Zamanımızın ruhu ve edebiyat: Edebiyatın zamanı üzerine notlar/anıştırmalar (I) | Feridun Andaç

Temmuz 28, 2020

Zamanımızın ruhu ve edebiyat: Edebiyatın zamanı üzerine notlar/anıştırmalar (I) | Feridun Andaç

Günümüzde edebiyata nasıl bir rol biçiyoruz, ya da böylesi bir rol biçmek gerekir mi?

Eğer popüler kültürün harmanlandığı hayatın akışında edebiyat nerede/ne yapıyor, neye yarıyor gibisinden bir soru da soracak olursak; iş iyice karmaşık bence!

Neden mi?

Günümüzün edebiyatı zamanımızın ruhunun ötesinde bir mecraya itilmedi aslında, var olan, süregelen bir anlayış parçalandı.

Modernite gerçek anlamda edebiyatı biçimleyebilecek koşulları yaratamadan, küresel kapitalizm son otuz yıldır bu alana müdahil oldu.

Adım adım gerçekleşti her şey.

Önce hayatlarımıza müdahale edildi. Parçalanma başladı oralarda. Sonra mekânların yok edilmesi,  siyasal karmaşa ve yozlaşmanın egemen kılınmasına çaba gösterildi.       

Özellikle bırakılan boş alanlar doldurulmaya çalışıldı. Yeni bir sermaye sınıfıyla muhafazakârlığın adı konmaya başlandı. Burjuvazisi olmayan bir aristokrasinin olamayacağı düşünülemediği gibi, yapaylık hayatın her alanını kuşattı.       

Bu kuşatma altındaki  dille/düşünceyle kurulmaya, hatta adlandırılmaya çalışılan edebiyat; yeni mecralarda kendine yer buldu.      

*Bu parçalanma, yayınevlerini çoğalttı;      

*Bu parçalanma, gazete köşe yazarlarını iktidar etti;       

*Bu parçalanma, gazeteleri/medyayı egemen kıldı;      

 *Bu parçalanma, interneti bağımlı, sosyal medyayı etkin hale getirdi;       

*Bu parçalanma, popülerliği tetikledi;      

 *Bu parçalanma, değersizleştirmeyi başat kıldı;        

*Bu parçalanma, eleştiriyi yok saydı;      

*Bu parçalanma, suskunluğu artırdı;         

*Bu parçalanma, anlatma/savunma gücümüzü kırdı;         

*Bu parçalanma, ayakları baş etti;         

*Bu parçalanma, yapaylığı körükleyerek içini boşalttı her şeyin… 

Edebiyatın sorgusu ve eleştirisi

Bugün edebiyat derken neyi anlıyoruz?        

Salt roman mı geliyor çoğumuzun aklına? Hayır, elbette! Öykü, şiir, deneme, eleştiri, oyun… Ve buraya taşınan, düzyazıyı da taçlandıran her şey…Çeviriyi de buraya dahil etmek, diğer edebî türleri hatırlamak kaçınılmaz tabii ki.        

Bu denli genişçe bir alanın verimliliği üzerine konuşmak, bir bir ayrımlayarak adlandırmak zordur. Ama çok genelleme yapmadan “sorun”un ne olduğuna değinmek en iyisi sanırım.     

Edebiyat algısı topluma-toplumsal sorunlara bakış olmaktan çıktı. Modernleşme, kentleşmeyle birlikte bireyin dünyası/sorunları; parçalanmışlık kimlik/aidiyet/tarih eksenindeki sorunsalları taşıdı edebiyatçının dünyasına. Ama ıskalanan asıl şey şuydu: “Küçük insan”, mülksüzler, taşranın yeni yüzü, siyasal arenada yaşananlar…        

Tarih bilinci olmayan, edebî belleği gözünün önündeki popülerlikten ibaret “yazıcı” tipinin oralara ulaşması mümkün değil. Anlatabilecekleri de göz önündeki iğretilikler, kendi sızıları ya da sıradanlıklar.

