Weber Sosyolojisinin Ayırt Edici Özellikleri | Anıl Yıldız  

Haziran 24, 2023

Weber Sosyolojisinin Ayırt Edici Özellikleri | Anıl Yıldız  

Max Weber’in sosyal bilimler alanındaki şöhreti özellikle Amerika’da 1950’lerden sonra keşfedilmesiyle gelişmiştir. Bu gelişimin öncülüğünü ise Talcott Parsons 1930’ların sonunda “ The Structure of Social Action” başlığı ile yaptığı çalışma ile atmıştır. Weber’in eserleri Almanca’dan başka dillere de çevrilerek “Weber Rönesansı” nın alanı genişlemiştir. Ve bazı Anglo-Amerikan sosyal bilimciler tarafından Marksizm’in karşısına çıkarılmaya çalışılmıştır. Ancak Weber’in özgün konumu, onun belli bir kalıba sıkıştırılamaz oluşu, bu projeyi geliştirmeye çalışanları da zorlamıştır. Bu durumu Callinicos, şu şekilde belirtmiştir: 

Büyük toplum kuramcılarının çoğu yanlış anlaşılmıştır: Weber de bu kuralın istisnaları arasında yer almaz. Onun kaderi de İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Amerika’nın başı çektiği sosyolojinin yeniden inşası çalışmaları sırasında “değerden bağımsız” toplum bilimin başlıca azizi haline gelmek olmuştur. Neyse ki Weber bu geleneksel portrenin çizdiğinden daha ilginç bir düşünürdür. Weber’in referans noktalarının onu da içine almaya çalışan, savaş sonrası ortodoks düşüncelerden çok farklı olduğunu 1920 yılında, ölümünden birkaç hafta önceki bir ifadesi de göstermektedir: 

Günümüzde bir bilim adamının, bunun da ötesinde, günümüzde bir felsefecinin dürüstlüğü Nietzsche ve Marx’a karşı tutumundan anlaşılabilir. Kendi eserinin kimi bölümlerinin bu iki kişinin eserleri olmadan gerçekleştirilebileceğine inananlar yalnızca kendilerini ve başkalarını kandırırlar. Bugün tinsel ve zihinsel olarak içinde yaşadığımız dünya önemli ölçüde Marx ve Nietzsche tarafından biçimlendirilmiştir. (Weber’den aktaran Callinicos, 2004: 224)

Weber’in çalışmaları 4 kategoride ele alınabilir:

  1. Yöntembilim, eleştiri ve felsefe incelemeleri,
  2. Tamamen tarihsel eserler,
  3. Din sosyolojisi çalışmaları,
  4. Genel eseri, yani “ Ekonomi ve Toplum” başlıklı genel sosyoloji incelemeleri (Aron, 2000: 395) Bu geniş hacimli eserle Weber, başka uygarlıklarla karşılaştırma yaparak, Batı uygarlığının özgünlüğünü ortaya koymaya çalışmıştır.

Weber’in çalışmalarının özgünlüğü ve çeşitliliği üzerine Julien Freund’un yaptığı açıklama, bu 4 kategorinin bugün açısından da önemini göstermesi açısından değerlidir. “Çoğu sosyolog, iyice tanımlanmış bir sorun merkezinde uzman olmaları gerçeğiyle ün kazanır: Örgütler ya da müzik, eylem ya da toplumsal sınıf, Musevilik ya da İslam, cinsellik ya da tahakküm v.b. Weber bu sorunları -tartışmaya açık da olsa- ustaca çözümlemişti, bu yüzden bugün bile onun siyaset, ekonomi, din, sanat, hukuk, teknoloji sosyolojisine gönderme yapmayan uzman yoktur. Dahası, bürokrasi, kent sorunları, yasama, miras, karizma v.b. gibi temel kavramlar üzerindeki yeni açıklamaların da öncülüğünü yapmıştır ve bu çözümlemeleri hala saygındır. Onun gibi, çeşitli insan etkinlikleri arasındaki karmaşık ve farklı ilişki sistemlerini gösteren kuramsal ‘binalar’ inşa eden sosyologların sayısı az, çok azdır. Gerçekten de, siyasetle ahlak, siyasetle din, siyasetle bilim, dinle ekonomi, hukukla ekonomi, siyaset, din; sanatla teknoloji, sanatla ahlak v.b., arasındaki ilişkiler üzerine temel yazılar yazmıştı. Yapıt gerçekten olağanüstüydü. Bu ilişkilerin sadece bir türünü ele almakla yetinmemiş, hepsini incelemişti.” (Bottomore & Nisbet, 1997: 172) 

