Yenişehir’de bir çilingir sofrası | Can Öktemer

Haziran 27, 2020

Yenişehir’de bir çilingir sofrası | Can Öktemer

Mekânlar sadece etrafı dört duvarla çevrili yapılar değildir. Tam tersine yıllara meydan okuyan lokantalar, binalar, barlar, meyhaneler farklı hikâyeleri bünyesinde toplayabilen kıymetli birer hafıza mekânlarıdır. Özellikle meyhaneler, lokantalar, farklı kuşakları, farklı sınıftan, kültürden insanları bir araya getirebildiği için ve alkolün kelimelerdeki kilidi açıcı etkisiyle nice hikâyeyi, anıyı kayıt altına almıştır.

Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte yeni bir çehreye kavuşan Ankara’da da böyle mekânlar bir dönemin hafızasını kayda geçebilmişti. Piknik, Karpiç, Özen ve Bekir lokantası akla ilk gelenler olsa gerek. Gerçi bu mekânların artık var olmadığı için kendilerine ancak tarih sayfalarında ulaşabiliyoruz o ayrı. Zamanın hoyratlığına dayanamayan ama önemli bir dönemin tarihini mekânın duvarlarına sığdıran bir başka yer de Kürdün Meyhanesi’dir. Tabela ismi Yeni Hayat Lokantası olsa da işletme sahibinin Kürt Mehmet olmasından ötürü böyle anılırmış.  Ressam, yazar ve gazeteci Fahir Aksoy’un daha önce Can Yayınları’ndan yayımlanan sonra da 2018 yılında h2o kitap’tan yayımlanan anı-öykü kitabı Kürdün Meyhanesi bir döneme ışık tutan bir yapıt olarak karşımıza çıkmakta. Fahir Aksoy, kitap boyunca bir taraftan meyhanenin şair, yazar ve ressamlardan oluşan bohem müdavimlerinin yaşanmış ilginç anlarını resmediyor diğer taraftan da bu hikâyeler doğrudan 1940’lı yıllar Türkiye’sinin siyasi ve kültürel atmosferine değiniyor.

Ankara işi bohem

Ankara, genç Cumuhriyet’in fikriyatını yansıtacak bir vitrin kent olarak tahayyül edilmişti. Bu anlamda sadece siyaset ortamı değil aynı zamanda yeni dönemin kültür sanat dünyası da burada filizlenmiştir. Tercüme bürosunun açılması, devlet eliyle kurulan gazeteler ve birçok yazarın, şairin aynı zamanda memur olmasından dolayı uzun bir dönem Ankara ‘da yaşamalarından dolayı burası edebiyat ve diğer sanat alanlarında önemli bir havza olmuştur. Dolayısıyla sanatçıların birlikte vakit geçirdikleri, içki içtikleri mekânlar da kıymetli bir tarihe tanıklık etmişlerdir. Buna göre Ankara eğlence mekânları iki hat üzerinde gitmiş görünüyor. Birinci hat da siyasetçilerin, büyükelçilerin, dönemin varlıklı kimselerin vakit geçirdiği Karpiç, Özen, Kutlu gibi lüks yerler, ikinci hatta ise Piknik ve Kürdün Meyhanesi gibi daha bütçe dostu ve her kesime hitap eden yerler öne çıkmıştır. Piknik, her ne kadar meyhane olmasa da bira ve fast food ağırlıklı menüsüyle bir dönem Ankara’nın vazgeçilmez mekânlarından biri olarak tarihe geçmiştir. Sevgi Sosyal’ın meşhur Yenişehir’de Bir Öğle Vakti’nin son hali Piknik’te nihayete ermiştir örneğin.

