Kadın yiyenler kulübünde dönüştürücü ateş: Kadın | Serap Gökalp

Mart 8, 2022

Kadın yiyenler kulübünde dönüştürücü ateş: Kadın | Serap Gökalp

Zamanın dikiz aynasında

Bu bir kadın, kadın emekçi yazısı olmadan önce, yazan bir kadın olmam nedeniyle, konuya yazının ilk koruyucu tanrısı, Sümer Cenneti’nin yazmanı, Kutsal Odaların Bilgili Kişisi Tanrıça Nidaba’yı anmakla başlamak istiyorum. 

Kadim uygarlıklarda  çoklukla yılan biçimiyle simgelenen üzerine kitaplar yazılan sayısız tanrıçayı da anmak istiyorum. Onlar ki halkına tarımı,  uygarlığı armağan etmişlerdir. Öngörüleriyle bilinirler, düş yorumlarıyla bilinirler. Kadim Mısır dilinde kobra  gönül gözü ve bilgeliğin simgesi olarak Tanrıça sözcüğünün resim yazılarındaki imi olmayı da üstlenmiştir. Ama bir gün geldi, dişil dine nefret başladı…

Erkek tanrının rahipleri şimdiki konumlarını elde etmek için dinsel motifleri ve örgütleri yeniden yapılandırmaya başladılar.  Sümer ve Babil söylencelerine göre, kadınla erkek aynı anda, çift olarak -Tanrıça tarafından- yaratılmış olmalarına karşın eril dinde ilk yaratılan erkektir  ve yaratıcısının imgesiyle yaratılmıştır. Dişi, erkeğin bedenindeki küçük ve pek önemli sayılmayan kaburgasından yaratılmıştır. (Yokluğu erkeğe eksiklik getirmeyen tek bir kaburga) O gün bugündür de bu yaratılış hikayesine inanmamız, tüm “gelişmiş dinler” ce beklenir. 

İbrani erkeklerine “Ey beni kadın olarak yaratmayan Rabbimiz Tanrı, Evrenin Başı, Şükürler olsun sana,” demeleri öğretilir. Muhammed “Havva yaratılınca Şeytan bayram etti” demiştir. Eski Ahit’teki bütün öbür yazıların yanı sıra İbranilerin yaratılış söylencesi de Hıristiyanlığın kutsal yazınında kabul görünce, İsa’nın yolundan giden yazarlar ve din adamları, kadınları daha edilgen ve ikincil varlık konumuna sokmak, böylece erkeklerin mallarını daha kolay denetleyebilmek için dini kullanmayı sürdürerek, kadınları küçümseyen tutumu benimsemişler, benimsemektedirler. Zamanın dikiz aynasına bakmayı,  Kointoslulara mektuptan bir alıntıyla devam edersek; “Erkeklerin başı İsa; kadının başı erkektir; Tanrı da İsa’nın başıdır. Erkek Tanrı ‘nın imgesi ve onuru olduğu için başını örtmemelidir – kadınsa erkeğin onurudur. Erkek kadından değil, kadın erkektendir. Erkek kadın için değil, kadın erkek için yaratılmıştır” (Kor. 11:3, 7, 9). (Bu söylem sizlere tanıdık geliyor biliyorum.)

O rahiplere hep şunu sormayı istemişimdir; doğurma özelliği olmayan, rahimi olmayan bir yaratığın nasıl olup da kaburga kemiğinden oluştuğunu Havva Tanrı’ya hiç sormadı mı acaba? Yılan meselesinde bulundukları bölgede (ki o yere cennet deniyordu biliyorsunuz) yaratıkların birbirlerine kötülük etmelerinin söz konusu olamayacağını, söylemeyi düşünmüş müdür acaba? İlk günah sonrası Tanrı’ nın  kadına regl ağrısı ve doğum sancısı verdiğine, erkeği toprağa işlemeye mahkum ettiğine inanılır ya. Havva, doğurma özelliği, tümüyle bir üstünlük, (hatta kadim topluluklarda kadının kutsanmasına neden olan bir vasıf) iken, hayta Adem yerine kendisine daha fazla güvendiği için (her iki cinsin ortak becerisi olan üremeyle ilgili) bu işin büyük bölümünü kendisine verdiğini hiç düşünmemiş midir? Adem, öylesine güvenilmezdir ki, işlemediği sürece topraktan yararlanamayacaktır. (Hayta olduğunu söylemiştim.) Bu arada yılanla simgelenen Lilith’i görürüz  ve o topraktan başını çıkarıp, erkeğin toprağı işlemesine engel olandır, elmayı yemelerine neden olandır.

