Albert Camus – Sisifos Söyleni: Bir başkaldırıdır yaşamak | Elif Kaymazlı

Mart 22, 2022

Albert Camus – Sisifos Söyleni: Bir başkaldırıdır yaşamak | Elif Kaymazlı

“İnsan kendinde başlayıp 

kendinde biter, ötesi yoktur.”                           

Albert Camus’un bu denemesi dört ana başlıktan oluşuyor.

.Uyumsuz Bir Uslamlama

.Uyumsuz İnsan

.Uyumsuz Yaratım

.Sisifos Söyleni

Can Yayınları tarafından çıkan ve Tahsin Yücel’in çevirisiyle dilimize kazandırılan bu eser, felsefe tarihinin en önemli yapıtlarından birisidir.

“Uyumsuz” kelimesi sözcük anlamı ve Tahsin Yücel’in açıklamasıyla; “usa, mantığa uymayan, abes, saçma, boş, anlamsız olan  ‘absurde’ sözcüğünün karşılığı olarak kullanılmış ama o sözcüğün bu anlamı aştığını insan açısından evrenin mantığa aykırılığını, tutarsızlığını ve her şeyi olduğu gibi gören bilinç sahibi insanı ve düşünceyi belirttiğini” söylemiştir.

Camus, 1913 yılında Cezayir’ de doğmuştur. Cezayir Üniversitesi’nde felsefe öğrenimi görürken sağlık problemleri nedeniyle eğitimini yarıda bırakmak zorunda kalmıştır.1938 yılında Paris’e taşınmıştır.1960 yılında yaşamış olduğu korkunç bir kaza sonucu kırk altı yaşındayken vefat etmiştir. Camus daha önce kendisine ”en absürt ölüm şekli nedir” diye sorulduğunda araba kazasında ölmek diye cevaplamış. Kendinin de araba kazası sonucu ölmesi bahsettiği gibi ne kadar absürt değil mi?  Camus için ne acı bir son. Ölmeseydi kim bilir daha ne güzel eserler bırakacaktı geriye.

Camus’un edebiyat dünyasına asıl girişi, 1942 yılında yayımlanan “Yabancı” adlı romanıyla aynı yıl içerisinde yayımlanan “Sisifos Söyleni” adlı felsefi bir deneme kitabıdır.

“Sisifos Söyleni”nde Camus, yaşamın anlamsızlığını, dünyanın insan karşısındaki kayıtsızlığından dolayı doğan uyumsuzluğunu, yabancılaşmasını, anlaşılamaz olmasını ve sonuç olarak bütün bunların direniş ve başkaldırı ile aşılması gerektiğini düşünmüştür.

“Sisifos Söyleni”nde yaşam ve ölüm arasında kalan insanın varoluşsal amacına yönelik engeli aşmak isteyen Camus, insanın ölümlü olmasının neden olduğu uyumsuzluk halini ve insanın dünyaya ve kendine yabancılaşmasını ele alır. Bu yabancılaşma ve uyumsuzluk durumunun direniş ve başkaldırı ile mutlu bir varoluş olarak tasavvur ederken bu düşüncenin temelini anlatmak için “Sisifos Söyleni”nde kahramanın yaşamından örnek almıştır.

Sisifos, Yunan mitolojisinde tanrılar tarafından cezalandırılan ve bir kayayı dağın tepesine kadar yuvarlayıp çıkartmaya mahkûm edilmiş bir kahramandır. Sisifos kayayı tepeye kadar getirecek, kaya tepeye gelince yeniden aşağı düşecektir. Sonsuza dek süren yararsız ve umutsuz bir çabadan daha korkunç bir ceza yoktur. Sisifos’un her şeye rağmen bu işkenceden onu mutlu kılacak bir yan bulduğunu ve bilincinde bir çeşit sevinç hissettiğini umutlu-umutsuzluğun mutluluğuna ulaşacağını ileri sürer Camus. Sisifos’un kayanın tekrar düşeceğini bildiği halde her seferinde tepeye çıkarması bunun varoluşunun nedeni olduğunu, bu azmini ve sonucunu bildiği halde asla vazgeçmeyişini mutlu ve umutlu bir amaç olarak düşünür. Çünkü onun bu çabası, azmin kaderine boyun eğmekten öte yapılan zulmü görmezden gelerek tanrılara karşı gelmektir. Sisifos her şeye rağmen yaşamayı seçmiştir. Bu seçimin onun özgürleştirdiğini düşünür Camus, insanın gerçekten özgür olup olmadığını bilmek ister. Ve bu konuya şöyle değinir, “Tanrı önünde, bir özgürlük sorunundan çok bir kötülük sorunu vardır. Seçeneği biliyoruz; ya özgür değiliz ve kötülükten her gücü elinde tutan Tanrı sorumludur. Ya özgür ve sorumluyuz ama Tanrı her gücü elinde tutmamaktadır.”  Sisifos’a tanrıların verdiği cezanın içinde kendi anlamını bulup, yaşamayı seçtiği gibi bizde bize sunulan kader karşısında onun yolunu izleyerek bir anlam bulabilir, bu anlamla yaşamın ta kendisi olabilir, özgürleşebiliriz çünkü Tanrı her gücü elinde tutmamaktadır.

