Edebiyat hayatın neresinde? | Feridun Andaç

Mayıs 31, 2022

Edebiyat hayatın neresinde? | Feridun Andaç

Galiba söze Walter Benjamin’in şu sözlerini hatırlayarak başlamak gerekecek ilkten:

“Hayatın yapısını kurma işi şu anda, kanılardan pek daha çok olguların gücü altına girmiş durumda. Hem bunlar şimdiye kadar  hiçbir zaman, hiçbir yerde kanılara temel olma durumuna gelmemiş olgular. Bu şartlar altında gerçek edebiyat etkinliği edebî çerçeveyle yetinebilme iddiasını atamaz ortaya – daha çok, kısırlığının alışılagelmiş bir ifadesi olur böylesi. Edebiyat etkinliği anlam taşıyacaksa, ancak yapma ile yazmanın kesin biçimde birbirini izlemesiyle ortaya çıkacaktır; bu etkinlik eylem içindeki topluluklar üzerindeki etkisine kitabın iddialı, evrensel tavrından daha uygun düşen, pek de  göze batmayan biçimlerini bildirilerde, broşürlerde, dergi yazılarında ve makalelerde kullana kullana oluşturacaktır. Görülüyor ki, şu anın gereklerine, ona etki ederek yeterli olabilen dil sadece, bu çabucak konuşulabilen dildir. O dev toplumsal hayat düzeneği için görüşler makineler için yağ neyse odur; insan bir türbinin başına geçip üstüne makine yağı boca etmez, azıcık yağ püskürtür, nerede  olduğunu bildiği gizli oyuklara ve aralıklara.” (1)

Kuşkusuz Benjamin bunu başka bir zaman diliminde (1928), bambaşka bir bağlamda söylemiş. Gene de getirdiği çağrışım ortak bir noktada buluşturabiliyor bizi.

Günümüz edebiyatı, edebiyat/yayın ortamı ve özellikle de edebiyat eleştirisi nerede/ne durumda? gibi bir soru sorduğumuzda  bu tür düşüncelere yöneliyoruz ister istemez.

Bu eksenden bakınca, Benjamin’in yansıttığı düşüncelere itirazım yok. hatta arka planı görmede bir çıkış yolu bile olabilir onun söyledikleri.

Günümüz Edebiyatı

Bir eksen kaymasında dönendiğimiz kesin. Modernleşme sıkıntıları olan bir toplumun üretemediği her şeyi hayatına yerleştirmeye çaba göstermesi  iğretilikleri getiriyor gündelik yaşantılara. Hayatın her alanını kuşatan yapaylık kurulan kentlerde başlıyor ilkin.

Ekonomik ve siyasal istikrarsızlık, göçle yaşanan çözülme, küresel kuşatmanın getirdiği  kendi olamama durumları toplumun her kesiminde derin uçurumlar oluşturdu şu son otuz yıllık zaman diliminde.

Öne çıkan gösteri toplumu imajı suskun kitlelerin psikolojini belirlediği gibi, kurmaca dünyaların hayatın her alanında nasıl ufalandığını da gösterdi.

Bütün bu akış içindeki toplumun dipdalgasını yansıtması gereken sanat her alanda sorgulanırken, edebiyatın da, bu anlamda, neden gücünü yitirdiğinden söz edilir oldu sıklıkla.

Değişen neydi?

Bu sorunun yanıtını arayan yalnızca biz değildik kuşkusuz!

Dilimize çevrilen Gregory Jusdanis’in Kurgu Hedef Tahtasında: Edebiyatın Savunusu (2) kitabı da benzer sorunları gündeme taşıyordu aslında.

 Jusdanis, yer yer, edebiyatın ne olduğunu hatırlatırken; edebiyat sorununun altını çizerek “özerk sanat” kavramını gündemleştirir ve edebiyatın toplumsal işlevinin altını da çizerek şunları imler:

“Edebiyat, hem bir sanat biçimi olarak ayrı olmalı hem de toplumun bir parçası olmalıdır.”

