Yeşilçam’ın kara kutusu ve “Hayatım Sinema” | Metin Celal

Mayıs 4, 2022

Yeşilçam’ın kara kutusu ve “Hayatım Sinema” | Metin Celal

Senaryo yazarlığı maceram oldukça komik ve trajik anılarla doludur ve tam bir başarısızlık öyküsüdür. Teşebbüs halinde kalmış projeler, birkaç bölümü yazılıp çekilmemiş diziler, çekilmiş ama hiç gösterilmemiş filmlerle dolu bir senaryo yazarlığı maceram oldu. Birkaç yıllık direnmeden sonra “bu alanda bana ekmek yok!” diyerek pes ettim. Bir daha da senaryo yazma, dizi projesi üretme gibi girişimim olmadı.

Oysa her şey çok güzel başlamıştı. 1980’lerin sonunda şair dostum Kubilay Ünsal ve Ayla Kanbur sayesinde Hüseyin Kuzu ile tanışmıştık. Hüseyin, “Beyoğlu’nun Arka Yakası”, “On Kadın”, “Polizei” gibi filmlerin senaryolarını yazmış sinema okulu mezunu başarılı bir sinemacıydı. Salih Kalafatoğlu da onun arkadaş çevresindendi. Salih reklam filmleri yönetiyor, sinema ve televizyonlara da projeler hazırlamak istiyordu. Salih’le reklam yazarlığı yapan İbrahim Yıldırım aracılığıyla da yollarımız kesişecekti aynı günlerde.

Bir sohbetimizde, kültür ve sanat kanalı olarak kurulan 1986’da yayına başlayıp televizyonları tek kanallı olmaktan kurtaran TRT 2’ye belgesel yapma teklifi aldığını söylemişti Salih. Ben de ona Türk sinemasının bir zamanlar meşhur olmuş ama artık unutulan yıldızlarının belgesellerini yapmayı önermiştim. Şaşırtıcı bir şekilde TRT teklifimizi kabul etti ve “Hayatım Sinema” belgesel dizisi için kolları sıvadık. Listemizde Sadri Alışık, Muzaffer Tema, Sezer Sezin, Eşref Kolçak, İzzet Günay, Neriman Köksal, Muhterem Nur, Hüseyin Peyda, Ekrem Bora gibi isimler vardı.

Cahide Sonku ile

Önce sanatçılarla görüşüp onlara sinema öykülerini anlattıracak, sinemaya nasıl başladıklarını, kaç film çevirdikleri, en önemli filmleri gibi bilgileri alacak, bu bilgilere göre bir senaryo kaleme alıp belgeselleri çekecektik.

İlk görüştüğümüz yıldızlardan biri İzzet Günay’dı. İzzet Bey, o yıllarda antikacılık yapıyordu. Şişli’deki dükkanına davet etti bizi. Ne amaçla geldiğimizi bildiği için hazırlanmıştı ve istediklerimizi fazlasıyla önümüze koydu, ayrıntılı bilgiler verdi.

Meğerse İzzet Günay, çevirdiği filmlerin isimlerini kaydeden, afişlerini, lobi fotoğraflarını klasörlerde, albümlerde toplayan nadir isimlerdenmiş. Üstelik ününün doruklarındayken aynı anda iki film çevirmesine, hemen her hafta yeni bir filmde rol almasına rağmen yaptığı her şeyi kaydetmiş.

Kendi arşivinden (Türkan Şoray’la)

Muzaffer Tema ile buluşunca işin gerçeğini anladık. Muzaffer Bey, New York’ta yaşıyordu. Şanslıydık ki tatil için Türkiye’de bulunuyormuş. “Ben her gün Hilton’da beş çayına giderim, orada buluşalım” demişti telefonda. Salih’de de bende de Hilton’un çaylarını ödeyecek para yoktu ama Muzaffer Bey’e de “Hayır, başka yerde buluşalım” diyemedik. İşin çay kısmı büyük bir ıstırap halinde geçti. Biz sanki oruçluymuşuz gibi hiçbir şey ısmarlamadıkça Muzaffer Tema, “şu pastalardan da alın, çok lezzetlidir” diye ısrar ediyordu. Meğerse o bizi davet etmiş, hesabı da kendi ödeyecekmiş. Tabii bu bilgiyi bir damla su bile içmeden ayrılırken öğrenecektik. 

