Akif Kurtuluş: “’Kaybetme duygusu, bir mağlubiyet değildir.”

Mayıs 29, 2017

Akif Kurtuluş: “’Kaybetme duygusu, bir mağlubiyet değildir.”

akif1Söyleşi: Can Öktemer

Akif Kurtuluş‘un ilk olarak 1998 yılında basılan ve artık baskısı bulunmayan deneme kitabı “Romantik Korno”, Can Yayınları tarafından geçtiğimiz günlerde yeniden yayımlandı. Romantik Korno, Akif Kurtuluş’un kişisel yaşam öyküsünden, edebiyata, şehirlere ve Türkiye’nin yakın dönem siyasi, politik olaylarına dair deneme yazılarından oluşuyor. Akif Kurtuluş’un yine geçtiğimiz günlerde Can Yayınları tarafından yayınlanan “Daktilo Yazıları”nda ise yazarın Politika ve Sanat ile Harita Metod defteri isimli kitaplarında yer alan yazıları bir araya gelmiş. “Daktilo Yazıları” politika ve sanat ilişkisini sorgulayan, derinlikli ve üstüne düşünülmesi gereken metinlerden oluşmakta. Esas olarak şiirleriyle tanıdığımız Akif Kurtuluş’la hep gitmekten bahsedilen bir dönemde gitmenin mi yoksa kalmanın mı zor olduğunu, yazarak umudu tazelemenin mümkün olup olmayacağını, dostlukları ve Ankara’yı konuştuk.

Geçtiğimiz günlerde “Romantik Korno” ve “Daktilo Yazıları” kitaplarını Can Yayınları tarafından yayınlandı. “Romantik Korno” ilk olarak 1998 yılında yayınlanmıştı, “Daktilo Yazıları”da çeşitli mecralarda yazmış olduğunuz yazılardan oluşmakta. Kitapların derlenme ve yeniden yayınlama süreci nasıl oluştu? Bugünden bu yazılara baktığınızda nasıl bir hissiyatla karışlılaşıyorsunuz?

Can Yayınları’ndan Emre’nin -bu kitaplarımı da yayımlama – teklifi gelince doğrusu şaşırdım. Ben, Romantik Korno’nun değil ama, Daktilo Yazıları’nda birleşen iki kitabımın unutulduğunu düşünüyordum. Unutulmak dediysem, biraz gündemle de ilgili, tartışılacağını sanmıyordum. Hatta sordum “Emin misiniz” diye. Şimdi Emre’nin, yani yayınevinin haklı çıktığını görüyorum. Daktilo Yazıları, bir şekilde okunuyor, üzerine konuşuluyor.

romantik korno_kapak-1daktilo yazilari_kapak“Yazdıkça direniyorum, yazdıkça özgürleşiyorum” demiştiniz. Bugün yine zor zamanlardan geçiyoruz. Yazarak direnmek, yazarak iyileşmek ve yaraları sarmak mümkün mü sizce?

Mümkün tabii ki. Yaraları sarmak gibi değil. Öyle demeyelim. Ama yazarak direnmek, umudu -neye yarayacağını bilmeden, hatta umursamadan- taze tutmak mümkün. Yazarsanız, kalır bir yerde, birisi, birileri gelir tutar onu. Buna inanırsınız, ben buna inanıyorum.

Edebiyatın ve şiirin hayatımızdaki etkisinin ve yoğunluğunun azaldığına dair karamsar bir ruh hali var son zamanlarda. Siz de bir röportajınızda “edebiyat, bence insan evladının elinde kalan belki tek özgürleşme projesi” demiştiniz. Siz bu durum için ne demek istersiniz?

Hâlâ öyle düşünüyorum. Edebiyat, insan evladının elinde kalan tek özgürleşme projesidir. Çünkü politikanın hamasetinden, felsefeciler belki bana kızacak ama felsefenin kibrinden de uzaktır. Edebiyatın ve şiirin etkisi ve yoğunluğunun azaldığına gelirsek… Yok, pek öyle düşünmüyorum. Durduğum yerden bakıyor ve tarif ediyor olabilirim ama edebiyatın bir özgül ağırlığı vardır, pek değişmez. O özgül ağırlığı ise “çok satmakla” mesela ölçemezsiniz. “Az satmak” da bir kıymet ölçütü değildir.