Weber’in sosyoloji çalışmaları tarih, iktisat ve hukuk çalışmaları ile iç içe geçmiştir. Sosyolojik çalışmalarında özellikle tarihin (bireyselleştirici bir kültür bilimi) büyük önemi üzerinde durmuştur. Tarihi olayların doğru yorumlanmasında ve bunun sosyoloji (genelleştirici bir kültür bilimi) ile bağlantısı üzerinde durmuştur. Bu onun dönemindeki atmosferle de alakalıdır: Bilgi ve bilim filozofu Weber’i etkileyen en önemli felsefe okulu W. Wildelband (1848-1915) ile H. Rickert (1863-1936)’e bağlı Yeni Kantçı Heidelberg Okulu’dur. Max Weber’in bir noktaya kadar bilgi kuramında ve bilim felsefesinde Rickert’in izleyicisi olduğu söylenebilir. Öbür yandan Weber, daha Herder ve Ranke’de geleneğini bulmuş olan Alman Tarih Okulu içinde yetişmiş olan tarihçilerdendir. Öyle ki Weber’de tarihsel ilgi daima ön plandadır ve onun sosyolojisinin ana temelleri, ya onun tarih felsefesi ve tarih kuramından doğrudan doğruya çıkarılmıştır veya bu felsefe ve kuramla şu ya da bu yönden ilgilidir… Max Weber’in sosyolojisini temellendirdiği dönem, Comte sosyolojisinin Almanya’da genel bir eleştiriye uğradığı döneme rastlar… Dilthey, Rickert gibi filozofların yanısıra, Rachfall, Meinecke gibi Alman Tarih Okulu’ndan gelen tarihçiler de Comte sosyolojisine karşı köktenci eleştiriler getirmişlerdir… Bu dönem Almanya’da, tarihselci sosyoloji ve formel sosyoloji adlarıyla da anılan farklı sosyolojilerin filizlenme ve gelişme dönemi de olmuştur. Bu dönemde Weber’in ilginç bir pozisyonu vardır. Weber, bu genel eleştiri döneminde, kendi sosyolojisini, sürekli karşısında olduğu görüşleri eleştirmek amacıyla kaleme aldığı geniş hacimli yazılarında temellendirmiştir. Öbür yandan Weber bu dönemde ortaya atılan hemen tüm görüşlerden kendisi de etkilenmiştir. Bu nedenle onun bilim kuramı ve sosyoloji kuramı üzerine hemen tüm yazıları polemik yazısı niteliği taşır… (Özlem, 1990: 17-18)

20. Yüzyıl başları Comte, Spencer ve Marx’ın temellendirmek istedikleri biçimde toplumu ve insanlığı bir bütün olarak ele almaya, toplumun ve insanlık tarihinin genel yasalarını bulup ortaya çıkarmaya çalışan “ ansiklopedik sosyolojinin” yerini “analitik sosyolojiye” bıraktığı dönemdir. Hegel ve Marx gibi “tümcü” toplumbilim tasarımlarına karşı koyan ve bunları reddeden Weber’in sosyolojisi, bu anlamda özel bir yere sahiptir. Weber’in sosyolojik incelemelerinin amacının “zamanın gerçekliğinin kendine has özelliklerini kavramak” olduğunu belirtmesi bu durumu daha da açıklar. Bu amaca ulaşmak için de sağlam bir bilimsel yöntem gereklidir.

