Bir kulun romanı: “Kul” | Erkan Küçük

Ekim 27, 2020

Bir kulun romanı: “Kul” | Erkan Küçük

Geçtiğimiz yıl 47. “Orhan Kemal Roman Armağanı” ödülüne değer görülen Seray Şahiner’in Kul romanı bir karakterin yaşamı ve içsel varoluşu üzerinden şekilleniyor. Karakterimiz Mercan esrar bağımlısı, işsiz eşi tarafından terk edilmiştir. Binaların merdiven temizliğini yaparak geçimini sağlamakta kalan zamanının çoğunda da evde televizyon seyrederek gününü geçirmektedir. Mercan’ın genel olarak eylemini, söylemini kocasının eve geri dönmesi ve çocuk sahibi olma arzuları belirler.  Sahip olduğu dünya görüşü ve kimliği nedeniyle bu arzularını din yoluyla gerçekleştirmeye çalışmakta, Çifte Sultanlar Türbesi, Aya Yorgi, Ayın Biri Kilisesi… vb. türbe, cami, kilise dolaşmaktadır.

Mercan, ülkede genel ideoloji tarafından kadından beklenilen şablona uymaktadır. O da diğer pek çok kadın gibi evlenip, çocuk yapıp kendisini ailesine adayıp hayatı tüketme derdindedir ancak hem yanlış adamla evlenmesi hem de çocuğu olmaması her şeyi bozan, süreci yıkan bir etki yapmış, onu oynaması gereken rolün dışına çıkarmıştır. Bu noktada romanın kurgusunu oluşturan soru da şudur: Sıradan, köylü bilincinde bir kadını onu oluşturan temel etmenleri elinden alıp onu hayatın içine tek başına bırakırsanız ne olur? Mercan bu sorunun cevabını veriyor gibidir. 

Romanın bir diğer karakteri de Mercan’ın hayatında önemli bir yer tutan Televizyondur adeta. Televizyon bozulduğunda ne yapacağını, nasıl vakit geçireceğini bilemez.  O hayatın kıyısında köşesindedir ve ancak televizyon sayesinde farklı yaşamlarında olduğunu görebilir. İçinde bulunduğu durumda nasıl yaşaması gerektiğini bilemez, bu yüzden kendine modeller arar.

Televizyondaki yalnız kadınlar televizyon karşısında tavuk gagalar gibi tepsiden mi yiyiyorlardı yemeklerini? Hepsi de kendine saygı duyuyor, evde kimse yoksa bile kendilerine hatırlı misafir muamelesi yapıyorlardı. Artık kendi evinde besleme gibi yaşamayacaktı mercan. Masanın başköşesine kurulacaktı böyle. Gerçi televizyondaki kadınların masaları hep deniz manzaralı olurdu ama onlar da yemeklerini deniz manzarasına sırtlarını dönüp yiyorlardı zaten.

Televizyonda gördüğü kişiler gibi olmayı ister, bu yolla görünür olmayı, fark edilmeyi arzular ama kendi kalıbı sunulana uymaz. (Oysa kocasının onun hayatında hiçbir etkisi yoktur. Zaten o hayatı var eden Mercan’ın kendisidir ama o bunun farkında değildir.)

Romanın ana anlatısında kadın meselesi elbette bariz yer tutarken o kadını belirleyen, onun hareketini kısıtlayan da bir sınıf meselesi vardır.[1] Yoksul bir emekçidir Mercan; ancak o, sınıf bilincinden yoksun bir kadındır. Ona TV’den sunulan burjuva hayat tarzları üzerinden kendini kurmaya çabalamaktadır; oysa ona gösterilen hayat tarzlarının onla alakası yoktur. Yoksul Anadolu insanına sunulan egemen ideolojik dayatmaya göre hareket eder, türbelerden, ölülerden medet umar durur. Böylece “neden böyle olmak zorunda, neden aile kurma, çocuk sahibi olma peşindeyim, neden ayakta kalmak için bir erkeğe ihtiyaç duyuyorum?” sorularını sormadan bunları elde etme sevdasıyla günlerini geçirir.  Kitabın isminde olduğu gibi içine doğduğu toplumsal dünyanın onun ve onlar gibiler için çizdiği hayat yollarında yürüyen bir kuldur o. Kulun seçme şansı yoktur, itaat eder, onun yerine önceden düşünülmüştür her şey…

Mercan’ın gelecek hayallerinin dayanağı, yalnızlığının yareni olan camiler, cem evleri, kiliseler… falcılar bize Marx’ın sözlerini anımsatır: Din mutsuzluklar altında ezilen yaratığın son nefesi, kalpsiz bir dünyanın şefkati, ruhsuz bir çağın ruhudur.  Mercan tek başına kalmış, toplumsal kimliğin dışına çıkarılmış yalnız bir kadındır. Eğer kadın, toplumsal cinsiyeti yaratan ideolojinin farkında değilse onu ayakta tutanın, onu var kılanın koca, çocuk, aile vb. olduğu yanılsamasıyla hareket edecektir. Eğer ki bunlar elinden alınırsa kolu kanadı kırık bir kuşa döner ve o güçsüzlükle ilk başvurabileceği mecra din olur. Mercan’ın “Çifte sultanlar beni bir siz anlarsınız. Siz nasıl ki ölüyken bile yıkılmamak için birbirinize sarılmışsınız. Bana da sarılacak,” diye yakarması bundandır.

Seray Şahiner’in Kul romanı sosyo-politik okumaları da yapılabilecek derinlikli bir metin sunuyor bize. Bir kadın karakter üzerinden, içinde yaşadığımız toplumda gözlerden ırak kalan, görülmek istenmeyen ve ötekileştirilen insanların yaşamına şahit oluruz. Kul tüm bu ciddi meselelerine karşın barındırdığı mizah nedeniyle okurken sık sık gülümsemenize neden olacak iyi bir roman. 


[1] Metnin sınıfsal göstergelerine örnek vermek gerekirse; bir yanda yalnız, yoksul, çocuksuz bir kadın diğer yanda varlıklı, şımarık, mutlu hayatlar yaşayanların karşılaştırılmasını görürüz. Onlar Mercan’ı görmez ama Mercan onları görmekte, izlemekte, hatta onlar gibi olmak istemektedir. /Diğer yandan dinsel olanın bile parayla bağı vardır. Türbelerde bir dilekte bulunmak için bile maddi karşılığı olan bir adak adanması zorunludur.

Erkan Küçük – edebiyathaber.net (27 Ekim 2020)

Yorum yapın