Gelinen noktada günümüz edebiyatının yetersizliğinin bağlı olduğu durumları/koşulları da ayrıştırarak irdeler Jusdanis.

Edebiyat, günümüzde popüler kültürün bir parçasıymış gibi gösterilerek içi boşaltılmaya çalışıldı. Güne/gündeşe yakın duran yazarlar bunun av sahasında kendilerine yer açtılar.

Edebiyat için “ölüm ilanı” çıkarmak gerekmiyor elbette. Ama şunu görmeli; dün edebiyat hayatımızın ne kadar içindeydi, bugün ne kadar dışına düştü.

Çağdaşlığın ülkemizdeki yapılanma sürecinde edebiyat bir kurum/okul olabilme özelliğini hiçbir dönemde gösteremedi. Çünkü; “akademi”nin, “üniversite”nin desteği yönlendirmesi olmadan kurumsallaşmak mümkün değil. Yalnızca “kuşak” kavramından söz edebiliriz. Ki, bu da ivmesi olmuştur edebiyatımızın, bir de edebiyat dergilerini sayabiliriz. Eleştiri ise her iki oluşumun içinde kendine yer bulmuş, ama gelin görün ki bir eleştiri okulundan da söz edemeyiz bu bağlamda. 

Günümüzde parçalanan hayatın göstergelerini yansıtan yeni “edebi” türlerin oluşumu birçok alandaki biçimsel yeniliklerin de bir yansıması olarak yayın dünyasında kendine yer açtı. Edebiyatın aurası bu süreçte parçalandı aslında.

Elbette ki edebiyatın geldiği bu durumda internetin etkisini göz ardı edemeyiz. Görsele ve hemen erişebilire yönelme hem okumanın hem de düzyazının/şiirin gücünü kırmış, zaman zaman da işlevsizleştirmiştir.

Edebiyat bu süreçte kendini yeniden inşa etme arayışına yönelmiştir. Bugüne değin el atılmayan türler/temalar/konular işlenmiş, biçimsel yeniliklere baş vurulmuştur. Ama yönelişin adı/kuşağı/okulu yoktur. Toplumsal arka plan olmadığı gibi, gelenekten koptuktur her biri; “ben yaptım oldu” anlayışı egemen kılınmıştır ağırlık olarak. Çünkü bu süreçteki edebiyatın eleştirisi, tarihi, araştırmacısı da yoktur.

Kapitalist toplumda bir yanda modernite kendini yapılandırırken diğer yanda da sanatın özerkleşme alanlarının tüketilmesine neden oluyor belki de istemeden. Ötede ise gözlenen kültüre/sanata/insana gereken yatırımı yapmaması.

Ortaya çıkan anlayışlar “edebi kurgu” yerine bambaşka “kurgusal hayat” göstergelerine tutulmayı yeğliyorlar bu yüzden de. Bu da yeni okuma biçimlerini, yeni okuru doğurdu: her şey hemen tüketilebilir, tüketilmeli de! Öyleyse “kitch” olan makbuldür, “popüler” her zaman yer bulur kendine.

Edebiyatın dolaşım mecrası buna göre düzen aldı. Yeni bir “edebi zihin” haritası çizilmeye başlandı.

Popülerliğin Gölgesinde Edebiyat

Gelinen bu süreçte egemen kılınan anlayışların birer “kanon” oluşturdukları da söylenebilir mi? Sanmıyorum! Çünkü o bile bir birikim, öteden geleni bilmeyi içerir. Oysa bugün yapılan/kurulan “edebi zihin” balık hafızalı; yayıncılığı, buna bağlı olarak gelişen diğer  alanlar da ona göre biçimleniyor. Eleştiriyi dışlayarak yol alma, gazete köşelerini egemen kılma, fuarları gösteriye dönüştürme, okuma etkinlikleri söyleşilere panayır havası verme, oluşamayan bir yayın sektöründe edebiyat ajanslarını bir marka gibi devreye sokma…giderek de “sanat pazarı/piyasası” yaratma…Ödüller başlı başına “ödün”e, vasatın egemenliğine kapı araladı. Çeviri zafiyeti, yayınevi enflasyonu, kitap eklerinin yarışırcasına “kötü/yetersiz” kitap tanıtım yazılarını yaygınlaştırması edebi dilin körelmesine su taşıdı sürekli…