Son dönem edebiyat dergilerinde ve genç yazarların romanlarında bir tür “kırılganlık”,  “kaybetme” ve “tutunamama” romantizmi öne çıkmış görünüyor. Bu durumu 80 sonrası edebiyatımızda örneklerini gördüğümüz bir tür içe çekilme, mağlubiyet hissiyatına benzetenler de var. Siz bu durum için ne demek istersiniz? Başka bir şerefli mağlubiyetler dönemine mi girdik sizce?

Böylesi geniş bir parantez kurabilir miyiz, emin değilim. Öyle olsa bile, yeni “kaybetme / tutunamama romantizmi” beni rahatsız etmez. Ben edebiyatın ne söylediğinden çok, nasıl söylediğine bakan bir edebi terbiye sahibiyim. Siz olumsuz bir yargı ileri sürüyor değilsiniz tabii ki, böyle anlamadım ama 12 Eylül’den sonra kimi edebi metinleri bu argümanlarla aşağılayan yazılar okudum ben. Kaybetme duygusu, bir mağlubiyet değildir. Başkalarını bilmem, benim en iyi bildiğim birkaç şeyden biridir kaybetmek. Kaybederiz, yeniden başlarız.

akif2“Romantik Korno”da öne çıkan durumların başında dostluk hikayeleri geliyor. Özellikle ilk gençliği 80’li yıllara gelmiş olanların gerek edebiyatla kurdukları ilişkileri, gerekse de paylaştıkları anılar ve dostluklar bakımından farklı olduğunu söylenir. O dönemin dostluklarını farklı kılan neydi? Deleuze, “dostunuz her şeyi konuşabildiğimiz kişi değil, bir suskunluğu paylaşabildiğiniz kişidir.” der. Siz dostluğu nasıl tarif edersiniz?

Dostluğunu paylaşmış olmaktan büyük sevinç duyduğum Adnan Azar’ın güzel bir dizesidir: “Akşamlar ve parklar arasında dünyaya en çok siz yaraştınız /Şimdi sizi çok özlemişiz / Bir akşam bize gelirseniz, geniş koltuklarda otururuz; susarız.” Öyledir gerçekten. Suskunluğu paylaşabildiğiniz, susmalarınızın rahatsızlık yaratmadığı ilişkileri dostlukla tarif etmek, şimdi benim de hoşuma gitti doğrusu. Kaydetmemişim. Felsefe kavramlarla, kavramsallaştırarak hayatı anlamaya çalışır ama totoloji yapmaz. “Buradan da bakamaz mıyız” sorusunu ortaya atar. Genel geçer yargılar vermez. Deleuze’ün söylediği gibi aslında…

80’li yılların dostluklarının farklı olup olmadığını bilemem. Her dostluk, tarafları açısından kıymetlidir. Aşk gibidir, dostluk da yenilenmek, tazelenmek ister. Bir tarif düşünmedim. Gücünü eleştiriden, dayanışma duygusundan alan, teklifsiz, hesapsız her ilişkiyi dostluk başlığının altına yazabilirim.

“Romantik Korno”da bir çok farklı şehirde dolaşsak da  Ankara bir adım daha öne çıkmış gibi. Ankara, “Mihman”da da önemli bir yerde duruyordu. Ankara sizin kişisel hikayenizde nerede durmakta?

Ankara’da doğdum, büyüdüm, hayatımın çok büyük bir kısmı bu şehirde geçti. Ankara’da yaşamıyorum artık ama peşimi bırakmıyor işte. En azından şimdiye kadar böyle geldi. Bundan sonrası nasıl olur bilemiyorum.

Memleketten gitmenin, gönüllü sürgünlük hissiyatlarının öne çıktığı bir zamandan geçiyoruz. Lakin kalmak isteyenlerin ruh halinden hakkında pek konuşmuyor gibiyiz. Siz her şeye rağmen burada kalmak isteyenlerden misiniz? Ve gidenlerin arkasından “bu şehir arkalarından gelecek”midir?

Kalmak ya da gitmek… Bu soruya bir çırpıda verilecek her cevap, bir ezberi anlatır, hayatı değil. Kolay bir cevap veremem buna. Bir kuştüyü bile bozabilir arasındaki dengeyi. Kesin cevabım yok. Kesin cevabım olmadığı için yazıyorum galiba.

Bazen gidersiniz “bu şehir arkandan gelir,” ya da kalırsınız, o şehir kaçar sizden.

edebiyathaber.net (29 Mayıs 2017)

Yorum yapın