Weber yöntem konusundaki düşüncelerini açıkça aydınlanma felsefesine borçludur. Çıkış noktası da, çözümlemelerinin temel birimi de bireydir:

  “Açıklayıcı sosyoloji, bireyi (Einzelindividuum) ve bireyin davranışını temel birim ya da (tartışmalı benzetmeyi bir kez yapmamıza izin verilecek olursa) atom kabul eder. Bu yaklaşımda birey, anlamlı davranışın tek taşıyıcısı ve üst sınırıdır da… Genel olarak, ‘devlet’, ‘dernek’, ‘feodalizm’ ve benzeri kavramlar, sosyoloji için, insanların etkileşimini gösteren belli kategorilerdir. Dolayısıyla sosyolojinin görevi bu kavramları ‘anlaşılabilir’ eylemlere indirgemek, başka bir deyişle bunları, istisna tanımadan, etkileşime katılan tek kişilerin eylemlerine indirgemektir.”

Bireye verilen bu önemde, klasik iktisatçıların “Robinson Crusoe yaklaşımı”nın ve toplum sözleşmesi görüşünü savunan rasyonalist filozofların bakış açısının yankıları vardır. Öteki yandan, Weber’in düşüncesindeki bu vurgu, Hegel ve Ranke geleneğine aykırıdır. (1998: 105)

Julien Freund’a göre Weber, yöntem sorununa en az iki açıdan belirleyici katkıda bulunmuştur: 

1. Weber, yorumlayıcı (interpretive) yöntemi getirdi. Hatta bazı sosyoloji tarihçileri buna “yorumlayıcı sosyoloji” adını verirler. Bu terimin pek çok yanlış anlamaya neden olmasından ötürü Weber’in bu sorun konusundaki düşüncesini açıkça belirtmek gerekir. Weber, yorumlayıcı yöntemi hatta açıklamayla (erklären) anlama (verstehen) arasındaki ayrımı icat etmiş değildir. Ondan önce Droysen bunu tarihe uygulamaya çalışmış, Dilthey de beşeri bilimlerin (Geisteswissenschaften) genel yöntem-biliminde bunu kilometre taşı yapmıştı. Weber’in değeri, bu yöntemi kavramsal olarak ve daha kesin bir biçimde irdeleyerek sosyolojiye uygulamış olmasındadır.

2. Weber’in yöntem bilgisine yaptığı diğer bir katkı, Pareto’yla birlikte önde gelen kuramcılarından olduğu nedensel çoğulculuk kavramıdır. Bu onun anlamaya yönelik yöntemini tamamlar ve mekanik ve tek taraflı nedensellik modelini yetersiz olduğu için reddeder. İlk olarak, insan etkinliğinde neden ve sonucun yer değiştirebileceğini belirtir; bunun nedeni yalnızca, bir kere ulaşıldıktan sonra bir hedefin yeni bir girişimin nedeni olabilmesi değil, aynı zamanda her bir sınanmış yolun, kendini göreli başarısından ötürü öngörülmemiş yeni bir etkinliğin nedenine dönüştürebilmesidir… Zamanındaki egemen düşünceler göz önüne alındığında Weber’in konumunun özellikle üstün olduğu görülür. Nedenselliği yeterli sebep sayan geleneksel düşünceye karşı çıkar. Herhangi bir anda, tanımlanabilecek koşullar altında saptanabilecek bir sonuç (effect) düşüncesine karşı çıkmakla kalmaz, herhangi bir sonucun kökeninin hesaba gelmez sonsuzlukta yattığını da söyler. Nedensel bir zincir sonuçların zinciri de sonsuzdur. Dahası, nedensellik hiçbir zaman kısmi bir olasılık açıklamasından fazla bir şey değildir. Hatta, gerçeklik hem yoğunluk, hem de genişlik olarak sonsuz olduğuna göre, dünyanın ayrıntılı bir formülasyonuna hiçbir zaman ulaşamayız; nedensellik yoluyla bile… (Bottomore & Nisbet, 1997: 29-30-31)