Kürdün Meyhanesi de makul fiyat listesi sebebiyle ay sonunu her daim zorlukla getirmek durmanda dönemin şair, yazar ve ressamların bütçelerini zorlamayacak menüsü ve veresiye de yazdırabilme ihtimalleri yüzünden ana buluşma yerlerinden biriymiş. Funda Şenol Cantek, Rakı Ansiklopedesi’nde Kürdün Meyhanesi’ni şöyle tarif ediyor: “Meyhane sahibi Kürt Mehmet esmer, sık siyah saçlı, kalın kaşlı, göbekli bir adamdı. Gündüzleri lokanta görünümünde olan mekân akşam indi mi bar tezgahında sırt sırta vermiş içkcilerle meyhaneye dönüşürdü. Kürt Mehmet, kafa bulma süresini hızlandırmak için şaraba ayfon karıştırırdı. Veresiye defteri tutar, devamlı ve hatırlı müşterilerinin bitmez tükenmez veresiyeciliğine göz yumardı. Parasızlar şaraba talim ederken, seçkim müşteriler rakı ile demlenirdi.”

Fahir Aksoy, kitapta müdavimi olduğu meyhanenin müşteri profili için “Aydınlar Kulübü” tarifini yapıyor. Bir nevi Ankara işi bohem havası mekânın. Çetin Altan, İlhan Berk, Cüneyt Arcayürek, Cihat Burak, Nurullah Ataç, Sabahattin Eyüpoğlu ve Suat Derviş gibi isimlerin yolu bir şekilde buraya düşmüş. Orhan Veli’nin Yaprak Dergisi’nin ilk çıkış anı; şairin derginin posta adresi olarak meyhanenin karşısındaki postaneyi göstermesi, gelen mektupları oradan alıp meyhanede okuması, Çetin Altan’ın zehir gibi çalışan zekâsı, hazır cevaplığı, ressam Ömer Üçüncü’nün sefaletle iç içe zorlu hayatı, Belmando tarzı bir “sersileriliğe” ve entelektüel birikime sahip gözünü budak sakınmayan Şakir Ziya Karaçay, doktor Ceyhun Atıf Kansu, yaşadıkları her türlü zorlğa rağmen yaşamla sıkı bir kavgaya tutuşan tinatla hayata devam etmeye çalışan Orhan Peker, Mehmet Kemâl gibi isimler, Mülkiyeli ressam Mbin Orhon, İlhan Berk’in coşkusu, şair suskunluğu, Cihat Burak’ın kelimelerini özenle seçmesi, her muhabbete iştirak etmemesi, Nurullah Ataç’ın meyhaneye az gelip ama geldiğinde arkasında unutulmaz anlar bırakması gibi detaylar kitap boyunca karşımıza çıkan portreler geçidi oluyor. Suat Derviş’in meyhanenin tek kadın müşterisi olarak gelmesi, tüm müdavimlerin o gelince sus pus olması; jargona çeki düzen vermesi de ilginç bir detay olarak kitabın içerisinde yerini alıyor.

Meyhanenin müşteri profili bu denli “ağır” isimlerden oluşunca, çilingir sofrasına eşlik eden muhabbet derinleşiyor hiç şüphesiz. Fahir Aksoy’un konuk olduğu masalarda edebiyat ve siyaset hiç eksik olmuyor. Yeri geliyor aruz ölçüsünden hararetli tartışmalar yaşanıyor, yer geliyor dönemin sert siyasi atmosferi sofranın tam ortasında yerini buluyor. Sivil polislerin her daim kulak kabarttığı, yakın takibe aldıkları yazarların, şairlerin, ressamların her daim izlendiklerinin farkında bir atmosfer söz konusuymuş. Zaten dönemin hararetli siyasi atmosferi ve anti komünist söylem yeri gelip meyhaneyi de vuracaktır.