Muzaffer Tema’nın öğrendiğimiz esas bilgi kaç film çevirdiğini bilmediğiydi. Elinde o filmlerle ilgili ne belge ne de görsel bir malzeme vardı. Muzaffer Bey ya da ondan sonra ziyaret ettiğimiz Sadri Alışık “Hakkımdaki tüm bilgiler ve görsel materyal sadece Agâh Özgüç’te vardır. Kaç film çevirdiğimi de kimlerle oynadığımı da tarihleriyle o bilir” demişti.  Gerçekten de çoğu sanatçı, hatta yönetmen hangi filmi hangi tarihte çektiğini doğru anımsamıyor, bilgi kaynağı olarak Agâh Özgüç’ü gösteriyordu. İzzet Günay gibi çok nadir birkaçı dışında albümlerinde filmlerden fotoğraflar da yoktu.   

Agâh Özgüç’ü sinema yazarı olarak kitaplarından ve yazılarından tanıyordum. Ben 1980’lerde Karacan Yayınları’nda çalışırken eski dostu Attilâ İlhan’ın yönettiği Sanat Olayı dergisine gelirdi. Sanat Olayı’na da grubun diğer dergilerine de yazı ve görsel desteği verirdi. Agâh Ağabey dizimize danışman olarak katılmayı kabul etmekle kalmadı, başta sadece belge ve bilgi vereceğini söylemesine rağmen sanatçılarla öngörüşmelere de katıldı, hatta ulaşamadığımız bazı sanatçıları bizzat arayıp randevu da aldı.

Küs olduğu sanatçıları bile ziyarete geldi. Sezer Sezin de küs olduklarından, daha doğrusu kendisine küsen yıldızlardanmış. Agâh Ağabey sözünü sakınmayan bir eleştirmendi. Sezer Sezin hakkında da ağır eleştiriler yazmış. Sezer Hanım da dobra biriydi. Hiçbir sözün altında kalmıyordu. Önce atıştılar ama anıları anlatmaya gelince eski dostluk ağır basmış olmalı ki buzlar eridi. Sanıyorum Agâh Ağabey de bu durumu tahmin ettiği için küslüğünü bile bile ve herhalde barışmak için Sezer Sezin’le görüşmeye benimle birlikte gelmişti.

1932 doğumlu olan Agâh Özgüç 1950’li yıllarda edebiyat dergilerinde şiir ve denemeler yayınlatarak yazarlığa başlamış. 1961’de gazeteciliğe başlamış. ArtistSinemaSes, Perde gibi magazin, sinema dergilerinde yazıları çıkmış. Sonra da sürekli gazete ve dergilerde yazmış. O yıllarda Türk sinemasını yakından izlemeye başlamış ve filmlerin tüm künye bilgilerini kaydetmeye, afişlerini, lobi fotoğraflarını toplamış. Bu öyle kolay bir iş değil. Çoğu filmin lobi fotoğrafları bulunmaz, sette fotoğraf çekilmezdi.

Bilgileri edinebilmek ve belge ve fotoğrafları edinmek için film setlerini yakından takip eder, bizzat ziyaret eder ve yerinde doğru bilgileri alırdı. Sürekli sahafları ziyaret ettiğini de bilirim. Onun haberinin olmadığı bir film seti olduğunu sanmıyorum. O kadar sıkı takip ederdi. Olkan Özyurt’a şöyle anlatmış, “”Günde üç film setine gider, tek tek not alırdım. Fotoğraflarını toplardım. O notlar, fotoğraflar olmasaydı birçok filmle ilgili bilgi günümüze ulaşmazdı.”

