Serkan Türk’ten bir öykü kitabı: Rüzgârlı Camlar | Ayşegül Kocabıçak

Mart 3, 2016

Serkan Türk’ten bir öykü kitabı: Rüzgârlı Camlar | Ayşegül Kocabıçak

ruzgarli camlarSerkan Türk’ün Yitik Ülke Yayınlarından çıkan kitabı Rüzgârlı Camlar üç bölüm ve on üç öyküden oluşuyor.

İlk bölüm CAMLAR.

Bu bölümdeki öyküleri okurken bir camın ardından içinize baktığınızı hissedeceksiniz. Alışılmışın dışında bir dille yazılmış, şiire yakın, geçmişe yakın, içimize yakın öyküler…

Öyküler dedim ama ilk bölüm aslında yazarın Soluyorsun isimli şiiri ile başlıyor.

konuşmuyorum seninle, tutup ölüyorsun

ellerin kuş tüyleri doluyor öldüğünde…                  

Suda Ölen Yalı öyküsünde iflasın eşiğindeki birinden apar topar alınıp babasına kiralanmış bir yalıda hayali arkadaşı Celile ile birlikte tüm yalıyı yakarak yalnızlığından kurtulmaya çalışan küçük çocukla tanışıyoruz.

Elindeki kibritle karşıma çıkmış olması bundandı, belki tüm geçmişini yakmak istiyordu. O alevlerin arasında kalacaktı yalnızlığı.

Muhittin’in Cinleri’nde yaşadıkları travmalar sonucu yalnız kalmış iki kadının kesişen yollarını ve “Hayat hepimiz için bir yerlerde hikâyeler hazırlıyor.” diyerek birlikte yaşamaya başlamalarının öyküsünü dinliyoruz.

Bir şairin öykülerini okuduğumu hissediyorum kitaba devam ederken. Şiire yakın, bilinç akışı tekniğine sık başvurulmuş, zaman kiplerini kendine has şekilde ustaca kullanan bir yazarın öyküleri Rüzgârlı Camlar. Geçmiş zamanı kullanırken, bir anda şimdiye dönen, şimdiyi anlatırken geçmişi düşündüren öyküler bunlar.

Köstebek isimli öykü fabl tarzıyla yazılmış. Depremde göçük altında kalan veteriner hekimin kurtarmaya çalıştığı köstebeğin gözleriyle dünya ve acımasız insanlar anlatılıyor. Doğaya ve hayvanlara zalimce saldıran insanlar kendi geleceklerini de tehlikeye attıklarını fark etmiyorlar. Her taşın altında bir anımız olduğunu fark ediyoruz köstebeğin anlattıklarını dinlerken.

Sanki Yarın Issızlık isimli öyküde annesini kaybetmiş yalnız bir ressamın yaşamla ölüm arasındaki gel-gitlerini, çocukluğundan kalma anılarını ve geleceğe dair hayalleri arasında savruluyoruz.

Kurduğumuz hayallerin bir parçasına dönüşürüz belki zamanla. Hayal olan gerçek, gerçek olansa bir düşmüş gibi algılanmaya başlar. Böylece şemsiyeli birini düşündüğümüzde o şiddetli yağmuru, sokaktan geçen insanların koşuşturması diye anımsarız.

Sokağınızı değiştirmekle dünyanızı değiştireceğinizi düşünüyorsunuz belki de.

RÜZGÂRLAR bölümündeki öyküler daha deneysel. Şiddetli bir rüzgârla gelip aklımızı karıştıran cümlelerle dolu.

İsa’nın çarmıha gerildiği Golgotha’dan, hayal kent Taormina’ya, farklı coğrafyalara farklı dünyalara savuran öyküler.

Selim İleri’ye, Suat Derviş’e, Tezer Özlü’ye, Hilmi Yavuz’a ve Vahap Akbaş’a göndermeler yapmış yazar.

Son bölüm BULUTLAR da ise dingin içe dönük ve küçük kasabalarda yaşayan büyük hayalleri olan insanların trajik öykülerini anlatıyor.

Şal isimli öykü en yakın arkadaşının cesedini gölette bulan Fazilet’in pişmanlığını anlatıyor.

Çok yorgun olduğunu söyleyecek birine ihtiyacı vardı. Yalnızlık; fotoğraf albümlerinin çok olması demekti belki.

Kitapta en çok ilgimi çeken bir diğer şey, öykü isimlerinin güzelliği. Yazar her bir öyküye oya gibi işlediği isimler bulmuş. Pavese, Berger alıntılarıyla, Çiğdem Sezer şiirleriyle süslemiş öykü girişlerini.

Serkan Türk genç yaşına rağmen çok üretken biri. Dört öykü, iki şiir kitabı, bir öykü seçkisi ve yaşadığı semti kaleme aldığı anlatı kitabı var.

Rüzgârlı Camlar’la yağmurlu bir günde, beyaz serin çarşafların serili olduğu yataklı bir vagonda kendi içinizde görmezden geldiğiniz yanlarınıza Türk’ün kendine has cümleleriyle bir yolculuğa çıkacaksınız.

Ayşegül Kocabıçak – edebiyathaber.net (3 Mart 2016)

Yorum yapın