Uyumsuzun yaratığı yabancılaşmadan doğan karamsarlıkla mücadele eden insan, Sisifos’da olduğu gibi dünyanın kayıtsızlığına karşın her gün aynı azimle yaşamını zirveye taşımaktan vazgeçmemelidir. Bu mücadeleye Camus ‘umut etme’ eylemiyle bağdaştırır. Umut başkaldırının ve yaşamın anahtarı konumundadır.  Bu umutlu başkaldırıyla insan zamanın ruhuna, yabancılaşma hissine ve ölüme direnecektir. Bu direniş onu yaşama bağlayan iplerdir. Yaşamın öte yanında ölüm de olsa, bilincinde her daim gezdirdiği uyumsuzluk halinden kurtulmak için her olumsuzluğa inat yaşamı seçmelidir. Bu seçim onun özgür aklına pencereler açacak ve onu dirençli kılacaktır.

Var olmak başkaldırmaktır.  

Camus, “uyumsuzluk, bilinçli bir varlık olan insan ile dünya arasında anlamlı bir ilişkinin kurulamaması durumudur” der. Bu bağlamda, ‘herkesin o ya da bu şekilde yaşamını sürdürdüğünü, ama bazı insanların bu durumunun bilincini kavradıklarını, bazılarının ise bulundukları durumun içeriğinin farkında bile olmadan –bilinçsizce- sorgusuz sualsizce hayatlarına devam ettirdiklerini’ buna teslim olduklarını ima eder. İnsani varoluşunun anlamsızlığına vurgu yaparak herkesin bu farkındalığa sahip olmadığını düşünür. Camus bu anlamsızlık ve uyumsuzluğa karşı nasıl yaşanılması gerektiğine dair irdeleme yolunu seçer. Hayatı irdelemeden, sorular sormadan varoluşunun amacının kavranamayacağını, bu amaca giden yolların bulunamayacağını düşünür.

“Sisifos Söyleni”nde Camus, “Gerçekten önemli olan bir tek felsefe sorunu vardır, intihar” der. Bu dünyada varoluşumuzu devam ettirebilmemiz için yaşanmaya değip değmediği konusunda bir cevap bulmaya çalışır. Bulduğu cevaplar onu tatmin etmez. Hayatın, yaşamın, özgürlüğün ta derinlerine doğru gitmek ister. Bu gidiş sancılı bir gidiştir. Camus, “Felsefesel intiharla ilgilenmiyorum ben” der, kısaca intiharla ilgileniyorum. Yalnız onu içindeki coşkunluklardan arıtmak, mantığını, dürüstlüğünü tanımak istiyorum.” Aslında burada Camus,  “yaşamın anlamı nedir?” sorusunu sorar.