Yani bir tür “edebi pazar”…Yazı’nın varoluş nesnesi kitap’ı bu pazarın metasına dönüştüren her yol  rağbet görmeye başladı böylece. Öyle ki, edebiyat eğitimde de bir meta aracına dönüştü. Yazar/edebiyat kullanımın parçası haline gelince, popüler olan/çok satan yeni bir alan açtı.

Böylece anonimleşme çağın sanrısı değil, adeta ruhunu yansıtır oldu.   

Şu gerçek belirgince öne çıktı bu süreçte: edebî yazarlar, popüler yazarlar.

Bir diğer olgu ise; edebiyat eleştirisi yerini kitap tanıtımına bıraktı. Öyle ki, okunmadan, adeta şöyle bir göz atılarak yazılan tanıtım yazıları “eleştiri” diyerek kitap dergilerinde yer buldu. Bir bakıma da “seyyar” yazar figürü “her şey satılık” nidasıyla ortalıkta gezinir oldu.

Gölgede kalan “metin”, öne çıkan “suret” çağın edebi algısını yansıtma da ölçü değildi elbette. Gelgelelim “edebiyat gazeteciliği” diye bir kavram neredeyse her şeyin ibresini yansıtır oldu. Buna “edebi hafıza kaybı” da diyebiliriz. Çünkü alan doldurma gibi bir çabayla eleştiriyi üreten ortam da yok edildi. Buna edebiyat dergilerinin magazine dönüşmesini de ekleyebiliriz.

Bir zamanlar edebiyatı besleyen iki mecra gazete ve dergiler ayak değiştirince; edebiyatı özerkleştiren alanların da önü kapatıldı.

Medya güdümü, kötü yayıncı  ortaya ne olduğu belirsiz bir yapı çıkarmaktadır. İyi edebiyata değil, kötü/hemen tüketilebilir “kitap”a rağbet edilmekte ya da medya aracılığıyla öne çıkarılana ilgi gösterilmektedir. Bu da popüler yazarlar korosunu oluşturmuştur ne yazık ki.

Bu biçimlenme kendi kotlarını/kotalarını belirliyor, doğrultusunu da. Hatta ödül kurumunu da şekillendiriyor. İşte bunun aracı kurumlar da bu süreçte oluşmaya başladı.

Telif ajanslarından fuarlara, çeviri furyasından tanıtım toplantılarına değin birçok şey edebiyatı para kazanma aracı olarak gündeme taşıdı.

Zamanımızın Ruhu ve Edebiyat

Peki, bütün bunlar oluşagelirken günümüzde edebiyata nasıl bir rol biçiyoruz ya da böyle bir rol biçmek gerekir mi?

Eğer popüler kültürün harmanladığı hayatın akışında edebiyat nerede/ne yapıyor, neye yarıyor diye bir soru da soracaksak; iş iyice karmaşık bence!

Neden mi?

Günümüzün edebiyatı zamanımızın ruhunun ötesinde bir alana itilmedi aslında; küreselleşme salgını, yeni dünya düzeninin biçimlenmesiyle süregelen bir anlayış parçaladı. Dünyadaki egemen dil/söylem neredeyse benzer şeyleri taşımaya başladı. Tarihe sığınma, bilimkurgu, fantastik, polisiye, gerilim, kişisel gelişim, kendini anlatma çabası bu yaygın dilin taşıyıcıları oldu. Hayatın her alanındaki tek tipleştirme yeni bir “edebi zihin” yarattı denilebilir. 

