Edebiyatın trenleri | İhsan Kurt

Mayıs 11, 2022

Edebiyatın trenleri | İhsan Kurt

Bizim oralarda yaşayanların çocukluğu asfalt yollara (şose derdik) uzak köylerde geçti. Dağ yolları, patikalar, keçi yolları bizi gideceğimiz yerlere alıp götürürdü. Bizler için “yol” sadece bunlardı. Okuduğum masallarda yol, yollar denince hep gördüğüm, yaşadığım, tarlaya azık götürürken yürüdüğüm yollar (cılga da derdik) hayalimde canlanırdı. Öyle ki hayalimiz bile hayatımızda var olanların dışına pek çıkamıyordu. Sonra asfalt yolları, tren yollarını gördüğümde hayallerimin de genişlediğinin farkına vardım. Yolların insanı zenginleştirdiğini, özgürleştirdiğini o zaman anladım.

Okuduğum masallarda, öykülerde, halk hikâyelerinde ve daha sonra romanlarda anlatılan trenler, tren yolculukları beni alıp çok uzak diyarlara götürdü. Böylelikle bilmediğim, hayal bile etmediğim yerlerin keşfi ile heyecanlandım. Bu heyecanlarımın sebeplerinden birinin de tren, tren yolculukları olduğunu çok sonraları fark ettim.

Bunun için edebiyat eserlerinde anlatılan trenler hep hoşuma gitmiştir. Çünkü edebiyatın en güzel, en canlı metaforlarından biri trendir. Onlar kimsenin bilmediği sırları vagonlarında taşımış, bazılarını istasyonlarda bırakıp yoluna devam etmiştir. Anlayacağınız hoş da gelmiş, boş da gelmiş. Acılarla da sevinç ve heyecanlarla da karşılanmıştır. Tünellerin içinden geçen trenler şiirlerin, öykülerin içinde de geçerek seslerini ve sislerini bırakmıştır. Her bir istasyonda hüzünleri, sevdaları, sevdalıları da bıraktığı olmuştur. 

Eğer trenlerin bir hayatı varsa göçlerde, sürgünlerde trenler bir başka görev üstlenmişlerdir. Mesela Pasternek’ın Doktor Jivago’sunu okumadan önce, gençliğimde filmini seyrettiğimde Yuri Jivago’nun eşi, çocuğu ve başka göçmenlerle dolu bir yük vagonu ile birlikte Moskova’dan Ural Dağları’na doğru çıktığı uzun tren yolculuğu sahnelerinden çok etkilenmiştim. Özellikle Sibirya’da rayların üzerinde ve karın üzerinde kapkara duran boş tren vagonlarının duygularıma işlemiş soğuk manzaraları hala gözlerimin önünde canlanır.

Trenle yaşamak hayat, treni edebiyatta anlatmak, güzel anlatmak, duygu ve düşüncelere ufuk aralamak her kaleme göre farklılık, aynı zamanda zenginlik de gösterir. O edebiyat kahramanları ki raylarla akıp giden demirlerin sesini bir musiki bestesi gibi dinlerler. Bazen yüreklerinin çarpıntısının bu musikiye eşlik ettiği de olur. Hep bir pencere kenarından sanki akıp giden ağaçları, köyleri, kentleri seyreder ve gördüklerini hayatlarına taşırlar. Onlara yaşadıklarına dair anlamlar yükleyen öykülerin kahramanlarının ruh dünyalarına girmek, anlamak, hissetmek edebiyatın güzelliği ile gerçekleşir.

 Adı bazen Kara Tren bazen Mavi Tren olmuştur. Son yıllarda ise Hızlı Tren diye dillendirilir. Varsın olsun.  O hep kendinden bekleneni, bekleyenleri, vagonları, uzayıp giden rayları, nefes aldığı istasyonları ile edebiyatın sayfalarında yer almayı daima başarmıştır.  Siz buna trenlerin, trendeki insanların öykülerinin anlatılması, okuyucuların bunlarda kendinden bir şeyler bulması da diyebilirsiniz. İster tanınmış, isterse hiç tanınmamış bir yazar olsun treni güzel anlatıyorsa o metne bir yakınlık duyarım, ısınırım, duygularımı yaslarım. Anlatım beni alıp bir yerlere götürür, okuduğum metinle yanyana bazen içiçe yürürüm. Belki de ben gitmek isterim. İçimden bin bir öykü geçer, gözlerimden bütün doğa ağaçlarıyla, dağlarıyla. Yaşadığımı, yaşatıldığımı anlarım. İnsanlar, gülenler, ağlayanlar. Melül mahzun bakışlar. Bir tren yolculuğunda sevmeye umutlananlar, sevdalananlar. Önce ellerle, sonra gözlerle vedalaşmalar. Ah! O gözler yok mu? Kelimelere ihtiyaç duymadan birçok şey anlatır. Derinden gelir sesi. Hüzün de sevinç de umut da o gözlerin diliyle dile gelir. Gözlerin dilidir okuduklarım. Artık gözlerle muhabbet başlar. Tren raylarıdır artık duyguları da düşünceleri de birbirine bağlayan.

Bir yolculuk varsa ve bu yolculuk trenle yapılıyorsa okuduğum kitaba sıkı sıkı sarılırım. Hemen kitabın içine girerim. Kendimi kompartımanın bir köşesine oturmuş, geçilen yerleri seyrediyormuş gibi hissederim. Dağlar, ovalar, bozkırlar, köyler, kasabalar ve kentlerin resmigeçidi düşüncelerime derin anlamlar katar. Kelimelerin birleşip cümle olması, vagonların birleşip tren olması arasında garip bir bağ bile kurarım… Sonra bu bağlar duygulara, düşüncelere kendiliğinden eklenir.