Bence Havva biraz Lilith’le konuşmuş olsaydı, (neden konuşmasın ki zaten üç kişi değiller mi koskoca bölgede?)Tanrı’nın Adem’i kendisine hükmetmesi için görevlendirmediğini, eğer böyleyse Adem’in neden elmayı yediğini Adem’e sorardı. Sormuş olmalı.  Kendi akıl edip elmayı reddetmediğine göre Adem’in aptalın teki olduğunu, bütün bunların da Adem’in tirübünlere oynadığı  yalanlar olduğunu söylerdi, bence. (Lilith söylüyordu, ama Havva onu dinlememiş olmalı.)  Ne hikmetse, tek tanrılı inanç sistemine geçişte, doğuran cinse değil öldüren cinse  ve üstelik de adının anlamı ölümlü, ölüm, yokoluş, hiçlik, yokluk olan Adem’e (Kelime Kökeni Arapça ˁdm kökünden gelen ˁadam عدم  “yokluk” sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Arapça ˁadima عدم  “yok idi, eksik idi” fiilinin mastarıdır) üstünlük tanınmıştır. Bu da sayısız inanç öykülerindeki sayısız çelişkilerden biridir. Tanrıça dinini yok eden rahiplere bunları sormak isterdim…

Şu elma meselesine geri döneyim, eksik kalmasın.  Bir çok ressama esin kaynağı olan bu hikayede Lilith yılan kadın şeklinde düşlenir. Elmayı  bizim Adem’le Havva’ya yedirir. Bir dakika, yılanın bir başka sembolizmi şifa ve akıl değil miydi? . Elma ağacı da bilgelik ağacıysa eğer, neden simgeleri orada öyle burada böyle işimize geldiği gibi yorumluyoruz? Tanrının yarattığı canlıların bilge olmalarını istememesinin nedeni ne olabilir? (Kıskandı mı yoksa?)Yılan şifa sembolüyse neden kötü kadının yarısı olarak betimlenir? Bu kadar güçlü iki simge bir aradayken,  nasıl oluyor da insanlık için kötülükten söz ediyoruz, düşünmeden edemiyorum. Tanrı neden bu iki iyi kavramın simgesinden (şifa ve bilgelik) Adem’i koruması gerekiyor? Bu arada diğer iki simge Lilith ve Havva’dır ve kuramsal olarak ikisi de yüce yaratıcının elinden çıkmış, iyi unsurlardır. Neden Tanrı pasif kadını yeğliyor? Bu soruya içimdeki çocuk şöyle bir yanıt veriyor:  “Bütün bunları Tanrı söylemiyor ki akıllım, kukuletalı, sarıklı adamlar  söylüyor, anlamadın mı?” Adamlar! Ademler!

Kadın yiyenler kulübünün tarihçesi hayli gerilere gidiyor belli. 

Elbette Adem’le Havva’dan söz ederken dönüştürücü ateşlerden ilki  Lilith mutlaka anılmalı. Lilith, İ.Ö. 2000’li yıllarda, Sümer yaratılış mitinde ve sonrasında Kabala öğretilerinde karşımıza çıkar. Lilith,  başkaldırı, aşk ve yüce değerlerle ölçülürken Havva, mülk, yararlı değerler ve Adem’i sevmek görevlerini icra eder, neden? Tek tanrılı inançlarda ilk aşıklar olarak bilenen Adem ile Havva’nın aşkına, Lilith’in varlığı gölge düşürmektedir. Neden Lilith’le Adem aşkı lanetlenir de bu “kaburga kemiği” kutsanır? Kafamda deli sorular(!)

Zamanın  penceresinde bugün

Bugüne geldiğimizde ise Türkiye’de hergün (Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun, 2021 yılının Eylül ayı açıklamasıdır) 26 kadın öldürülmüştür. 19 kadının ise şüpheli şekilde ölü bulunduğu açıklanmıştır.

Dünya genelinde, her gün 137 kadın, aile fertlerinden biri tarafından öldürülürken,  2020 de açıklanan bir araştırmada, 2017’de kasıtlı olarak öldürülen 87 bin kadının yarısından fazlasının yakın partnerleri veya aileden biri tarafından öldürüldüğü tahmin ediliyor. 2021 Mart ayında ise bakanlık paylaşımında 6284 sayılı “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” kapsamında 2017’de 353, 2018’de 279, 2019’da 336  ve 2020’de ise 266 kadın cinayet işlendiğini bildirilmiştir. 

Rakamlar böyle. Kadın yiyenler kulübü çalışıyor. Sizleri sayılara boğmak istemediğimden savaşlardaki kadın kayıpları ve kadınların gördükleri zararların istatistiklerini bu yazıya almayacağım. Ama bu konunun da devasa bir sorun olarak karşımızda olduğu yadsınamaz. 

