“Bekle ve dua et!”* | Mehmet Özçataloğlu

Eylül 23, 2019

“Bekle ve dua et!”* | Mehmet Özçataloğlu

Michael Morpurgo çocuklara anlatılmalı mı diye tereddüt edilen her ne varsa anlatan, bunu da incelikle yapabilen bir yazar. Özellikle de savaşı. İlk olarak “Savaş Atı” ile adını duyduğum Morpurgo, son olarak da “Anya’yı Beklerken”le selamladı bizi. Arada da tadına doyamadığımız “Tekboynuzlulara İnanıyorum”, “Kayıp Zamanlar”, Kelebek Aslanı”, “Balinalar Geldiğinde”, “Issız Adanın Kralı”, “Aya Kulak Ver” ve “Kurdun Ağzında” adlı romanları var.

Savaş, çocukları en çok inciten, tahrip eden ve bu tahribatın izini bırakan olayların başında geliyor. Son dönem yanı başımızda yaşanan savaşın etkisini çocukların üzerinde doğrudan gözlemleyebildiğim için söylüyorum bunları. Bakışlardaki o mahzun ifadeyi görmemek olası değil zaten.

Morpurgo, “Anya’yı Beklerken”de küçük bir çocuğu, Jo adındaki küçük bir çobanı merkeze alıyor. Fransa’nın ucunda küçük bir kasaba. İkinci Dünya Savaşı’nın gölgesi kasabanın üzerine çökmüş. Hitler faşizmi kendisini burada da hissettiriyor. Fakat küçük okurlar bunu doğrudan anlayamıyorlar. Küçük Jo’nun görevi ise çok büyük. Çünkü bir düzine çocuğun kaderi onun elinde.

Yazar, Fransa’nın bu küçük kasabasında savaşın çaresizliğini, acımasızlığını, saldığı korkuyu anlatsa da bu kör gözüm parmağına misali, açıktan bağıra bağıra yapmıyor. Kasabadaki günlük yaşamı anlatırken alttan alta sezdiriyor. Ayrıca ilginç bir nokta da Jo, çaresizce saklanan on iki çocukla arkadaş olurken ve onlar için mücadele ederken, öte yanda çocukların peşinde olan Alman onbaşı ile de dostluk kuruyor. Bu da gösteriyor ki; yazar sadece savaşın yıkıcılığını, çocukların kaçış öyküsünü anlatmıyor, böylesi kötü bir ortamda sevginin de yeşerebileceğini gösteriyor. Her şeye rağmen umudun var olduğunu anımsatıyor. Bununla birlikte Alman onbaşının bir bombardıman sırasında kızını kaybettiğini öğrenmemiz, iyi ile kötü arasındaki sınırı da kaldırıyor. “Anya’yı Beklerken” siyah-beyaz bir anlatı değil. Kasabanın üzerine çöken griliğin rengini taşıyor. İçerisinde umudun yeşilini, sevginin kırmızısını barındırarak. Kitabı dilimize kazandıran Damla Kellecioğlu. Ve Tudem etiketiyle.

“Anya’yı Beklerken” Morpurgo külliyatına eklenmiş önemli bir halkadır.

 “Sıcacık Bir Yuva”

Bir dönem romanından söz etmişken, yine aynı dönemde geçen olayları ele alan bir başka romandan da söz edelim. Adıyla bir anda sarıp sarmalayan “Sıcacık Bir Yuva.” Miriam Halahmy imzalı kitap, Rasim Emirosmanoğlu tarafından dilimize çevrilmiş. Okurla buluşturansa Can Çocuk.

1939 yılının Ağustos ayı ve İngiltere’de savaşın ayak sesleri duyulmaktadır. Kitap da okurunu adım adım ilerletiyor gelen tehlikeye karşı. Bir anda savaşın içinde bırakmıyor. Savaşın tehlikesine ve acımasızlığına karşı Londra’da çocuklar kırsal bölgelere tahliye edilecektir. Fakat çocukları üzen bir nokta vardır. Kahramanlarımızdan on iki yaşındaki Tilly çok sevdiği köpeğini, en iyi arkadaşı Rosy de kedisini yanında götüremeyeceğini öğrenir. Götüremedikleri gibi şehrin diğer bütün evcil hayvanlarıyla birlikte veterinerde uyutulacaklarını duymak bu çocukları yıkmıştır. Bunu kabul etmezler ve hayvanlarını ormandaki bir kulübede saklamaya karar verirler. Bunu duyan ve keşfeden diğer çocuklar da kendi arkadaşlarını buraya getirirler. Böylece ormanın ortasında bir acil durum hayvan sığınağı oluşmuştur.

“Sıcacık Bir Yuva” o dönemin gerçek olaylarından esinlenilerek kaleme alınmış. Çocukların böylesi korkunç bir dönemde dostlarını yaşatma mücadelesi vermesi takdir edilesi. Hem de kitabın girişinde okuduğumuz Ev Güvenliği Bakanlığı’nın 25 Ağustos 1939 tarihli “Hayvan Sahiplerine Tavsiyeler” başlıklı metninde yer alan “Olur da bir gün ailenizle birlikte evinizi apar topar terk etmeniz gerekirse, sakın ha hayvanlarınızı evde bırakıp gitmeyin ya da sokağa salmayın. Eğer komşularınız onlara göz kulak olamayacaksa, bu durumda en iyisi onları uyutmaktır” önerisine rağmen.

Geçmişten bugüne yeryüzünde yaşanan kirli savaşların temiz ve cesur yürekleri onlar. Yazıyı kitaptan bir alıntıyla, çocukların ağzından dökülen şu sözlerle bitirelim. İkinci Dünya Savaşı döneminde geçen iki romanı ele aldıktan sonra “barış” dolu bir dünya dileyerek…

“Keşke yetişkinler aptal savaşlarını buradan çok uzaklarda yapsa, biz de ömrümüzün sonuna kadar burada yaşayabilsek.”

* “Anna’yı Beklerken” kitabından…

Mehmet Özçataloğlu – edebiyathaber.net (23 Eylül 2019)

Yorum yapın