Aylak Adam’ın dayanılmaz aylaklığı | Şule Tüzül

Mayıs 27, 2020

Aylak Adam’ın dayanılmaz aylaklığı | Şule Tüzül

İlk yayımlandığı 1959 yılından beri üzerine çok yazılıp söylenen bir roman Aylak Adam. Ben geçtiğimiz günlerde okuma şansı buldum. Bir edebiyat eseri olarak ününü hak eden bir kitap. Yusuf Atılgan’ın dili, anlatımı ve kurgusu, aradan geçen yıllara ve kendisinden sonra yazılan bunca başarılı esere meydan okurcasına başarısını aynı tazelikle koruyor. Üstelik Yusuf Atılgan’ın ilk romanı.

Üzerine konuşulması da hiç bitmeyecek. O gün olduğu gibi bugün de kitabın kahramanı C. ile dolu bir dünyada yabancılaşma, modernleşme, entelektüellik, aydın olma hali, kadın ve erkeğin toplumsal rolleri başta olmak üzere birey ve toplum eleştirisine dair zengin bir içeriğe sahip Aylak Adam. Bu zenginliği yarın da koruyacak görünüyor.

İyi edebiyattan bahsediyorsak okuduğumuz eserde doğru ya da yanlışlar, öğütler, doğrudan eleştiriler, yargılar, suçlamalar göremeyiz. Yazar, her ne kadar eserin temeline – özüne kendini koyuyorsa da, herkese ve her şeye eşit mesafede durduğu bir anlama ve anlatma süreci içinde eserini ortaya çıkarır. Sonuçta edebi olarak okuduğumuz her eser bir insanlık durumunu anlatıyor. Aynı insanlık durumları binlerce farklı yazar tarafından binlerce farklı biçimde ele alınıyor. Kitap, okura ulaştıktan sonra artık okurun anlama ve yorumlama süreci ile yolunu sürdürüyor, eser bir bakıma bir evrilme sürecine giriyor. İyi edebiyat eseri bu evrilme sürecini yıllar boyu sürdürecektir. Her çağda okurunu kendine çekmeyi, düşündürmeyi, etkilemeyi başaracaktır diye düşünüyorum. İşte Aylak Adam, tüm bu nedenlerle o eserlerden.

Kitabı okurken, aklım sürekli Tuğçe Isıyel’in Ya Hiç Karşılaşmasaydık kitabındaki iki yazıya gitti. Issız Adam ve Kaybedenler Kulübü filmlerinden yola çıkarak bu filmlerin kahramanları olan yalnız, “cool”, aykırı ve toplumdan kopuk duruşları ile kadınları peşlerinden koşturan erkek karakterleri eleştirdiği “Kaybedenler Kulübü Neyi Kaybetti?” ve “Kadınlar Kaybedenler Kulübü’nde Ne Buluyor?” isimli yazıları. Bir yazar ve psikoterapist olan Tuğçe Isıyel’in bu yazılarda yer alan karakter incelemeleri, Aylak Adam’ın ana karakteri C.’yi anlama ve değerlendirme sürecinde de son derece yol gösterici oldu. Isıyel’in cümlelerinde biri şöyle mesela: “Hem kendiyle hem de ötekiyle bağ kurmakla ilgili sıkıntı yaşayan, yoğun bir yabancılaşma hissi içinde, anlamsızlığa dayalı varoluş felsefesinin veya nihilizm gibi felsefelerle kendisini yüzeysel bir şekilde ilişkilendiren bireyler…” Aynı metinde Isıyel, sevdiğim mizahi dili ile, bu karakterlerle hayatta yeterli miktarda karşılaşmadığımız takdirde derin adamlarmış hissine kapılıp aldanabileceğimizi ve o derinliğe kafa üstü dalıp boynumuzu kırabileceğimizi belirtiyor.

C., gerçekten de böyle bir karakter. Para kazanmak gibi bir sıkıntısı yok. Bu lüksün verdiği rahatlıkla mümkün olduğu kadar herhangi bir sorumluluğu üstlenmekten kaçınarak, bunu çok akıllıca bulan ve uygulayan bir imajı üstüne doğallıkla giyinip bunu özenilesi bir hayat felsefesi olarak çevresine sunan biri. Babası ile yaşadığı sorunlarla dolu çocukluğunun travmalarını, hayata tutunamamasını aylaklıkla dengelemeye çalışıyor. Bu travmalardan kaynaklı ilişki kurmaktaki zorluklarını ve bir türlü dolduramadığı içindeki boşluğu, okuduğu kitaplar, satın aldığı resimler, katıldığı sanatsal etkinliklerle kısacası entelektüel bir birikim sağlayarak doldurmaya çalışıyor. Kendisine bulduğu ve bir şekilde hayata tutunmasına vesile olan çözüm ise âşık olacağı bir kadın. O kadını bulduğunda her şeyin yerli yerine oturacağına inanıyor. Gerçekten de C.’deki derinlik sandıkları şeye kafa üstü dalan birkaç kadınla birlikte oluyor.