1990’larda duayen magazincilerden Tayyar Yıldız “Show Magazin” adında haftalık bir magazin dergisi çıkarmaya başlayınca Agâh Ağabey’le yollarımız bir kez daha birleşti. Ben yazı işleri müdürlüğü yapıyordum, Agâh Abi de Yeşilçam’ın tarihinden anekdotlar anlattığı yazılar yazıyor, film eleştirileri kaleme alıyordu. Onun “Yeşilçam’ın Kara Kutusu” olduğunu da bu sayede öğrendim. Birçok film yıldızıyla, sinemacıyla özel dostluğu vardı, günleri, geceleri birlikte geçmişti. Müthiş bir anı dağarcığı vardı ve çoğunu özel şeyler olduğu için yayınlatmıyor, ancak yeri geldiğinde anlatıyordu. Geriye kalan evraklarının arasından bir anı kitabı çıkabilir diye umuyorum.  

Cahide Sonku’yu artist olarak çok beğenirdi. Yılmaz Güney ve Türkan Şoray’la birlikte ilk üçündeydi Sonku. Onlar için kitaplar da yazmıştı. Ama güzellik olarak Leyla Sayar’a özel bir ilgisi olduğunu biliyorum. Onu hakkında da bir kitap yazmak istiyordu, çok belge ve bilgi toplamıştı.  

O yıllarda video filmleri modası vardı. Özel televizyonlar da küçük kadrolarla düşük bütçeli filmler çektiriyordu. İş Yeşilçam’ın dışına çıktığı için takip de zorlaşmıştı. Her eline kamera alan film çekiyordu. Agâh Ağabey’in tek bir filmi bile kaçırmamak, her çekilen filmi kaydetmek için ne büyük çabalar verdiğini bilirim. Magazin muhabiri arkadaşlar da kendisini sevdikleri için hangi filmin nerede çekildiğini haber vererek onu desteklerlerdi. Bence başyapıtı olan “Türk Filmleri Sözlüğü” bu büyük emekle oluştu ve sürekli ekler yaparak, yeni yılları ekleyerek güncelledi. Başlangıçtan günümüze bütün Türk filmlerinin künyeleri, bilgileri ve haklarında çıkan eleştirilerin kaynakçası bulunuyor bu dev eserde. 2014 baskısı büyük boy 1048 sayfa ve 6481 filmin tanıtımını yapmış.

Milli Kütüphane kayıtlarına göre ilk kitabı 1965’te yayınlanan “Türk Sinemasında Kadın ve Seks”. Sanıyorum bu kitabı geliştirerek “Türk Sinemasında Cinselliğin Tarihi”ni kaleme aldı.

1990’ların ikinci yarısında yayınevini Cağaloğlu’ndan Beyoğlu’na taşımış, Galatasaray’da Aznavur Pasajı’nın alt katında sadece çizgi roman ve mizah kitapları satan Komikçi Dükkanı’nı açmıştık. Agâh Ağabey de Beyoğlu’na çıktığında dükkâna uğrar bir çayımızı içer, sohbet ederdi. 2000 yılında “Türk Sinemasında Cinselliğin Tarihi”nin yeni basımı fikri de bu sohbetlerde doğdu. Kitaplarının her baskıda nasıl genişlediğine de o sayede şahit oldum. Kitabı yeni bilgiler ve görsellerle neredeyse iki katına genişletmişti.

Son yıllarda görünmez olmuştu. İBB’nin İst dergisinde yazılarını görmüş, halen iş başında diye sevinmiştim. Dostlardan da haberlerini alıyordum. Hastaneye kaldırıldığını da öyle öğrendim. İyi haberlerini bekliyorduk, vefatı haberi geldi.

Agâh Özgüç Türk sinemasının belleğiydi. Ondan geriye Türk sineması hakkında onlarca kitap ve devasa bir arşiv kaldı. Bir sinema müzesinin temelini atacak kadar çok ve değerli bir arşivi vardı. Umarım ailesi bu arşivin doğru değerlendirilmesi için teşebbüslerde bulunur.

edebiyathaber.net (4 Mayıs 2022)

Yorum yapın