Weber için sorun hem empirik olarak denetlenebilir, hem de konusunu kuramsal olarak genel ve kapsayıcı bir biçimde açıklayan bir sosyolojinin nasıl temellendirileceğiydi. (Özlem, 1990: 203) Bu anlamda Weber’in sosyolojiyi nasıl tanımladığına bakmamız gerekir:

Weber’e göre, “sosyoloji, toplumsal eylemleri yorumlayarak anlamak (deutend versheten) ve bu eylemleri kendi süreç ve etkileri içerisinde nedensel olarak açıklamak (kausal erklaeren) isteyen bir bilimdir. (Özlem, 1990: 99) Weber burada sosyolojinin nesnesi olarak her türlü insan eylemini değil “toplumsal eylem”i ve onu anlayıp açıklamayı kastetmektedir. Weber için eylem:

“(Genellikle) eylem, eyleyen veya eyleyenlerin bu eylemle öznel bir anlamla bağlı oldukları sürece, insani bir durumu ifade eder” (Özlem, 1990: 99) Bu doğrultuda, eylemi güdüleyen anlamı yakalayıp açıklamak ve bunları genel bir biçimde açıklayan sosyolojinin nesneleri haline getirmek ne ile mümkün olacaktır? Weber’in bu soruya cevabı anlama ve açıklamayı birleştirmek için elimizde işlevsel bir araç olarak kullanacağımız “ideal tipler”dir. Weber sosyolojisinde oldukça önemli bir yeri teşkil eden ideal tipler kavramsallaştırmasını ele almadan önce, Weber açısından sosyolojisinin temel konusu olan “Toplumsal Eylem” ve çeşitleri üzerinde durmamız gerekmektedir.

“Toplumsal eylemi, eylemde bulunan kişi veya kişilerin, öznel bir anlama göre başkalarının durumu ile bir ilgi içerisine girdikleri sürece, bu ilgi temelinde, bu öznel anlama göre yönlendirilmiş bir eylem olarak tanımlamak gerekir.”

Bir anlamlı eylem türü olarak toplumsal eylemin temel özelliği, onun, başkalarının durumu ile ilgili bir eylem olmasıdır. Başkalarına yönelmiş eylemleri, yani toplumsal eylemleri anlaşılır kılan şey, yani toplumsal eylemlerle ilgili anlam bağlamı ise, başatlıkla, bu toplumsal eyleme yön veren kültürel nitelikler aracılığıyla verilidir. Buna göre sosyolojinin görevi, toplumsal eylemlerde yönlendirici, motive edici olarak görünen bu kültürel nitelikleri, başka bir deyişle, toplumsal eylemdeki kültürel anlamı, eylemin nedeni olarak saptayabilmektir. Örneğin, el sıkışma olgusu, bir toplumsal eylem olarak, bu konudaki örf, adet veya geleneği bildiğimiz, yani bu eylemi motive eden kültürel anlamın farkında olduğumuz sürece bizim için anlaşılabilir bir eylemdir. (Özlem, 1990: 101)

Weber, amaçlı eylemlerin değişik tipleri olduğunu düşünür. En “anlaşılabilen” tip olarak da pratik rasyonellik niteliği taşıyan eylemleri görür. Buna başlıca örnek “ekonomik adam”ın davranışlarıdır.