Oysa, toplum dönüşüyor sürekli. Sokaklar dilini yitiriyor, insanlar hallaç pamuğu gibi savruluyor, özelleştirme, kentsel dönüşüm adıyla “kusursuz cinayet”ler işleniyor.            

Pratiği olmayan bir edebiyat yaygınlaştırılıyor, evet. Gazete köşeleri, magazin sayfaları bunu körüklüyor, yaymaktan başka işlevi olmayan yayınevleri kitap/okuma kültürü kirlenmesi yaratmaya devam ediyor.            

Ötede biri çıkıyor, “muhafazakâr sanat”ı kurmalıyız diyor. Ne adına, kimin adına konuşuyor, sanat üzerine yetkinliği/birikimi ne?

Özerk sanat

Edebiyat kütlesel bir eylem değildir. Özel pratiklerde oluşur, yetkinleştirilerek, gruplara katılarak varoluşunu ortaya çıkarır. Yani yazar/yaratıcı o gruba/ortama dahil olur.           

Ekoller, okullar, akımlar, dönemler, kuşaklar böylesi oluşum/katılımlarla gerçekleşebilir ancak.            

Eğer, bireysel alanda kendinizi inşa edebilme süreci/eğitiminden yoksunsanız, gidip bir yere ilişerek edebî varoluşunuzu gerçekleştiremezsiniz.           

İşte bugün bu gerçeklik bertaraf edilerek, o klanlar/kanonlar ekseninde-içinde var olarak roman/şiir/öykü yazmak, dolayısıyla kendine yer açma ve yazar olarak görülme sevdası yaygınlaştırılmıştır.          

Günümüz edebiyatçısı açılan yeni alanları görmek zorundadır. Yeni sorunları, “yeni insan”ı kavramak, hayatın gerçekliğine yüzünü dönmek kaçınılmazdır onun için.          

Edebiyatçı bugün edebiyatın savunusunu gündeme taşımalıdır ki, bu da ancak özerk sanat düşüncesi ve sanat disiplinlerinin birbirleriyle alışverişinde gerçekleşebilir.

Evrenselliğin yolu         

Roman da, öykü de, hatta şiir de bugünkü yaşantıyı anlatmaya yetmiyor.

Bunu iki boyutta okumak gerekir: yeni bir anlatı türü mü yaratmalıyız edebiyatın içinde, ki bunların tümünü de içine alan; yani bir melez tür mü yaratmalıyız? Diğer boyut ise; Anadolu coğrafyasının kültürel katmanları içeren zenginliğini de göz önünde tutarak öncelikle yerel/bölgesel edebiyatın gelişmesini sağlayacak adımlar atmak. Bir bakıma kendi iç dinamiğimizi/birikimimizi taşıyıcı kılan adımlar atmak. Evrensel bir edebiyat yaratmanın yolu buradan geçiyor çünkü.       

Bu alanda oluşan birikimi bugün yok saydığımız ya da dönüp bakmadığımızı söylemek isterim. Başlama noktasını kendi kılmak, önündeki güncel bir iki örneği esas almak ne  büyük eksiklik!          

Görüleceği üzre, ortak payda: Yetersizlik! Bunu diğer alanlara da taşımak mümkün. Diyebiliriz ki; anlatamadığınızda, o türün yerini başka anlatım biçimleri alır. Örneğin; tarih, psikoloji, kişisel gelişim vb. kitaplar/anlatılar. Edebiyatın neye yaradığını görmeden diğer alanların verimini nasıl bir yere oturtabiliriz ki?!

Değer üretmek          

Edebiyatın değeri/değersizliği konusuna gelirsek, “iyi edebiyat”tan söz ederek başlamalıyız belirlenenlere. Nedir “iyi edebiyat” sahi?

