“Zaman Tüneli”nden geçmek | Feridun Andaç

Kasım 8, 2022

“Zaman Tüneli”nden geçmek | Feridun Andaç

Gündem Yaratmak

Türkiye’nin gündemi öylesine değişiyor, yaşadıklarımızla düşünüp ettiklerimiz öylesine birbirine uzak duruyor ki; bir anda, sanırsınız toplumun bütün kesimleri o gündeme getirilenlerin derin kaygısı içinde ülkenin geleceğini kara kara düşünmeden edemiyor! 

Ötesi, karamsar bir tablo… 

Kurt donduran soğuklardan soğuk bir manzaranın yaşattığı ürkeklik, güvensizlik, yitirilmişlik duygusu…

Sanırım, bunu da, en çok politikacılarımız  topluma virüs gibi yaymakta!

Parlamenter geleneği olmayan bir toplumuz.

Kesintilere uğrayan süreçler, toplumda moral düşüncesi yaratacak siyasetçileri ortaya çıkaramadı ne yazık ki.

Yaşadığımız dar zamanlarda topluma soluk aldıracak girişimler, geniş kesimlerin ilgi ve beğenisini kazanacak davranışlardan yoksunluğumuzu da buna veririm.

Bunun özünde yatan en temel düşüncelerden biri, belki de ilki; ülke gündemini belirmeyi kendilerine bir tür “görev” kılan siyasetçilerimizin çoğunluğunun sanat, kültür, edebiyattan uzak olmalarıdır.

Özcesi okuma çabası neredeyse birçoğunun gündeminde yoktur.

Yapılan tartışmalar, gündemleştiren olaylar/konular karşısında çıkıp edilen sözlere, söz dağarcıklarına, bilgi eksikliklerine bakınca bunu gözlediğimi söyleyebilirim.

Zamanın İçinden

Geçenlerde bir yazımda Pierre Bourdieu’dan söz etmiştim. Onun, bir aydın olarak, toplumunun gündemine/sorunlarına bakarken nasıl bir duruş sergilediğini yazıp ettiklerinde açıklıkla gözleyebiliyorsunuz.

Bizde yaratılan suni gündemler karşısındaki (liberal) aydınların tavrının “evrenselleşme söyleni” içermemesini; günün ve anın konumuna göre belirlik kazanan bir olgu olduğunu, bir tür kalp para ilişkisi gibi bir durum sergilendiğini gözleriz.

Yaşadığımız bu zamanın içinden edebiyat/sanat ortamımıza baktığımızda, orada da bundan farklı bir durum/duruş yok.

“İngilizce benim dilim, ama ben mega-Avrupalıyım”diyen İngiliz romancı John Fowles’un deneme ve söyleşilerini içeren kitabını (*) okurken, “Yazıyorum, o halde varım” denemesinde altını çizdiğim satırlara dönerken, Kasım 2005’te  yitirdiğimiz Fowles’la bir anda “zaman tüneli”ne girdim.

Yazarlığı bir iş/uğraş edinen birinin yazarak varolma düşüncesini nasıl ördüğünü, hayata yazının ucuyla bakmanın ne anlama gelebileceğini gözlüyordunuz onun yazdıklarında.

Sanırım şu sözleri onun bu yanını daha iyi anlatacak düzeyde:

“Yazmak, benim için daima yarı dinsel bir uğraştı, bunu söylerken kesinlikle, yazmaya dindarca bir korkuyla baktığımı değil de, ona salt bir zanaat, bir iş olarak bakamadığımı belirtmek istiyorum. İyi yazdığım zamanlar, edindiğim bilgi, beceri ve deneyimin toplamından öte bir şeyin, benim dışımda bir şeyin sayesinde yazdığımı biliyorum.”

Düşünme Korkusu

Toplumsallaşma sürecini hızla yaşayan bir toplumun yazarının (bir ölçüde siyasetçisinin de) kendini zamanın birçok tünelinden geçirmesi kaçınılmaz. Görmek, bakmak, yaşayıp anlamak adına… Tanıklığın/nın diliyle konuşabilmesi için böylesi bir yol yordamı gerek ona. Sığ havuzlarda, yaban dehlizlerde debelenmek yerine alanlara çıkmalı. Görmeli, anlamalı, tanıtmalı toplumunu. Kanayanın ne olduğunu görmeli, sızının kaynağına inmeli, iyimserlik burcunda gezinen duygunun iklimini de göstermeli. 

Bir dilin yurdu olmalı, başka dillere köprü kurmalı oradan. Politikacının eşikteki söz avcılığına da pirim vermemeli. Çünkü bir ülkenin yazarı/aydını bu tür dayanaklara değil; yarattığı dilin, ülkesi insanının soluğuna gereksinir, rengini oradan almak ister.

Girdiğimiz bu zaman tünelinde şaşırtmacalı bilmecelerle söz avcılarının nişangâhı durumundayız. Biri ötekine söz yetiştirmede, diğeri berikine yafa satmakta.

Oysa biliyoruz ki hastalık her yanda: sokakta, evde, çarşıda, fabrikada, tersanede, tarlada, kırda, köyde, kentin alanlarında, varoşta, siperde, acıda, sevgisizlikte, korkularımızda, yalanlar ve inkârlarımızda, kapı aralıklarında, aldatmalarımızda, cenkleştiğimiz yataklarda, yitiklerimizde, öfkeli duruşlarımızda, tutmadığımız sözlerde, hinliklerimizde, kötümser duygularımızda, kapanan bilinçlerimizde, kirlenen dilimizde…

Zaman tünelinden geçmeyen bir yazarın bunlara dönüp bakması, anlaması, bunlar üzerine düşünmesi, yazıp dillendirmesi mümkün mü sizce de sevgili okurum?  

______

(*) Zaman Tüneli/Denemeler ve Notlar, John Fowles, Çev.: Süha Sertabiboğlu, 2004, Ayrıntı Yay.,  480 s.

edebiyathaber.net (8 Kasım 2022)

Yorum yapın