Modernite gerçek anlamda edebiyatı biçimleyebilecek koşulları yaratmadan, küresel kapitalizm son otuz yıldır bu alana girdi.

Adım adım gerçekleşti her şey.

Önce hayatlarımıza müdahale edildi. Parçalanma başladı oralarda. Sonra mekânlar yok edildi; göç hızlandı, siyasal karmaşa ve yozlaşma egemen kılındı.

Özellikle de toplumda boş bırakılan alanlar doldurulmaya çalışıldı. “Sosyal devlet” kavramının yerini cemaatler/tarikatların egemen alanları kuşattı. Yeni bir sermaye sınıfıyla muhafazakarlığın adı  konmaya başlandı. Yapaylık hayatın her alanını kuşattı.   

Bu kuşatma altındaki bir dille/düşünceyle kurulmaya, hatta adlandırılmaya çalışılan edebiyat; yeni yollar buldu kendine.

Bu parçalanma yayınevlerini çoğalttı,

Bu parçalanma gazete köşe yazarlarını iktidar etti,

Bu parçalanma gazeteleri/yandaş medyayı egemen kıldı,

Bu parçalanma interneti/sosyal medyayı bağımlı hale getirdi,

Bu parçalanma popülerliği tetikledi,

Bu parçalanma değersizleştirmeyi başat kıldı,

 Bu parçalanma eleştiriyi yok saydı,

Bu parçalanma suskunluğu arttırdı,

Bu parçalanma anlatma/savunma gücümüzü kırdı,

Bu parçalanma ayakları baş etti,

Bu parçalanma yapaylığı körükleyerek her şeyin içini boşalttı…

Edebiyattan Anladığımız

Bugün edebiyat derken neyi anlıyoruz? Salt roman mı geliyor aklımıza? Elbette hayır! Öykü, şiir, deneme, eleştiri, oyun…Bir de buraya taşınan, düzyazıyı taçlandıran her şey… Çeviriyi de buna dahil etmek kaçınılmaz tabii ki.

Bu denli genişçe bir alanın verimliliği üzerine konuşmak, bir bir ayrımlayarak adlandırmak zordur. Ama çok genelleme yapmadan “sorun”un neleri içerdiğini bir ölçüde göstermek ,sanırım, bu alandaki birçok tartışmayı da yapma zamanının geldiğini hatırlatıyor bizlere.

Çünkü bu süreçte edebiyat algısı topluma/toplumsal sorunlara bakış olmaktan çıktı. Modernleşme, kentleşmeyle birlikte bireyin dünyası/sorunları; parçalanmışlık, kimlik/aidiyet/tarih eksenindeki sorunsalları taşıdı edebiyatçının dünyasına. Ama ıskalanan asıl şey şuydu: “küçük insan”, mülksüzler, taşranın yeni yüzü, şiddetin/göçün/yoksulluğun yarattığı dünyalardaki insanların gerçekliği ve siyasal arenada olup bitenler.

Tarih bilinci olmayan, edebi belleği gözünün önündeki “popüler”likten ibaret “yazıcı” tipinin oralara ulaşması mümkün değil. Anlatabilecekleri de göz önündeki iğretilikler, kendi sızıları ya da sığ hayatlar…

Oysa toplum dönüşüyor sürekli…Sokaklar dilini yitiriyor, insanlar hallaç pamuğu gibi savruluyor; özelleştirme, “kentsel dönüşüm” adıyla “kusursuz cinayet”ler işleniyor her gün.

Pratiği olmayan bir edebiyat yaygınlaştırılıyor, evet. Gazete köşeleri, magazin sayfaları bunu körüklüyor; yaymaktan başka işlevi olmayan yayınevleri kitap kirletmeye devam ediyor.

Ötede biri çıkıyor, “muhafazakar sanat”ı kurmalıyız diyor. Anlatamadığının sanatı nasıl olur? Akıp giden hayatın gerçeklerine sırt dönerek inancı yaşama biçimine, yaşama biçimini de sanata dönüştürme anlayışı da öte yanda kendine yer açıyor. Bu da başka bir “baron”luğa heves!

