Yorgo Seferis’in günceleri | Hülya Soyşekerci

Ocak 11, 2017

Yorgo Seferis’in günceleri | Hülya Soyşekerci

yorgoGünceler tanıklıklardır; yaşanan günlerin kaydedilmesi, kişisel ve toplumsal tarihe iz düşürmenin etkili bir yoludur. Şairlerin günceleri, onların yaşam izlerini sürmek; duygu, düşünce ve düşlerini anlamak, şiir yaratım sürecine tanık olmak isteyenler için anahtar rol üstlenirler.

İzmir Urla’da 1900’de doğan Yunan şair Yorgo Seferis’in günceleri,  bir şairin iç dünyasına derinden nüfuz etmenin, yaşadıklarına gün gün tanık olmanın yoğun duygularını yaşatıyor insana. Daha 14 yaşındayken, doğduğu topraklardan zorunlu nedenlerle ayrılıp ailesiyle birlikte Atina’ya göç eden şairin, uzun yıllar sonra yeniden aynı topraklara ayak bastığında yaşadığı o sarsıcı ve içtenlikli duyguları, doruğa yükselen özlemleri ve geçmişin anılarını anlattığı sayfalar bir büyü gibi sarıyor yüreğimizi.

Bu kitapta, 25 yaşından itibaren günce yazan Seferis’in 1945-1951 günleri yer alıyor. Savaş sonrası güncelerinde Seferis, Atina’da yıkıntılar arasından yükselen yaşamı şairce sezişlerle dillendiriyor. Dostları, edebiyat çevresi, dışişleri bakanlığındaki görevi, Yunanlı büyük şair Kavafis’e dair kapsamlı çalışmasının safhaları, yaşadıklarından izlenimler, anılar, hayaller ve rüyalar defterlerde yerlerini alıyor gün gün. Şairin yaşamıyla ilgili pek çok ayrıntı, şiirine açılan kanalları temsil ediyor bir bakıma. Her gün İlyada okuyor Seferis, başka kitaplar da. Okuduklarının bıraktığı izlenimleri not alırken, şiir dizeleri de yazıyor güncelerine. Şiir yazma, yaratma süreçlerine yakından tanık oluyoruz okurken; onun çalışma odasındaymış gibi duyumsuyoruz kendimizi. Şiir yazmanın yanı sıra şiirlerini düzeltme çalışmalarını izliyor; şairin haiku’lara yoğun ilgisini ve bazı şiirlerini kurarken onlardan nasıl esinlendiğini keşfediyoruz. Güncelerinde Seferis’in ünlü eseri Ardıç Kuşu’nun doğuşuna ve yılların gün gün akışına tanık oluyoruz. Şiir dizelerinin mitoloji ve tarihle harmanlanmasından doğan o gizemli yaşantı, saklı bir dil gibi doluyor ruhumuza.

Geçirdiği zorlu ameliyat, 47 yaşındaki Seferis’in yaşamında bir kırılma noktası daha yaratıyor; şair her şeye karşın hastane izlenimlerini gerçekçi bir bakışla, cesaretle aktarıyor güncelere. İyileştikten sonra dışişlerindeki görevi için Ankara’ya atanıyor; bozkırın hüznünü bir Ege çocuğu olarak derinden duyumsayan Seferis, önce Park Otel’de, sonra kiraladığı evde yaşıyor eşiyle birlikte. Kedi tutkusu burada da sürüyor. Ankara’nın kendine özgü atmosferini bir yabancı gözüyle anlatıyor ve sık sık gittiği İstanbul’da kültürel geçmişinden kalan izlerin ardına düşüyor Seferis. Geçmiş zaman kalıntılarından, yıkık mekânlar ve eski taşlardan kendine özgü bir düşsel-şiirsel dünya kuruyor; Ayasofya, Kariye, Fener’de, mozaikler, kubbeler, resimlerle…

Yıllar geçiyor ve 1951 günlerinde Seferis’in gezileri önemli bir yer tutuyor. Şairle birlikte Anadolu içlerinde yol alıyoruz; Konya, Kütahya, Bursa, Eskişehir, Gediz, Uşak, Denizli, Pamukkale, sonra Muğla, Gökova, Marmaris, Milas, Bodrum, Kos Adası, Söke, Efes, Selçuk, Kuşadası, Aydın ve İzmir… Şairin doğduğu, çocukluğunu yaşadığı kıyılardayız; İskele, Urla’da… Unutulmaya terk edilmiş ev, kaybolmuş komşu bahçeler, eski sarnıç, iskelenin çevresinde geçmiş zaman parçaları… Dalgaların dans ettiği sahil… Şair yitik bir zamanın ardındadır şimdi; görünmez bağların sarmalında… “Bağlanmışım bir kez bu kıyının ipliğiyle, öbür ucundan birinin amansızca sarıp durduğu. Yine de, rüzgâr, renkler, gökyüzü hep üstün; bozulmadan duruyorlar.” diyor içtenlikle. Ayrıldıktan 37 yıl sonra doğduğu kıyılarda soluk almak şair için dramatik bir yaşantıdır; çocukluk zamanına özgü mekânlar bir düş bulutunun ardından bakar ona. Şair Ege’de ay ışığında yazar dizelerini; mitosların rüzgârları yankılanır antik kentlerin üzerinde. Dili çözülemeyen eski taşların içindedir aradığı şiirin özü.

Seferis’in, güncelerini şair duyarlılığıyla, incelikleri gören gözlerle yazmış olduğu dikkati çekiyor. Onun satırlarında insanların, kentlerin, kasabaların kaderini okuyor; doğanın, denizin, kayalara vuran dalgaların sesini duyuyor, karşı adalarda göz kırpan ışıkları görüyoruz. Ege ve Anadolu’da 2876 km’lik gezginlik yaşantısının şaire kazandırdığı, zamanın ve sanatın sonsuzluğunu kavramış olmanın bilgeliğidir aslında.

1963 yılında Nobel edebiyat ödülünü alan Seferis için evi vatanın kendisi gibiydi. “Yaralı gövde, yaralı yurt/ Yaralı zaman” dizeleriyle o yıllardan seslenen ve usta yazar Ferit Edgü’ye de “yaralı zaman” nitelemesiyle esin veren Seferis,  Urla’da restore edilmiş evini görebilseydi belki içindeki derin sızının ve hüznün biraz olsun azaldığını hissederdi; kim bilir?..

Hülya Soyşekerciedebiyathaber.net (11 Ocak 2017)

Yorum yapın