceğiz futbol figürleri onlar. Eric Cantona’yı ise aradan yıllar geçmiş olmasına rağmen, asla sadece futbolcu olarak hatırlamıyoruz. Şiir merakıyla, resme düşkünlüğüyle, Marsilyalı olmasıyla, duruşuyla, kural tanımazlığıyla her daim kendine özgür bir karakter kendisi. Herkesin birbirine benzediği şu sıkıcı çağda kendi otantikliğini yaratabilmiş özgür bir ruh. Auclair, belki Cantona’yı hiçbir zaman Pele, Cruyff, Maradona gibi isimlerin yanına yazamayacağımızı ama her daim heybesinde farklı bir cümle taşıyan, duygularını saklamayan, duygularıyla hareket etmeyi seven, özgürlüğünün peşinde olan birisi olarak anacağımızı söylüyor Cantona’nın ifadesiyle: “Özgürlükle bir ilgisi yoksa, futbol nedir? O halde, lütfen bu basit soruyu bu küresel oyun için çalışanlara da -futbolculara, menajerlere, sponsorlara ve komitelere- sormama izin verin. Özgürlükle bir ilgisi yoksa futbol nedir? Özgürlükle bir ilgisi yoksa hayat nedir? Hayatın anlamı nedir?”

İnsanların onu ben denli sevmesinin bir nedeni de “insan” tarafını sürekli açık eden bir yarı Tanrı görünümlü biri olması belki dek kulağa hiç yabancı gelmiyor üstelik. Çelişkileriyle, duygusallığıyla, içine kapanıklığıyla, çocuksuluğuyla, coşkusuyla, hayatı delicesine sevmesiyle, agresifliğiyle, öfkesiyle, utancıyla var olmuş yaşayan efsanelerden biri ne de olsa.  Ken Loach, filminde olduğu gibi gol atmak yerine, pas vermeyi daha çok önem veren, hayatta her şeyin paylaşarak başlayacağına inan bir öz hakiki bir futbol sanatçısı. Bu yüzden çok her gittiği takımda bir ikon haline gelmiş. Öyle ki Manchester tribünleri Les Marseillais’i Cantona için yeniden yorumlamışlardır. Phillip Auclair de kitap boyunca gazeteci titizliği ve Homeros vari anlatımıyla insan ve tanrı Cantona’nın imgesinin peşine düşmüş. Alışıldık başarılarla dolu, futbolcu biyografilerin haricinde inişleri, çıkışlarıyla futbol dünyasının en özel futbolcunun yaşamına projeksiyon tutuyor yazar. Kral Olacak Asi modern futbol dünyasındaki nadir kendine has karakterlerden biri olan Cantona’nın Düşler Tiyatrosu’ndaki destansı hikâyesi; Türkçe’de yayımlanmış belki en iyi futbol kitaplarından biri.

edebiyathaber.net (29 Temmuz 2020)

Yorum yapın