Dönüşen Ne Peki?

Edebiyat küresel bir eylem değildir. Ama ondan etkilenir. Özel pratiklerde oluşur, yetkinleştirilerek, gruplara katılarak varoluşunu ortaya çıkarır.Yani yazar/yaratıcı o gruba/ortama dahil olur.

Ekoller, okullar, akımlar, dönemler, kuşaklar böylesi oluşum/katılımlarla gerçekleşebilir ancak.

Eğer bireysel alanda kendinizi oluşturma süreci/eğitiminden yoksunsanız, gidip bir yere ilişerek edebi varoluşunuzu gerçekleştiremezsiniz.

İşte bugün bu gerçeklik bertaraf edilerek, -o klanlar (bir ölçüde de kanon’lar) ekseninde içinde var olarak roman/öykü/şiir yazılarak kendine yer açma ve yazar olarak görülme sevdası yaygınlık kazanmıştır

Günümüz edebiyatçısı açılan yeni alanları görmek zorundadır. Yeni sorunları, “yeni insan”ı kavramak, gerçekliğine yüzünü dönmek kaçınılmazdır onun için.

Roman da öykü de hatta şiir de bugünün hayatını anlatmaya yetmiyor. Bunu iki boyutta okumak gerekir: Yeni bir anlatı türü mü yaratmalıyız edebiyatın içinde, ki bunların tümünü de içine alan; diğer boyut ise kendi içdinamiğimizin/birikimimizin, yazmaya soyunanların yetersizliği.

Görüleceği üzre ortak payda: yetersizlik.

Bunu diğer alanlara da taşımak mümkün.

Bir başka yön ise; anlatamadığınız da o türün yerini başka anlatım biçimleri alır. Örneğin; tarih, psikoloji, kişisel gelişim vb. kitaplar/anlatılar.

Edebiyatın değeri/değersizliği konusuna gelirsek; “iyi edebiyat”tan söz ederek başlamalıyız belirlemelere.

Nedir “iyi edebiyat” sahi? Ama önce bunun konumlandırılmasına bakmak gerekir.

Jusdanis, bir yanıyla şöyle bir açıklık getirir buna:

“Edebiyat bir yandan uzun bir tarihi olan, toplum içinde kök salmış ve siyasi mücadelelere, ekonomik düzenlemelere maruz kalmış toplumsal bir kurumdur.” (s. 13)

Öte yanıyla da; “Edebiyat bizi sahici bir yere  götürmek yerine, yapılı olanla gerçeğe benzeyen arasındaki gerilimde sahneye çıkar. Bunu yaparak da okurlara, dünyayı bilmenin hakikat ve kurguyla bir etkileşime geçme meselesi olduğunu hatırlatır.”  (s. 57)

Bu da şunu gösteriyor ki; bunu hatırlayacak bir okur’u da yetiştirir edebiyat.

Birikerek oluşan, zamanın kalbinde duran edebiyat…Ötede olana bakarak değer biçebileceğimiz…Yani bir Sait Faik’i okurken hatırladığımız, Çehov’la yol alırken keşfettiğimiz hayatın nabzını bize hissettiren edebiyat…

Asıl sorun şu ki giderek okuma biçimlerimiz de değişiyor, tıpkı hayatın renkleri gibi. Ve edebiyatın önünü açabilecek zamanın savunusu kalıyor bizlere bugün ve yarın… Edebiyatla ebedi yolculuğumuzun sürmesini istiyorsak eğer…

            ______

  1. Tek Yön, Walter Benjamin; Çev.: Tevfik Turan, 2000, YKY,  86 s.
  2. Kurgu Hedef Tahtasında:Edebiyatın Savunusu, Gregory Jusdanis; Çev.: Çiçek Öztek, 2012, Koç Üniversitesi Yayınları,  2003 s.

edebiyathaber.net (31 Mayıs 2022)

Yorum yapın