Öykü: Siyah Eldiven | Pınar Aydoğdu

Nisan 20, 2021

Öykü: Siyah Eldiven | Pınar Aydoğdu

Bana hiddetle, düşmanıymışım gibi bakıyordu. Olayın mantıksızlığını bilsem de sinirlerime hâkim olmakta zorlanıyordum. Beni suçlamasından daha çok karşımda oturanın artık beni ayakta tutan, bana güç veren insan olmadığını idrak etmek ağırıma gidiyordu.

‘‘Ben senin deri eldivenlerini ne yapayım, anneciğim. Ben eldiven bile kullanmam ki!’’ dedim sakin kalmaya çalışarak. ‘‘Sus,’’ dedi gırtlağından çıkan yorgun ama hırçın bir sesle. Kenarları büzüşmüş, canlı pembe rengini çoktan yitirmiş dudakları titriyordu. Zarafetini kaybetmemiş kalem gibi ince parmaklarını hareket ettirdi usulca. Tehditkâr bir edayla bana doğru sallamaya başladı işaret parmağını. Parmak göbek hizasına kadar yükselebilmişti. ‘‘Ben senin annen falan değilim,’ dedi tane tane seçerek kelimeleri. Uzun cümleler kurmakta zorlanıyordu. Yine de ‘‘Ne kadar yüzsüz bir şeysin!’’ diyebilecek gücü kendinde buldu, kestane gözleri tiksintiyle bana bakarken. Daha fazla gözüne gözükmemek için yanından uzaklaştım.  Tıpkı çocukken yaptığım gibi…   

Salona döndüğümde yüzü balkona dönük, bilmediğim alemlere dalmıştı. Bir heykel donukluğunda oturuyordu koltuğunda. Meltem esintisi uzun tül perdenin etek uçlarını dans ettiriyordu. Az önceki ufak tartışmamızın hayali bile kaybolmuştu ortadan. Ses dalgalarımızı şampanya rengi duvarlar soğurmuştu çoktan, bir bilinmezliğe gömmüştü.

Yemeğini tepsiye koydum. Son zamanlarda tabak beğenmez oldu. Papatyalı bir tabak aldım ben de. Küçükken onun sağ yanağındaki gamzeyi görebilmek için beyaz papatyalar toplardım ona. Küçücük ellerim sevinçle uzatırdı dağınık papatyaları. Ve ödülümü alırdım: Şefkatle bakan bir çift koyu kestane küre ve gamzeli yanak. Tabaktaki biber kızartması kokusu salona doldu. Rüzgâr kokuyu bilmediğim diyarlara uçurdu annemin belleği gibi. Yıllarca ona yol göstermiş bu bellek şimdi çok fena bir oyun oynuyor. Geçmişi bugün gibi gösteriyor; olmayanı var, olanı yok ediyor zihninde.

Yanındaki pufa oturdum. Peçetesini ipek siyah bluzunun yakasına sıkıştırdım. Uzak hülyalardaydı yine, ses çıkarmadı. Çatala küçük bir biber parçası saplayıp ağzına yaklaştırdım. Programlanmış bir robot gibi açtı ağzını. Tepkisiz, duygusuz. Gözlerini anlamsızca sabit bir noktaya dikmişti ve oradan ayırmıyordu. Uzattığım çatalın ucunda her ne varsa uslu bir çocuk gibi kabul ediyordu. Bir zamanlar o da bana yediriyordu. Şimdi sıra bendeydi. Onun en sevdiği yemekti bu basit yemek. Süzme yoğurt da varsa yanında… Bir de acı olduysa… Keyifle yerdi. Şimdi sadece yemesi gerektiği için yiyordu.

Uzun süredir ilk defa tabağında ne varsa bitirdi. Sonra gözünü diktiği yerden ayırdı ve tabağa baktı. Belli belirsiz açığa çıkınca sağ yanağındaki gamzesi, papatyaları ayrımsadığını düşündüm. Biraz hüzün biraz mutluluk var gibiydi o kahverengi kürelerde şimdi. Sağ elini yüzüme yöneltti. Korkarak dokundu yanağıma. Yay kaşlarını yukarıya doğru kaldırdı. Yüzünde bir hayret ifadesi oluştu. Beni uzun süredir ilk defa görüyor gibiydi. ‘Kızım’ dedi. Titreyen elim çatalı daha fazla tutamadı. Bir anlığına da olsa benim zamanıma dönen anneme hasretle sarıldım. Hıçkırıklarım ılık meltemin uğultusuna karışırken annemin siyah bluzunun omzunda şekilsiz damlalar oluştu. Uçuşan perdenin etekleri ikimizi de huzurla örttü. Tül üzerimizden sıyrılırken sımsıkı yumdum gözlerimi. Anneme ‘‘sıkı sıkı’’ yaptım. Çocukken sadece annemle oynadığımız birbirimize sıkıca sarılma oyunu…  Sarılırken defalarca ‘‘sıkı sıkı sıkı sıkı’’ diyerek sevgimizi bağlıyorduk. Oyunuma bu kez karşılık vermedi. Kendimi çocuk, annemi genç bulmayı umarak açtım gözlerimi. Ama belleğim beni şaşırtmadı. Her şey olduğu gibiydi. Ben gençtim, annem de çocuk…

Annemin dayandığı kırlentin arkasındaki şişkinliğe yöneldi birden buğulu bakışlarım. Kırlentin fermuarını açtım. Bir çift siyah eldiven. Onları elime alıp doğruldum. ‘‘Bak, anneciğim, deri eldivenlerini buldum,’’ dedim bir kez daha ödüllendirilmeyi umarak. Yüzündeki hoş tebessüme boş bakışları eşlik ediyordu şimdi. Beni içine almadığı dünyasına dönmüştü yine. Nemi çekilmiş çilli zarif ellerini okşadım. Duruşunu bozmadı. Eldivenleri dizlerine bıraktım yavaşça. Papatyalı tabak ve ben mutfağa geri döndük.

edebiyathaber.net (20 Nisan 2021)

Yorum yapın