Weber’in tipolojisinde, daha az “rasyonel” eylemler “mutlak erekler” için yapılan eylemlerdir. Bunlar ya duygusal eğilimlerden ya da geleneksel tutumlardan kaynaklanır. Mutlak ereklerin sosyolog tarafından “verili” olgular olarak kabul edilmesi gerektiğine göre, bir eylem, kullanılan araçlar bakımından rasyonel, ama sonuçlanan sonuçlar açısından irrasyonel bir eylem tipidir. Son olarak da, “içgüdüsel” düzeye kadar ilerleyebilen “geleneksel” eylem türü vardır; düşünmeden ve alışkanlıkla yapılan bu tür eylemin gerekçesi “hep yapılmış olduğu” için uygun kabul edilmesi gerektiğidir. “Eylem” türleri, bir rasyonellik ve irrasyonellik skalasında sıralandırılır. Böylece, bir amaçlar “psikolojisi”nden çok, bir tipolojik yöntem tanımlanmış olur. Bu nominalist yaklaşım, amaçlar ve araçlar arasındaki rasyonel ilişkinin en “anlaşılabilir” davranış türü olduğunu vurgulaması yönünden, Weber’in yapıtını tutucu düşünceden ve onun bir nesnenin tekilliğini metafizikleştirilmiş bir bütün içinde eriten belgesel “anmacı”lığından ayırt eder. Yine de, doğa bilimlerinde yapıldığı gibi “toplumsal olgular”ın salt nedensel bir açıklamasına karşı insan davranışlarının anlaşılabilirliğini vurgulayan Weber, kendi yorumlayıcı sosyolojisiyle, Comte’un sosyoloji adını verdiği ve Durkheim’in ustaca geliştirdiği Condorcet’ci “sosyal fizik” geleneği arasına da bir çizgi çeker. Weber ‘in kullandığı temel sosyal yapı türlerinin – “toplum”, “dernek”, “topluluk”-, tanımladığı “eylem tipleri”nin – “rasyonel”, “duygusal”, “gelenekçi”- karşılığı olduğu haklı olarak belirtilmiştir. (Weber, 1998: 106-107)

Weber’in akılcı eylem tiplerine ilişkin ise Callinicos şu yorumu yapmıştır: Weber, eylemin iki şekilde akılcı olabileceğini savunur. “Araçsal akılcı (zweckrational) olabilir, yani çevredeki nesnelerin ve öteki insanların davranışına yönelik beklentiler tarafından belirlenebilir; bu beklentiler oyuncunun kendisinin akılcı bir biçimde hesapladığı amaçlarına ulaşması için ‘koşullar’ ya da ‘araçlar’ olarak kullanılıyordu.” Ya da eylem “değer akılcı (wertrational) olabilir; yani değere kimi etik, estetik, dini ya da öteki davranış biçimi adına, başarı beklentisinden bağımsız olarak bilinçli biçimde inanılması ile belirlenir.

Değer akılcılığı eylemin amaçlarıyla, araçsal akılcılık ise araçlarıyla ilgilenir: 

“Alternatif ve çatışan amaçlar ve sonuçlar arasında değer-akılcı bir biçimde seçim yapılabilir. O zaman eylem, yalnızca araçların seçiminde araçsal akılcıdır. Öte yandan, oyuncu, bir değerler sistemine akılcı bir yöneliş açısından alternatif ve çatışan amaçlardan birine karar vermek yerine, onları, verilen öznel istekler olarak alıp bilinçli olarak değerlendirilen göreli acillik ölçeğine göre düzenleyebilir. O zaman, eylemini bu ölçeğe göre yönlendirerek “marjinal yarar” ilkesinde olduğu gibi, acillik sırasına göre olabildiğince tatmin edilmelerini sağlayabilir.” ( Weber’den aktaran Callinicos, 2004: 243)

Bu açıklamalardan sonra, Weber’in karşılaştırmalı incelemelerinde özellikle işlevsel bir araç olarak kullandığı ayrıca Weber açısından olgulara daha kapsayıcı bir şekilde yaklaşılması noktasında önemli bir yer teşkil eden “İdeal tipler” kavramsallaştırması üzerinde daha ayrıntılı bir şekilde durabiliriz.

