Bizim ve bozkırın “Zira”sı | Şirvan Erciyes

Ekim 6, 2015

Bizim ve bozkırın “Zira”sı | Şirvan Erciyes

2148 ZIRA.indd“Ben ölmeyecektim ki! Eve gidecektim.

Çay bile içecektim.” [1]

Nereye ve neye baksa öyküye dönüştürebilecek incelikli bir sezgi ve görüye sahip yazarlardan Ethem Baran’ın sekizinci öykü kitabı Zira 2015 Mayıs’ında okurla buluştu. Değil aylar, yıllar geçse de okunacak ve hakkında yazılacak / konuşulacak bir kitap Zira.

Dönüşsüz Yolculuklar Kitabı, Evlerimiz Poyraza Bakar, Unuttuğum Bütün Akşamlar, Kurutulmuş Gül Mevsimi, Bozkırın Uzak Bahçeleri, Bulut Bulut Üstüne ve Sonrası Ayrılık yazarın diğer öykü kitapları. Her biri kendi içinde çoğalan çağrışımlara sahip, davetkar olduğu kadar da şiirsel adlara sahip bu kitaplardan farklı olarak dört harften oluşan bir sözcüğü ad olarak seçmiş yazar son kitabına, üstelik kitapta yer alan on iki öyküden hiçbiri Zira adını taşımıyor. Ethem Baran belki de “yazıyorum – çünkü” diyor… Sonrasında ucu açık bir cümle ile okuru oyuna davet ediyor. Oyun diyorum çünkü oyunsuluk Zira da yer alan öykülerin altında toplandığı çatı ve ilk öyküde okuru da içine alarak başlıyor.

Yazarla ilk kez tanışan okurun işi biraz daha zor, muhtemelen Bir At Bindim Başı Yok öyküsünde bir labirente düşmüş gibi hissedecektir kendini. Bulut Bulut Üstüne, Tarık Buğra ve Kafka labirentten çıkmak için gereken üç ipucu, ancak tahmisin ne olduğunu araştırarak da oyuna başlanabilir. Yazarın sadık okurları ise zaten tahmisi çoktan öğrenmiş, Ali Ağa ile birlikte Fatma’nın evinin önünden kim bilir kaç kez geçmiştir.

Kıymet öyküsünde Şükrü Erbaş’ın Genelev Mektupları şiiri ve Kıymet adlı komşunun öyküsü içe içedir. Üstelik öykü birkaç farklı düzlemde birden devam eder, sanki karşılıklı iki aynada derinleşip çoğalır anlatı. Kıymet’in kucağında pembecik bir kedi yavrusu gibi uyuyan ellerine dalıp gitmişken genelev sokağında irkilir okur. Yazarın hazırladığı minik tuzaklar rehavete izin vermez, keder ve neşenin yan yana yürüyebildiğini, birinin varlığının diğerine her zaman da engel olmadığını kanıtlamak ister gibi farklı duyguları aynı öykü içinde buluşturur Ethem Baran.

Oyun, Zira’nın sonunda yer alan birbirine bağlı üç öykü ve zorunlu açıklama ile doruğa ulaşır. Bizim Köy, Kralın Köyü ve Padişah Görmüş Köy aynı yazara sahip çıkan üç farklı köyün içine düştüğü rekabeti ustalıkla ele alırken görecelilik kuramına da ironik bir nazardır adeta.

