Yazarın Odası: Erdem Özgül | Meltem Dağcı

Şubat 29, 2024

Yazarın Odası: Erdem Özgül | Meltem Dağcı

Edebiyatçıların yaşamlarını, yazdıkları mekânları, son zamanlarda okuduğu kitapları bu defa yakınlarının gözünden mercek altına almaya çalıştık.Yazar Erdem Özgül’ü, kardeşi Uğurcan Özgül ile konuştuk.

Yazılarını nerede yazar? Yazarken denk geldiğinizde o an yaşadığınız ilginç bir anınız oldu mu? 

Merhaba öncelikle. Erdem’in yaşadığı yer gayet mütevazi bir ev ve burası küçük bir kabinet ile bir oturma odasından oluşuyor. Oturma odası kitaplığı, yazı masası ile 19. yüzyıl ressamlarının, şairlerinin fotoğraflarından yaşam alanlarını gözlemlediğimize benzer bir yer. Genelde bu odada yazar. Ses veya sessizlik onun için pek mühim değil. Her türlü yazar.

Kardeşinizle yazı/okuma üzerine neler paylaşırsınız?

Genel olarak, telefonda veya yan yana iken okuduklarımızdan konuşuruz. Bazen Platonov’dan, bazen Celine’den, bazen Joseph Roth’dan, bazen Adorno’dan konuşuruz. En son yüzyüze konuşmalarımızdan birinde bir dostumuz ziyaretine gelmişti. Felsefe konuşuyorduk. Toni Negri’den Meclis kitabından o kadar çok bahsettik ki felsefeci dostuyla, Erdem filozofun sağlığını sordu. Hayatta mıydı, nasıldı? O günün sabahı Negri’nin öldüğünü haber aldık. Kaderin cilvesi. Erdem’le konuşurken ilginçtir bazen Türkiye’yi ölçebilecek bir ölçü aleti ararız ama bulamayız. Her anlamda Türkiye’yi ölçecek bir ölçü aletini umarım piyasaya biz sunarız. Bazen bir sokak röportajında sıradan ama dolu dolu konuşan, mizah yapan insanlar üzerinden, bazen Nazım Hikmet ve Dr. Hikmet Kıvılcımlı gibi dönemin önemli figürleri üzerinden ölçüm yapmaya çalışırız. Kıvılcımlı ve Nazım demişken yerelin içerisinde, evrensel kalmayı başarabilen Türkiyeli insanların bu iki isme özel bir minnet borcu olduğunu düşünenlerdenim. Türkiye insanı hâlâ ilkel ve modern arasında bir yerde kendi formunu koruyor. Bu iki isim ilkelin ortamında evrensele dair bir mücadele yürüttü. Geçerken minnetimi belirteyim dedim. Yine de biz Türkiye hakkında ölçüyü yer yer Selahattin Demirtaş’tan, Selçuk Kozağaçlı’dan,  vasattan, öfkeli ve hınç dolu kitlelerden, bir kaç toplum olmuş siyasal ve sosyokültürel ortamdan da almaya çalışıyoruz. Burada işte yine ilkel ile modern arası insan toplulukları içerisinde evrensel hikâyesi olan iki isim Kozağaçlı ve Demirtaş aklımıza geliyor. İlkelin rehin aldığı, kendisi için boğmaya çalıştığı bu iki isim yine özel olarak kendilerinden bahsettirmeyi ve kendilerini hatırlatmayı fazlasıyla hak ediyor. Belki içinde bulunduğumuz dönemin ölçüsünü bu iki isim ve şeyler üzerinden belirleyerek doğru tahminlerde bulunuyoruzdur, belki de yanılıyoruzdur.  

Tanpınar’ın da dediği gibi:

“Kökü bende bir sarmaşık

Olmuş dünya sezmekteyim.”

Madem dünyadan kök aldık, zamana da güvenelim iyisi mi. Sanırım yine bu ölçüm sorunu onun yazı dünyasını belirleyen etkenlerdendir. Bir de sinemadan etkileniyordur tabii.  Yan yana geldiğimizde iyi film izleriz. Kendisi iyi film izler. Yazı üzerine çok karşılıklı paylaşımlarımız yok çünkü ben daha politik yazıya yatkınım, o daha edebi işlere meraklı. Erdem yaşamanın ağırlığını taşımaktansa yazmanın ve okumanın müptelası olmaktan yana olanlardandır diyebilirim.

Yazdıklarıyla ilgili sizden ne tür fikir/ öneri alır?

Dediğim gibi kendisi sosyal bir insan. Çok farklı cemaatler ve kültürel alanlardan sıradan veya sıradışı insanlarla kendinde taşıdığı yeteneği sayesinde bunca ömründe iyi bağlantılar kurabildiği için iyi bir gözlemcidir diyebilirim. Dolayısıyla yazdıklarıyla ilgili fikir almasına gerek yok. Kendinde taşıdığı sosyallik, ötekine dair ilgi alaka, çok çeşitli kesimlerle etkileşim ve muziplik onu besleyen etmenlerden. Bir de bu saydığım etkenlerden dolayı yaşamın doğalında insanlarla fikir alışverişinde bulunabiliyor. Hâliyle böyle olunca sanırım özel olarak şu isimden fikir alayım derecesine gelmiyor insan.

Yazı yazarken vazgeçemediği ritüelleri nelerdir?

Herhalde kahve ya da şaraptır. Sigarayı sevmez. Bu konuda bir ritüelinin olduğuna dair bir fikir sahibi olmamı sağlayacak ayrıntılarla henüz karşılaşmadım. 17 yıldır yurtdışında yaşıyor. Bu süre zarfında sadece geçen yıl bir kaç ay yan yana kalabildik. Haliyle kahveyi de şarabı da sevdiği için bunlardır diyebiliyorum.

Son olarak, elinde en son gördüğünüz kitapları öğrenebilir miyiz?

En son Pierre Michon’un Üstatlar ve Hizmetkârlar’ı ile Silvia Federici’nin Caliban ve Cadı’sını gördüm elinin altında. McKenzie Wark’ın Moleküler Kızıl: Androposen Çağının Teorisi’nden çok bahsedince ver ben de okuyayım dedim. Bu tür metinleri okumayı, üzerine konuşmayı ikimiz de seviyoruz.

edebiyathaber.net (29 Şubat 2024)

Yorum yapın