Camus, “Bir yanıyla insan bütün varoluşuyla yaşamak durumundadır öte yandan ölüme mecburdur” der. Bundan dolayı uyumsuz kavramı ile insanın ölüm karşısındaki biçare acizliğini ve ölümden kaçamayışını anlatır. Ölüm-Yaşam… İnsan neden ölüme mahkûmdur? Neden varoluşu yaşam- ölüm ikileminin içinde yaşamaya mecburdur? Her gün varoluşsal kısır döngüyle mücadele etmek zorunda kalan insan hem umutsuzluk hem de ölüm düşüncesi ile karşı karşıya gelmesi dünyaya karşı yabancılaşması nedendir? “Kendi kendime de, dünyaya da yabancıyım” der Camus. Bu nedenle her şeyin anlamsız olduğunu düşünür. Gelecek günler için ne kadar planlar yaparsak yapalım ölüm acı bir sancıdır, insanın önünde bir gün mutlaka düşecek olduğunu bildiği bir gerçeklikle durmaktadır. “Başkaldırmış kişinin evreninde ölüm, adaletsizliği aşka getirir.” Bunu “son haksızlık” olarak görür Camus. Yaşamın anlamının ne olduğunu bulamamakla birlikte yine de bir anlam bulmaya çalışır. İnsan içinde yaşadığı bu dünyayı nasıl anlamlandırmalıdır? Bütün bu sorularla, insani uyumsuzluğa bir cevap arar. Gerçeği bulmak ve aydınlatmak isteyen Camus, Yunan Mitolojisindeki Sisifos Söyleni’nden yola çıkar. Bu kahramanın bitmez, tükenmez azmini anlatır.

Dünyanın anlaşılmazlığı insanı uyumsuzluğa itse de anlam arayışından asla vazgeçmemelidir. İyileşmek için bu anlamı bulmalı ya da intiharla her şeyi söylemelidir insan. Camus’un dediği gibi, “kendini öldürmek bir anlamda melodramlarda olduğu gibi içindekini söylemektir. Yaşamın bizi aştığı ya da yaşamı anlamadığımızı söylemektir”  İnsanın yaşamı anlaması ve yorumlaması önündeki en büyük engel olduğunu düşünür intiharın. İnsan her şeyi sorgulamaktan öte kendini yaşamın bir parçası olarak hissetseydi, ölüm, intihar, saçmalıklar, uyumsuzlukların oluşturduğu karşılığı olmayan döngüsel sorunlarla uğraşmak zorunda olmayacaktı. Yaşanılan bu dünya karşısında insanın aciz ve insani isteklerine umursuz oluşuna cevaplar bulmak zorunda kalmayacaktı. İnsanın bu karşı karşıya kaldığı durum nedeniyle kendi varoluşuna yabancılaşmayacak ve yaşamı ‘uyumsuz’ bir varoluşla sürdürmek durumunda olmayacaktı.

Camus’un, insan yaşamının tüm uyumsuzluğunu, anlaşılmazlığını, yaşama yabancı oluşunu anlamak için çıktığı bir yolculuktur bu. Tıpkı Dostoyevski’nin kahramanlarının huzursuz ve çelişkiler içinde bir ruhla uyumsuz dünyanın onlara kıvrandırıcı etkiler vermesi gibi. Karamazov’lardan söz ederken Dostoyevski şöyle der: “Bu kitabın tüm bölümlerinde izlenecek olan başlıca sorun, tüm yaşamım boyunca, bilinçli ya da bilinçsiz olarak acısını çektiğim sorunun ta kendisidir: Tanrı’nın varlığı…” Nietzsche gibi “Tanrı’yı öldürmek” değildir niyeti… Tanrı ona ne kadar acı çektirse de ruhani bir teslimiyetle ona derinden bağlıdır. Camus ise, “Bir meleğin ya da bir Tanrı’nın algısının benim için anlamı yok. Tanrısal aklın benim aklımı onayladığı bu geometrik yer benim için her zaman anlaşılmaz kalacak bir şey. Beni çevreleyen, bana çarpan ya da beni götüren bu dünyada, bu kaostan, bu her şeyin başı rastlantıdan başka, kargaşadan doğan bu Tanrısal eşdeğerlikten başka her şeyi çürütebilirim. Ben ancak insan ölçüleriyle anlayabilirim” der ve üstüne bastıra bastıra, bildiği tek özgürlüğün, düşünce ve eylem özgürlüğü olduğunu söyler.

İnsan yaşamının anlam nedir? Bu dünya da yaşamına devam etmek için bir anlam bulmalı mıdır? Yoksa yaşam başlı başına bir anlamsızlık mı içerir? Bu anlamsızlık, yaşamın tepkisizliği bağlamında insan varoluşunu neden uyumsuzla anlatmaya çalışır Camus? Varoluşsal yaşamın anlamsızlığını anlatmaya çalışırken neyi düşünmektedir? Aklındaki bu sorular nedeniyle Camus, uyumsuz bireyin mutlak gerçeği bulma yolundaki derin arzusu ile gerçeğin peşine düşer. 