Çok tartışılan ve Weber’in metodolojisinde çok önemli bir yer tutan “ideal tip” terimi, gerçekliğin belli öğelerinin mantıksal tutarlılığa sahip bir kavram olarak soyutta inşasıdır. “İdeal” teriminin herhangi bir değer yargısıyla ilgisi yoktur. Analitik amaçlarla, din önderleri için olduğu gibi fuhuş tipleri için de ideal tipler soyutta inşa edilebilir. Bu terim ne peygamberlerin ne aşiftelerin yüceleştirilmesi anlamına gelir, ne de bir ideal yaşam biçiminin temsilcileri olarak taklit edilmeleri gerektiğini anlatır.

Weber, bu terimi kullanırken, yeni bir kavramsal araç önermek istememişti. Niyeti yalnızca, sosyal bilimciler ve tarihçiler “ekonomik insan”, “feodalizm”, “Gotik mimarlığa karşı Romanesk mimarlık” ya da krallık gibi sözcükleri kullanırken de yapmaktaydılar, bunun bilincine varılmasını sağlamaktı. Sosyal bilimcilerin mantık tutarlılığı olan ikirciksiz kavramlar kullanma seçeneğine sahip olduklarını düşünüyordu, ki bunlar tarihsel gerçeklikten uzaktı. Mantıksal olarak daha az kesin kavramlar da kullanılabilirdi ve bunlar gerçek dünyaya daha yakın olurdu. Ama dünya ölçeğinde karşılaştırmalar yapma merakı, Weber’i aşırı ve “saf örnekler”i incelemeye itti. Bu örnekleri “sınırlayıcı durumlar” kabul etti ve herhangi bir özel soruna ilişkin olarak kullandığı soyutlama düzeyini bunlarla denetledi. Tarihsel olayların çoğu, sınırda bir yerde duruyordu: Weber o anda incelediği somut ve belli örnekle ilgili olarak başka tipleri de gözden geçirip özgül tarihsel durumların çeşitliliğini kavramaya çalışıyordu. İdeal tipler, genel kavramlar olarak, Weber’in dünya tarihinin betimleyici verilerini karşılaştırmalı çözümlemeye hazır hale getirmekte yararlandığı düşünsel araçlardır. Bu tiplerin kapsamları ve soyutluluk düzeyleri değişir… (Weber, 1998: 112)

“İdeal tip gerçekliğin bir betimlenmesi değil, tekil bir fenomenin özsel (ortalama değil) özelliklerini birleştiren zihinsel bir kurgudur. İdeal tip terimi ahlaki bir bakış açısı içermez; toplumsal fenomenlerin anlaşılmasını kolaylaştıran metodolojik bir kavramdır.” (Swingewood, 1998: 179)

Weber için ideal tipler toplumsal ve tarihsel gerçekliğe ulaşmada işimizi kolaylaştıran ve kavramlaştırmalarda işimize yarayan rasyonel araçlardır. Weber, ideal tipleri, tarihsel ideal tipler (örneğin, bürokrasi kavramı) ve toplumsal ideal tipler (örneğin, egemenlik türleri: geleneksel, karizmatik, meşru egemenlik) olmak üzere ikiye ayırır.

 Weber’in ideal tiplerini, özellikle ideolojik kavramlardan ayırmak gerekir. Weber, “Hıristiyanlığın Özü”, “gerçek sosyalizm” , “arı Türkçülük” gibi kavramların, birey, grup veya sınıfların arzu, beklenti, inanç ve ideolojileri doğrultusunda geliştirilmiş ve ama sonradan aynı birey, grup veya sınıf tarafından kendilerine şaşmaz bir gerçeklik bilgisi olma niteliği de yükletilmiş kavramlar olarak, zaten bilimde yer alamayacaklarını belirtir. “Bu gibi kavramlara bilimde yer yoktur.” Bu gibi kavramlarla bilimsel kavramlar olarak ideal tiplerin tek ortak yönü, ikisinin de mantıksal/rasyonel kuruluşa sahip olmalarıdır. Ama ideolojik kavramlar, bir bilgi içeriği taşıdıkları iddiası ile ortaya atılmalarına rağmen, olan’ı değil, arzulanan, beklenen şey olarak olması gereken’i (o da çok değişik ve hatta karşıt tarzlar içersinde) ifade ederler. Dolayısıyla belirli bir ahlak, din ve ideolojide, rasyonalizm, değersel bazlı bir dogmatik amaç uğruna kullanılmaktadır. İdeal tiplerde (ve tabii tüm bilimsel kavramlarda) ise, rasyonalizme ve rasyonel kavram kurma edimine, yalnızca empirik olmasına çalışan bir bilgi içeriğiyle bu kavramları doldurmak amacıyla başvurulmaktadır. Bu bakımdan rasyonel ahlak veya rasyonel din ile rasyonel bilim farklı şeylerdir. Weber, bunu şöyle ifade etmektedir:

