Bir bakışı solduran zaman (20): Özgün olabilmek için | Feridun Andaç

Eylül 8, 2020

Bir bakışı solduran zaman (20): Özgün olabilmek için | Feridun Andaç

Yazarak, yapıtlar vererek kendini bir yere taşıyan yazar, yazıdaki uğraşını güncel/gündemde tutmak için günümüzde her şeyi yapıyor. Bir bakıma her biçime giriyor.

Çoklukla da bireysel çıkışlarıyla yapıyor bunu. Yani yapıtın/kitabın ne olduğu, bununla ilgili biçim/içerik ve söylemleriyle. Biliyor ki, o kitap-nesne’den ne kadar çok söz edilirse o kadar çok “satacak”, bu arada kendi ismi de ön planda olacaktır.

Tavır ve eylemde farklılık/değişkenlilik yaratılabilir, ama eğer ortaya konulan nesne-kitap’tan yapıt düzeyinde söz edilemiyor, bunun üzerine inceleme/eleştiri/deneme/yorumsayıcı yazılar yazılmıyorsa; ne yazar ne kitabın özgünlüğünden söz edilebilir.

Yani, kitabın olması, yazarının bunun üzerine konuşup durması bunu yapıt kılmıyor.

Kuşkusuz burada yazarın yazar olma bilinci/aidiyeti de sorgulanmalıdır.

Ne için, ne adına konuşuyor; meselesi nedir?

Yeryüzünde meselesi olmayan birini ne kadar “yazar” sayabiliriz?

“Heyecan olmazsa , fazla düşünce çıkmaz,” diyor Chiristian de Portzamparc.

Yazmanın/anlatmanın, bir “mesele”si olmanın bamteli de.

Philippe Sollers de şunu söylüyordu:

“Yazdıkça, daha çok görmeye başlıyorum.”

Yazar, bir tek dünya yaratır. O da, onun bilinç dünyasına yansıyan, orada biçimlenegelenlerdir.

Her şeyleşen yazar, hiçbir şey söylemeyendir benim gözümde. Tarihten söz ettiğinde tarihçi, iktisattan söz ettiğinde iktisatçı, psikolojiden söz ettiğinde psikanalist olamaz bir  edebiyatçı.

O halde yazmak bilinç, edebî bellek gerektirir. Dil bilinci en başta, tarih bilinci, çağına bakma/kavrama bilinci…

Gene Sollers’e dönecek olursak: 

“Bir yazar için coğrafya başka yazarların izlenmesidir. Belki de uzamla zamanı gerçek anlamda onlar  yaşamış; gerçek anlamda mevsimlerin havasını solumuş, bedenlerin devinimini , evleri, çiçekleri, renkleri gözlemişlerdir.”

Bu da, edebî bellek oluşturmak için olmazsa olmaz yoldur.

Buradan hareketle bir yazar şunların ayrımında olmalıdır:

  • Tarih bilinci
  • Zamanın/ın ruhunu kavramak
  • Çağdaşlık sorunu

Bütün bunlar, ona, “zaman düşüncesi”ni verdiği gibi, oradan hareketle sorgulara da yöneltir.

Evet, yazar yazmak/edebî uğraşını bir “düşünce uğraşı” olarak görendir.

Yazmak, salt bir başına yapılan sezgisel bir yolculuk değildir. “Aklıma eseni yazdım”la olacak bir şey ise hiç değildir.

Öyleyse, hadi yazın siz de; anlatın yeryüzündeki ağrınızı.

Yoldan çıkan söz

“Yalnızca rüzgârın taşıdığı, rüzgârın taşıdığıdır duyulan.”

Pessoa 

İnsanı, toplumu sıradanlaştırma yaşadıklarımızın bir yansıması. Yani neyi/nasıl yaşıyorsak ortaya çıkanlar o duruşumuzun/kayıtsızlıklarımızın bir sonucu.

Yoldan çıkıp kaybolan insan öykülerine sıklıkla rastlar olduk.

Toplumdaki bu cinnet sürüklenişinin başka bir adı olmalı.

Bir şeye karşı olan her şey kötü! Düşmanın düşmanımdır. Ya benim gibi ol, ya da yok ol… Bunlar artık egemen bir bakış olmaya başladı.

“Ben senin için düşünürüm!”

Bu dil otoriter devletin dili.

İnsanın sıkışıp kalmışlığı da buradan kaynaklanır çoğunlukla.

Peki, bütün bunlar olagelirken, yazar/sanatçı insan nerede duruyor?

Edebiyatçı nerede/ne yapıyor?

Tutsak alınan söz karşısında nerededir?

Unutulan ne varsa

Sessizliğindesin zamanın. Gözlerde olanla, sözde birikeni taşıyorsun her yana. Şimdi, bir kapı ardındaymışçasına uğultusunu duyuyorsun. Yalnızca ben, diyen bakışı ne yapmalı şimdi?

Oysa oraya taşıdığın her şey, karmaşanın tuhaflıklarını içeriyordu.  Hayatın muğlak yanını gösteren her şey bir ânda karşına çıkıyordu.

Geçilen zamanların çelişkileri unutulanlarda saklıdır. Biliyordun bunu, daha başka şeyleri de belleğe dair. Bilirdin insanın kendi rüzgârından geçtiğini her sabah.

Zamanın tufeylisi olan göz görmese de olur. Gene de aykırı dilde olana bakıp anlamaya çalışırsın.

İnsanların inceliklerden yoksunlukları duralatıyor seni. Söylenen söz, her zaman taşıyıcı olamıyor, biliyorsun bunu da. Şimdi zamanı, unutulan ne varsa hatırlamanın. Geçitsiz kılmalı günü, nasılsa gece sarmış her yanı. Suskunluk, sürüleşme acı veriyor. Nedensizlik güneşine bakıp göz kamaştıranlara öfken çoğalıyor. Kendi sesinde kalmak, o geçitsiz zamanı karşılamak gibi bir şey. Hadi, avutun gününüzü; nasılsa günsüz gecenin bekçisiyiz hepimiz.

Çünkü, size akıyor bütün ırmaklar.

Feridun Andaç – edebiyathaber.net (8 Eylül 2020)

Yorum yapın