Aslında Camus’un ‘yaşamın anlamını’ aramasının asıl sebebi 1913-1960 yılları arasında iki büyük dünya savaşına tanıklık etmiş ve yaşamın, ölüm ile olan karşılaşmasının sonucunun insan ruhuna yansıttığı izleri takip etmiştir. Bu takip onu anlam aramaya götürmüştür. Tıpkı Avusturyalı psikiyatrist Viktor Frankl’in II. Dünya Savaşı sırasında toplama kamplarında yaşadıkları, onun yaşamın anlamına ilişkin yanıtlar bulmaya çalışması gibi. İnsanın, “her şeyden yoksun kalmış yaşamından başka kaybedecek hiçbir şeyi olmadığını” ansızın kavradığı zaman neler yapabileceğinin farkına varması gerektiğinin altını çizmiştir. Frankl’ine göre, “Her insan yaşam tarafından sorgulanır. Kendi yaşamı için cevap verirken aslında yaşama cevap verir.” Viktor Frankl’in  “yaşamda bir anlam bulmalıyız” derken Camus, “yaşamın anlamı nedir” sorusunun sorar durmadan kendine…

Yaşamı anlamlandırma isteğinde olan insan ölüme teslim olmamalı,  ‘uyumsuzun uyanışı ‘nı gerçekleştirme durumuna gitmelidir.  Bu uyanışın yarattığı bilinçle yaşama istekle bağlanabilir. Bu yaşama isteği başkaldırının ta kendisidir. Bu başkaldırı felsefesi ‘uyumsuz’un insanda yaratığı yabancılaşma, anlamsızlık, umutsuzluk, hiçlik ve kayıtsızlık duyguları ile baş etmenin tek gayesidir Camus için.  “Bir deneyimi, bir yazgıyı yaşamak onu bütünüyle benimsemektir” der Camus sonra. Bütün amacı, dünyanın anlamsızlığı felsefesinden yola çıkıp sonunda ona bir anlam ve bir derinlik bulan düşüncenin durumunu gün yüzüne çıkartmaktır. Dünyanın üstündeki bütün örtüleri kaldırıp insana ulaşamaya çalışır. Varoluşunu kavramak zorunda olan insan bu dünyada sadece fiziki bir varlık olmadığının bilincinde olarak yaşamı seçip, ölüme başkaldırır. 

İnsan kendi anlamının dışında derin anlamları olan bir gerçekliğe sığınmak ister. İnsanı anlamlı yapansa bu aradığı gerçekliktir. Bu gerçekliği anlamadan kendini anlayamaz insan. Yaşama karşı uyumsuzluğunu ve umutsuzluğunu tersine çeviremez. Ölüm ve yaşam. Hangisini seçmeli ki gerçeğin ne olduğunu anlamlı. Bütün bu olumsuzluklara karşın mücadeleci olmalı ve yaşamı her şeyine rağmen insanı mutlu kılacak bir bilinç geliştirebilmeli. Umutsuzluğu ‘umuda’, mutsuzluğu ‘mutluluğa’ dönüştürebilme ve varoluşunu kavrama ancak başkaldırıyla sahip olunabilir. Bu başkaldırı her şeye rağmen yaşamı- yaşamayı seçmektir. Ölümün var olduğunu bile bile… İnsanoğlunun yanı başında bekleyen ortak son ölüm dahi olsa, dünya her şeye rağmen insana her dem kayıtsızlığını gösterse de, varoluşsal kaygımız bilincimizde her daim sorular üretse de yaşama derin bir tutkuyla bağlanarak başkaldırabilir insan tıpkı Sisifos gibi varoluşunu simgeleyen o kayayı zirveye taşıyarak, kendi yaşamının kahramanı olabilir.

Bu mücadele aslında bilmenin, başkaldırmanın, gerçekliğin farkını kavramanın, ölüme karşı yaşamanın mücadelesidir. Bilmemenin tepkisizliği değil.

edebiyathaber.net (22 Mart 2022)

Yorum yapın