Edebiyatçıların trenleri anlatırken kullandığı sözcüklerin her biri toprağı yarıp çıkan dikenler, kardelenler, güller gibidir. İnsanla kaynaşır, insanla birleşir, insanlarla ağlaşır ve koklaşır. Nefes alır, nefes verir. Rayihasını ve yaşamanın hissini verir insana. Trenin tıkırtılarını, homurtusunu güçsüzlüğüne yoranlar onu pek anlayamazlar. Yeter ki yazar eserini yazarken trenin, belki de kahramanın dışında değil içinde olsun. Yeter ki onu istasyonda kalanların gözünde giderek kaybolan bir hayal olarak anlatmaya çalışmasın. Sözcükleri birbirine eklenen vagonların raylar üstünde kayması gibi dizilen ve derin cümleler oluşturan metinlerdir okuyucuya haz veren.

Trenler savaşlara katılmışlar, nice ölümleri görmüşler, göç yollarına düşmüşler, umuda yoldaş olmuşlar, düğüne katılıp yeni bir hayata sırdaş olmuşlardır. Tren gelir hoş gelir, boş gelmese de bazen nahoş gelir. Haberler uzaktan, sesler yakından gelir. Tren yolları hayat sahnelerinin musikilerini besteler. Ölümle içiçe, ölümle karşı karşıya olurken değil ölümü öldürürken beklenir onlar. Hasretleri sonlandırma adına beklenirler. Umudu umutlulara götürür bir kara tren türküsü. Hasreti de ayrılıkları da aynı kompartımanlara doldurur, her bir yüreğin vuruşunu raylarının musikisine katarak götürür. Tecrübeler, acılar, beklentiler, hayaller, yalnızlıklar, kimsesizlikler, kavuşmalar, hatta ölümleri taşıdıkça trenler bir nesne olmaktan çıkmışlar, insanlarla yaşayan bir varlık olmuşlardır. Artık trendir beklenen, trendir uğurlanan.

Göçlere şahitlik yaparken onları canlı birer varlık gibi düşündüm nedense. Göçlerin trenleri, göç edenlerin ve sürülenlerin treni loş hüzünlere boğmuştur beni. Üzerine tıklım tıklım binen insanların ellerinde sadece birer çıkın görünür. O insanların yüzlerinden görünenler, gözlerinden okunanlar ise ağır mı ağır. Sanki bunca derdi bunca kahrı onlar taşımaktadırlar. Sevdalısı da sayrısı da hüzün taşır. Raylar uzayıp gider, hasret de ayrılık da küçük tıkırtılarda yol alır. Siyah beyaz bir tren fotoğrafının altında kaderleri kara yazılı olanları okudukça gözlerimin dolduğunu kaçırırım etrafımda bulunanlardan. Oysa acımanın da üzülmenin de ağlamanın da insanca duygular olduğunu çok iyi biliyorum. Lakin bunların başkaları tarafından görülmesine de bir türlü dayanamam. Siyah beyaz resimlerdeki trenlerin bilinmezlere, bir meçhule bazen kurtarıcı olduklarını, bazen umut olduklarını düşünerek avunduğumu da hatırlıyorum. Yahut edebiyatın trenlerini hep böyle tanıdım dersem daha doğru olur.

Edebiyatın trenlerinde hissettiklerim sadece bu kadar değil elbette. Ülkemizde olan tren kazaları beni ta yürekten yaralar. Onun için bizim ellerin trenlerinde sadece kavuşmanın getirdiği güzellikler var ama ebedi ayrılıklar da vardır. Umutların, ocakların söndüğü tren kazaları trenin güzelliklerine kara bir örtü gibi örtülür. O artık ne mavidir ne de hasret rengi. Ezelden beri adının konduğu gibi Kara Trendir gerçekten. İşte o zaman bizim ellerde tren kara haberler de getirir. Şair yüreğim buna dayanamaz ağıtı şiir yapıp duygularla oturur. Bir nebze olsun feryatları paylaşır, acıları dile getirir:

BİZİM ELLERDE TREN

O yerlerde trenler hasrete gider

Uzar uzar gurbetlik taşır, sevda taşır

Göçler hep hüznü yükler vagonlarına

Hayalleri götürür tıkır tıkır

Gelir elbet düdüğünü çalarak

Karşılayanlar, karşılaşanlar sarılarak…


Oysa bizim ellerde trenler ölüme gider

Hayalleri, umutları bitirir apansız

Sesinde çöreklenmiş bir sızı vardır

Ezelden kabullenilmiş kara yazı vardır

O yerlerde trenler hasrete gider

Bizim ellerde tren ölüme gider…

Zamanın bir yerinde kara haber yayılır

Bir yerinde vur patlasın çal oynasın 

İstasyonlarda bekleyenler yıkılır

Çırpınmak, feryat etmek kâr etmez artık

Kimileri avunur, takdiri ilahi der, işi bitirir

Bizim ellerde tren ölüm getirir

Acı bizim acımız, saklarız içimize

Sancı bizim sancımız, kimler bilecek ki…

Sayıları saklanır, lakin ölüm saklanmaz

Ağıtlar tek kişilik yakılır raylar üstünde

Bir valizden kalan hatıralar ölümden de beterdir

Bizim ellerde tren ölüm getirir…

edebiyathaber.net (11 Mayıs 2022)

Yorum yapın