Tanrı’nın  kurduğu bu kadın yiyenler kulübünde, dişilere (üstelik kendi yaratısı) bu denli öfkeli olması , kuşaklar boyunca başka dinlere de “sirayet ederek” sürekli üye kaydedildiğini görürüz. Bu kulüpte, kadın düşmanlığının  giderek  erkek varlığı kanalıyla kadınlar için ciddi tehlike haline geldiğini düşünüyorum. Yani bu erkeklerle ilgili değil doğrudan bir erkek sorunudur. Toplumu kuşatan bir erkek sorunu.

Beri yandan,  bu kulüp üyeleri, kadını ikinci cins olarak konuşlandırıp aşağılamalarına karşın, ikiyüzlü biçimde annelik olgusunu kutsarlar. Kadını korunmaya muhtaç,  erkek olmadan bir hiç, erkeğin maddi ve fiziksel gücüyle kendini ifade edebilen, soyun devamını sağlayan, düşüncesini aklını her türlü birey olma gerçekliğini erkeğe terk etmiş,  yalnızca beden olarak erkeğin şehvetini cezbeden, metaya indirgenmiş kadın kalıbına da övgüler yağdırması acıdır. 

Ama ben burada neyi tartışıyorum ki? Zaten toplum var olan kurumlarıyla kendini tehdit ettiğini düşündüğü alternatif düşüncenin inşasına da izin vermez ki. Erkek egemendir çünkü. Kadın ne yapmalı? Kadın içinde yaşadığı aile, din,devlet ve geleneklerin bedeni üzerindeki ideolojisini deşifre etmeli, bundan sıyrılmalıdır. Kadın, kendisini yiyen bu kulübün kuşatmasından kurtulmak için, başka bir kuşatmanın kucağına düşmemelidir.  Evlilik müessesinden söz ediyorum. Kadını “dünya evinde” neler bekler, bilinmezdir. Bu meseleye de bir çok öykümde bir çok farklı açılardan bakmışımdır. Kadına yönelik şiddetin bitmesi için bir tür dilek olan öyküler de yazmışımdır.  Ama bu cinayetlerden öylesine “gazap” içindeyim ki, bunu anlatmak için sözcükler yetmiyor kimi zaman. Evet, bu bir erkek sorunu. Erkeklerin beynine, saldırganlıkla ilgili bölüme bakmak gerek. 

Değişiklikler oluyor elbette. Çalışma hayatında kadın varlığı giderek artıyor söz gelimi. Beri yandan, kadın hâlâ “ erkeğin familyasına” hizmet veren unsurdur.  Onları tozdan, kirden , düzensizlikten korumaktan, çiğ olanı pişmiş hale getirmekten, sorumludur. Küçük vahşileri (ve kimi zaman büyük vahşileri de)uygar erişkinlere dönüştürmekten esas sorumlu olan unsurdur. Çalışan kadın-eş-anne-dişi-hastabakıcı vs. bir sürü rolü aynı anda oynayan kahraman kadınlarımıza bir saygı duruşu olarak var edilmiş öyküler kaleme almışımdır. Dönüştürücü ateşlerdir bunlar.  Peki bütün bu becerileri kadına üstünlük kazandırıyor mu? Hayır. Kadının hâlâ sömürülüyor olması acı bir gerçektir. Üstelik de hak veriliyor, yeni kazanımları oluyor perdesi altında yapılıyorsa daha da acıdır. İş hayatında fırsat eşitsizlikleri, ücret eşitsizlikleri, çalışma koşullarındaki insafsızlık, terfide geri itilmeler, sosyal olanakların yetersizliği yakamızdan düşmüş değil. O zaman dönüştürücü ateş olmayı bir adım daha ileri götürmek zorunludur; bu zihniyeti dönüştürmek. Feminist görüş yıllar, yıllardır bunun için uğraşıp duruyor, yol alındığını düşünüyorum. Yol alındı ki ben bunları kaleme alabiliyorum. Ama yeterli mi? Hayır. Hâlâ uçurumun kenarında yürümeye devam.  Eduardo Galeano’nun sesini duyuyorum şimdi; “Ben bir kadının yanıbaşında uyuyorum. Bir uçurumun yanı başında uyuyorum,” diyor. Evet kadın bir uçurum kadar derin, içinde türlü canlıları, türlü olasılıkları barındıran, sessiz, ama bazen yankılı koca bir dünyadır. 

Sevgili dostlar, sakın sevdiklerinize “seni yerim”, demeyin, çünkü bugünün Türkiye’sinde erkekler kadınları öyle çok öyle çok seviyorlar ki, bu lâfı dillerinden düşürmüyorlar. 

Emekçi Kadınlar günümüzde, hakları için canlarını ateşe atan, her biri dönüştürücü ateş olan kadınların önünde saygıyla eğiliyorum.

edebiyathaber.net (8 Mart 2022)

Yorum yapın