Mesai bitiminde, yol üstü tesadüfi karşılaşmalarda istikamet bir şekilde Kürdün Meyhane’sine düşermiş. Ankara ayazının tüm sert soğu mekâna dolarmış, sobaya ateş harlanırmış, bünyeler şarapla, votkayla ısındırılmaya çalışılırmış. Kürdün Meyhanesi’nin menüsü her lokantada olduğu cebinize göre şekilleniyormuş. Örneğin, dönemin memurları aylıklarını aldıkları her ay başında kallavi bir rakı sofrası donatırlarmış. Sonrasında gelen günler ise şarap ve leblebi şeklinde ilerliyormuş. Kallavi müşteri geldi mi, Kürt Mehmet’in de neşesi yerine gelir herkese şakalar yaparmış. Leblebi haricinde bayırturpu da mekânın özel mezelerinden biriymiş. Lakin ne içilirse içilsin keyiften, sohbetten vazgeçilmiyormuş. Kana karışan alkol, muhabbetin keyfini de yerine getiriyormuş. Memleket sorunlarına kesin çözümler bulunuluyor, sevilmeyenler insanlar bozuk para gibi masada harcanıyormuş. Bununla beraber ay sonunu zor getiren, yeteneklerine karşın sefalete yakın bir hayat süren ya da memuriyetle geçinmek durumunda kalan çoğu zaman devletin sanatçıların ne yazdığına ne düşündüğüne takibe alan sanatçı portresi gerçekliğini her daim korumuş. Fahir Aksoy’un kitap boyunca bize aktardığı nefis hikâyelerin sanırım böyle sert bir tarafı da var.

Kelimelerin kıymetli, derinliği dostlarla yan yana gelinen çilingir masalarındaki sohbetlerde ortaya çıkar bana göre. Dünyanın ahvali, iç sıkıntılar, bitmeyen gönül sızıları hakiki dostlarla yan yana gelince içtenlikle ortaya dökülür. Muhabbet kilitlendi mi? Bir büyüğe danışılır, suların üzerine kıymetli bir rakı beyazı eklenir; paslanmış kelimelere cila çekilir. Sonra meze seçimi yapılır, jilet gibi beyaz örtünün üstüne tabaklar sıralanır. Sonrası derin hakikatler muhabbetleri.  Yeri gelir susulur, rahatsız verici olmaz bu sessizlikler, hiçbir şey aceleye gelmeden zamana yayılarak bir başka derin muhabbete kadar beklenilir bu sırada kadehler tazelenir…Şarabın elitliğine karşın rakı masasının da kendin has bir nizamı ve tertibi var hiç şüphesiz. Rakının diğer içkilere benzememesi derin bir kültüre sahip olması da biraz da bundan kaynaklanıyor. Biraz janti, biraz hafifi biraz da acele etmeden zamana yayarak, özenle seçilmiş mezelerleler kadehleri kaldırmak… En çok sıkı hasbihaller, eski dostluklar, yeni dostluklar, düğüm haline gelen meselelere çözüm arama, memleketi kurtarma halleri rakıyla beraber masaya mezelerin yanına getirilir. Biten şişe miktarına göre de genel vaziyet ortaya çıkar.  

Fahir Aksoy’un Kürdün Meyhanesi kitabında bizi böyle bir atmosfere davet ediyor. Kürdün Meyhanesi’nden hem dönemin Ankara’sına hem de memleket hallerine bakıyor. Yazar, kitap boyunca Orhan Veli’yle, İlhan Berk’le içki masasında yan yana otururcasına keyifli bir sohbete dahil ediyor, bir dol hatıra anlatıyor; her hatıra da rakılarımızı tazelemeyi de unutmuyor.  Kürdün meyhanesi, gönlü İstanbul’da kalmış ilk fırsatta dönmek oraya dönmek isteyenlerin, her daim ay sonu hesabı yapan yazarların, devletin bir gölge izlediği gazetecilerin, yaşadıkları tüm derin ekonomik sorunlara karşın hayata devam etme inadını sürdüren dönemin sanatçıların hayatların kesitler sunuyor, yaşanmış nice özel hatırayı bizlere incelikle anlatıyor. Zamanın hoyratlığına direnememiş bir mekânı, Ankara’nın zengin kültürel atmosferinin yitimini bizlere yeniden hatırlatıyor; tüm bu yaşananlar unutulmasın diye… Kürdün Meyhanesi bir dönemden portreler, her daim rakı şisesinde balık olmayan isteyenlere…

edebiyathaber.net (27 Haziran 2020)

Yorum yapın