Zira’da, Ortada Hiçbir Neden Yokken ve Öteki İlgililer öykülerinde, yazarın çağının tanığı olduğunu anımsatır nitelikte toplumsal eleştiri öne çıkmaktadır. İçine düştüğümüz, düşürüldüğümüz ve yakındığımız siyasal ortamın toplumdak izlerini süreriz öykülerin satır aralarında. İşe başlamak için gerek duyulan partililer, kendi dilini unutup başbakandan aldığı ödünç dille konuşan yerel yöneticiler, karısını eve kapatıp bensiz annene bile gidemezsin diyen ince bıyıklı damatlar, yoksulluğu kader bilip kanıksayanlar, en çok oyu alan partiyi desteklemeye mail asgari ücretliler, türküsünü yitirmiş ,hayatın durma noktasına geldiği ve artık kimsenin hikaye anlatmadığı kasabalar…

Öteki İlgililer öyküsünün geçtiği ülkede bir başefendi vardır, televizyonlarda, gazetelerde arzıendam ederek sürekli vatandaşa bağırmakta ve azarlamaktadır. Öykümüzün kahramanı emekli öğretmen kendi halinde bir yaşantı sürmek için doğup büyüdüğü kasabaya dönmüştür, ancak başefendi yüzünden neredeyse tüm hayatı zehir olmuştur. Uykular bile başefendi ile yüklü kabuslarla bölünmektedir. Kendi kasabasında hatta Allah’ın evi bildiği camide kendini aşağılanmış/dışlanmış hissetmektedir. Üstelik bu kasabada vatandaşa kavat diyebilen bir kaymakam yaşamaktadır. Çok tanıdık bildik manzaraların anlatıldığı Öteki İlgililer, muhalefet ve edebiyat ilişkisine çok güzel bir örnek olarak gösterilebilir… Hamasete kaçmayan, edebi değerini koruyan ve okuma zevkini sürekli kılan bu öykü kendi iç dengesini koruyarak zoru başarıyor.

Zira’nın bir mevsimi varsa eğer bu kıştır, Düşleri Fettan Güzel öyküsü kışa ve üşümeye dair akla ilk gelecek öyküler arasında olmaya adaydır. Ancak yalnızca kış değildir bu öyküde öne çıkan, ergenliğe ve cinselliğe uyanan erkek bedenini sarmalayan abdest, günah, kirlilik olgularına içtenlikli bir bakıştır. Belki buz tutmuş dereye kendini bırakan o çocuk Güzel Şeyler İşte öyküsünde, kütüphanede, karşımıza çıkan çocuktur ki hala mevsim kıştır ve çocuk üşümektedir; bir elinde okuyacağı kitabı, diğer elinde yazacaklarını tutmaktadır.

Ulus Postanesi öyküsü bir bankada güvenlik görevlisi olarak çalışan gencin, müdürünü şikayet için yazdığı mektubu Ulus Postanesinden yollaması ile başlayan ve gelişen olayları, gencin iç dünyasından yansıtması bakımından çok ilgi çekicidir. Kendini haklı gören ve müdüründen intikam almayı planlayan gencin yalnızlığı, kızlara ve hayata mesafeli ve sorunlu bakışı az cümle ile ama başarıyla yansıtılmıştır. Bu öyküde yaşantısının bir kesitine tanık olduğumuz genci biraz daha tanıma fırsatımız olsa Zebercet’i aratmayacak bir kahramanla karşılaşacağımızı seziyoruz. Ayrıca bu öykü tam bir Ankara öyküsüdür. Saimekadın gecekondularında süre giden yaşantı, Ulus’un kalabalığı, güvercinleri, bitpazarı, hali, telaşı, kalabalığı, esnafları ve uğultusu yedi sayfalık öyküye sığar.