Birikerek oluşan, zamanın kalbinde duran edebiyat. Ötede olanlara bakarak değer biçebileceğimiz. Örneğin; Sait Faik’ten Vüs’at O. Bener’e, Bilge Karasu’ya, Tahsin Yücel’e evrilen çizginin oluşumu biraz anlatır bunu. Veya daha ötedeki birikim… Bunları düşününce, iz bırakan ilk “on” gelir hep aklıma, ama bana göredir üstelik/ zaman zamanda değişkenlik gösterir bu liste:

Romanda ilk on

  1. Abdülhak Şinasi Hisar
  2. Orhan Kemal
  3. Ahmet Hamdi Tanpınar
  4. Yaşar Kemal 
  5. Yusuf Atılgan
  6. Orhan Pamuk
  7. Ahmet Altan
  8. Oya Baydar
  9.  Latife Tekin
  10. Hasan Ali Toptaş

Öyküde ilk on

  1. Sait Faik Abasıyanık
  2. Sabahattin Ali
  3. Vüs’at O. Bener
  4. Bilge Karasu
  5. Ferit Edgü
  6. Tomris Uyar
  7. Füruzan
  8. Selim İleri
  9. İnci Aral
  10.  Murathan Mungan

Şiirde ilk on

  1. Nâzım Hikmet
  2. Fazıl Hüsnü Dağlarca
  3. Oktay Rifat
  4. Turgut Uyar
  5. Attilâ İlhan
  6. Cemal Süreya
  7. Gülten Akın
  8. Ece Ayhan
  9. Özdemir Asaf
  10. Metin Altıok

Deneme/eleştiri

  1. Nurullah Ataç
  2. Sabahattin Eyuboğlu
  3. Vedat Günyol
  4. Nermi Uygur
  5. Melih Cevdet Anday
  6. Salâh Birsel
  7. Memet Fuat
  8. Fethi Naci
  9. Uğur Kökden
  10. Enis Batur

En azından edebiyata adım atan kişinin bunların herhangi birinden başlayarak yol alması edebiyatın nasıl/niçin/ne amaçla yapıldığını görmesi açısından bile önemlidir.             

Yaşamda edebiyat/edebiyatta yaşam

Okuma yolculuklarımızın bizi vardırdığı kıyılar yeni düşünce tohumları ekerler. Ve her yeni filiz düşümüzü düşüncemizi zenginleştirir.           

Şunu diyebiliriz belki: Okuduklarımızın toplamıyız. Ne okuyorsak oyuz ya da okumuyorsak!            

Aydınlık/karanlık aslında buradan başlamıyor mu?            

İnsanların tek bir kitap da olsa okuyup bağlanma isteğinin ardında bu yok mudur? Tutunma, öğrenme, inanma, bilme isteği…            

Okuduklarımızdan izler/yansılarla varız aslında. Ötesi hiçlik denizi, deyim yerindeyse. Yazmak yolculuğu okuyarak başlar, düşünmek de öyle. Her okumada yeni düşünce iklimlerinde geziniriz. Bir etkilenme yolculuğudur bu üstelik. Yer yer tarihe, bilime, keşiflere yolculuklara çıkarız. Merak duygumuz okuyarak gelişir. Bunlarla başka kıyılara taşarız. Çünkü bilmek ve öğrenmek bizi  başladığımız yerde bırakmaz. Gitmekle gidememek arasındaki bütün yolları bununla aşarız. Kendi yazdığımızla var olmak çizgisine geldiğimizde bir şeyi daha iyi keşfetmişizdir: Edebiyatın gücünü. Okuyup etkilenerek oraya varabiliriz ancak. Yaşamdan süzüp getirdiklerimizle de orada yüzleşiriz. Ve dönüp içinden geçtiğimiz zamanlara bakarız. Çünkü, okuduğumuz  her yazar kendi zamanlarının ruhunu anlatmıştır bize. İşte orada da yerin/aidiyetin dilini keşfederiz.              

Hayatın taşıdığı renkler aslında edebiyatı var eden bakışın tözünü oluşturur… Yaşama yüzümüzü dönerek edebiyatı, edebiyatta yol alarak da yaşamın gizlerini çözeriz.

Feridun Andaç – edebiyathaber.net (28 Temmuz 2020)

Yorum yapın