Yusuf Atılgan, C. karakterini o kadar iyi çizmiş ki, tıpkı yaşamda olduğu gibi C.’yi yargılayamıyoruz, eleştiremiyoruz ama karşımıza çıkan bu insanla ilgili bir şeyleri, eksik olduğunu, bir şeylerin ters gittiğini hissedebiliyoruz. C. romanda karşısına çıkan insanları etkilemeyi başardığı gibi okuru da etkiliyor. Toplumu ve toplum kurallarını reddedişi, canının istediğini yapabilme özgürlüğü, aşk gibi birçok insan için kutsal bir kavramı yaşamının ana amacı ilan edişi, entelektüel özellikleri, özellikle de aylaklık hakkını kullanışı, özgüvenli bir insan imajı çizen pervasızlığı (ki roman ilerledikçe bu pervasızlığın özgüven eksikliğini örtmek için kullandığını anlamaya başlıyoruz) okuru da kendine çekiyor. Atılgan, hem C. karakteri üzerinden birey eleştirisini, hem de C.’nin yaşadıkları üzerinden toplum eleştirisini roman boyunca bir alt metin olarak ustaca sunuyor.

Aylak Adam’ın hikayesi baştan sona erillik içeriyor, ama ne anlatımı ne dili eril buldum. Bazı bölümlerine katılmasam da, kitabın erilliğine dair Merin Sever’in K24’te yer alan “Aylak Adam’ın görmezden gelinen erkekliği”* başlıklı yazısını ilgilenenlere tavsiye ederim. Diyaloglarda ve hikâyenin anlatımında zaman zaman karşılaştığımız eril dil, hikâyenin okura başarılı bir biçimde yansımasının gerekliliği diye düşünüyorum. Dolayısıyla benim burada getirdiğim eleştiriler tamamen kitapta geçen C. karakterine, onun yaşam biçimine ve onu olumlayan çevresine, özellikle de onun derinliğine kafa üstü dalan kadınlara. C. karakteri toplumun değer yargılarına karşı olabilir, ancak kadınlara yaklaşımındaki erillikle tam da toplum değerlerinin suyuna gidiyor diyebiliriz. Âşık olduğunu sandığı kadınla, toplumdan ayrıksı olmak adına, aynı yatakta uyumayan, ama ilişkinin içsel yakınlaşması çoğaldığı noktada sorumsuzca ilişkilerini sonlandıran biri C. Yusuf Atılgan’ın böyle bir karakteri, kullandığı dil ve anlatımla kusursuz biçimde okura yansıttığını düşünüyorum. Hatta C. gibi bir karakter üzerinden bir erkeklik eleştirisini yine alt metin olarak verdiğini söyleyebilirim. Eğer Aylak Adam, C.’yi ve eril duruşunu doğrudan eleştiren bir hikâye olsaydı, bugün Aylak Adam’ı hala okuyor olmazdık diye düşünüyorum.

Yusuf Atılgan, romanı Kış, İlkyaz, Yaz ve Güz olmak üzere dört ana bölüme ayırmış. C. her mevsim başlangıcında âşık olacağı kadın hayaline kavuşup, her mevsimi hayal kırıklığı ile bitiriyor. C.’nin hayatına giren kadınlar aslında hiçbir zaman C.’nin hayatında olmadılar, hiçbir zaman da olmayacaklar. Onlar, ruhsal fırtınalarından bir türlü karaya çıkamayan ve bu nedenle bir türlü büyüme şansı bulamayan bir çocuğun sığındığı limanlar. C. her mevsim, çocukluğundan taşıdığı travmalarla yüzleşme cesaretini gösterememesini, dolayısıyla hem kendisi hem de bir başkası ile yakın bir ilişkiye girememesinin sorumluluğunu hayatına aldığı kadınlara yükleyip, karşısındakinin bu sorumlulukla baş edemeyeceğini anladığı anda sorumluluğu yükleyeceği bir başka limana doğru yol alıyor.

Dünya, C.’ler ile dolu. Kadın ya da erkek olabilirler. Belki bu nedenle daha güzel bir dünya düşü hep düş olarak kalıyor içimizde. Belki bu nedenle Aylak Adam güncelliğini hiç yitirmiyor.

* https://t24.com.tr/k24/yazi/aylak-adam,1621

Şule Tüzül – edebiyathaber.net (27 Mayıs 2020)

Yorum yapın