İçinden geçtiğimiz dönem ve yaşadığımız coğrafya entelektüel bunalımları ve ontolojik kaygıları lükse dönüştürdü çoktandır, zaten belki de her zaman lükstü… Anadolu’nun çoğu yerine hakim ruh halini ve siyasi düzlemi büyük bir gerçeklikle yansıtan Zira’yı okuduktan sonra ister istemez edebiyatın işlevine dair sorular geliyor okurun aklına. Metropol insanının varoluşsal kaygıları, bunaltıları, mutsuzlukları, kökeni meçhul can sıkıntıları, aşk ve ayrılık hallerini konu edinmeyen öyküleri de okuyabilmek özellikle biz taşralı okurları mutlu ediyor. Rengini bilmediğimiz erguvanların, hiç görmediğimiz glayöllerin hiç gitmediğimiz barların ve sokakların, bizimkine hiç benzemeyen çocukluk öykülerinin, aşkın ve cinselliğin sakınımsız yaşandığı hayatların anlatıldığı pek çok öykü ve roman okuduk. Bunları okuya okuya kendimizi iyice taşralı hissettik, sanki her yerde o kitaplarda okuduğumuz hayatlar yaşanıyordu, bir biz böyle her şeyin uzağında/dışında kalmıştık . Neyse ki Ethem Baran gibi yazarlar bu kaygıların uzağında; unutulmuş köyleri, küçük kasabaları, ölümü bekleyen ihtiyarları, yoksul çocukları, yalnızca hayallerde yaşanan aşkları, ancak düşlerde yer bulabilen cinselliği anlatmaya başladı ve aslında o kadar da yalnız olmadığımızı anladık. Üstelik, büyük kentlerde doğup büyümemiş, kolejde eğitim görmemiş bu yazarlar edebiyatı iyi biliyor, dili büyük bir özenle ve ustalıkla kullanıyorlar. Bizim bildiğimiz hayatlar, aşinası olduğumuz yoksulluk, bozkır, kırılgan çocuklar, masum hayaller, kentin kıyısında tutunmaya çalışan gecekondu ahalisi, kulaklarımıza tanıdık gelen sözcükler Ethem Baran’ın öykü dünyasının köşe taşlarından bir kaçı. Yazar ustalıkla ve özenle inşa ediyor öykülerini; biz de varız, buradayız diyor. Bağırarak değil üstelik, sükunetle, zekayla, beceriyle, birikimle kurduğu öyküleri aracılığıyla edebiyatta Anadolu’nun ve Bozkırın sesi oluyor. Onun öyküleri, Neşet Ertaş türküleri kadar çok yakışıyor bozkıra.

Yer yer büyülü gerçekçiliğin tadını duyumsadığım Zira’da ve Ethem Baran’ın diğer kitaplarında karşımıza çıkan karakterler bir öykü ya da romana kahraman olma ihtimali, lotodan para kazanma ihtimalinden daha düşük insanlardır. Onun kahramanları ne yakışıklıdır, ne zengin, ne güçlü, ne çok yetenekli… Bilinmeyen bir gezegenden dünyaya kazara gelmiş gibi yadırgı ve şaşkındırlar. Camdan bir kalple bakarlar hayata. Ama kimselerin sezmediğini sezer, görmediğini görür, dert etmediğini dert edinirler. Onları diğer kahramanlardan ayıran en belirgin özellikleri de budur belki. Uzaktan sevmelere yatkın, bir hayalin ucuna tutunup, o hayali çoğaltarak yıllarca yaşayabilecek insanlardır onlar, bazen kasabada bazen köyde bazen kenttedirler, ama nerede olurlarsa olsunlar sevmeleri, özlemeleri , yalnızlıkları, yoksullukları, ihtiyarlıkları, çocuklukları büyük bir sahiciliğin içinden çıkar gelir ve hayatın kendisi olur. Kuşların konduğu dalların hışırtısı, karın yağışı, buz tutan bir nehirde yıkanan delikanlının üşümesi, pişirilen bulgur pilavının kokusu, gazete bayiinin suratsızlığı, Kıymet’in pembe utangaç elleri gelir evimizin başköşesini kurulur da gitmek bilmez. Öykülerin şavkıdığı evren eskisinden farklı görünmeye başlar gözümüze.

Şirvan Erciyes – edebiyathaber.net (6 Ekim 2015)

[1] Ethem Baran, Zira, Eve Gidecektim Öyküsü, Syf 72, İletişim Yayınları

Yorum yapın