“Rasyonellik, ahlaksallığı ve dinselliği bizzat yaşatan şeydir. Ama bir rasyonel ürün olarak rasyonel ahlak, kendi sistematik postulatlarına dayanarak kendine yeterli bir dünya, bir kosmos yaratmıştır. Bilimsel açıdan bakıldığında, bunları toptan yadsımak gerekir.” (Weber’den aktaran Özlem, 1990: 119) 

Weberci epistemolojinin özü şu tümceyle özetlenebilir: “Gerçek nedensel ilişkileri çözümleyebilmek için gerçek olmayanları kurarız”. Bilim gerçekliğin ne bir kopyasıdır, ne de olabilir; çünkü gerçeklik sonsuzdur (indefinite) ; oysa bilim yalnızca parça parça bilgilerle desteklenen kavramların bir araya getirilmesidir. Gerçekte her kavram, gerçekliğin sadece bir görünüşünü anlayabilmekle sınırlıdır ve gerçekliğin sonsuz büyüklüğüyle karşılaştırıldığında bütün bu kavramların toplamı da sınırlıdır. Böylelikle bilinmeyen ve bilinemeyen de daima kaçınılmaz olacaktır. Dahası, gerçeklik bilgisi de kavramların yaptığı bir dönüştürmeyle (transformasyon) gerçekleşir. Diğer bir deyişle, bilinen gerçeklik her zaman, kavramların soyut olarak yeniden yapılandırıldığı bir gerçekliktir. Weber’e göre ideal tip, sosyal bilimlerde bu zihinsel yapılandırmalardan biridir ve gerçekliğe olası en kesin yaklaşıma izin verir, ama hep gerçekliğin bir ya da birkaç görüntüsüyle sınırlıdır. Onun ideal tip açıklaması onda açık bir zihinsel resim ya da ütopya gördüğünden bu soruda hiçbir kuşkuya yer bırakmaz: “Bu zihinsel resim zıtlıkların olmadığı, düşünülüp varılmış ilişkiler evreninde belli tarihsel ilişkileri ve olayları bir araya getirir. İçeriğinde, gerçekliğin zihinsel özellik taşıyan öğelerini abartarak elde edilmiş ütopyacı karakterleri vardır” diye yazmıştır Weber. (Bottomore & Nispet, 1997: 178-179)

Weber sosyolojisinde önemli bir yer tutan ve düşüncelerle çıkarları ilintilendirdiği temel kavram olan “seçici yakınlık (Wahlverwandtschaft)”a da değinmemiz gerekmektedir. Bu kavram Weber’in temel tarihsel yorumlama araçlarından biridir. Michael Löwy şöyle yazar: “Weber’e göre bu kavram, karşılıklı çekiciliğe, karşılıklı etkiye ve karşılıklı güçlenmeye yol açan iki toplumsal ya da kültürel konfigürasyon arasındaki (belirli bir yapısal analojiye dayanan) etkin ilişki türünü ifade eder.” Bu nedenle her ikisi de içsel dünyevi çilecilik biçimleri olan Protestan etiği ile kapitalist tin arasında seçici bir yakınlık vardır. Benzer biçimde, iki araçsal akılcı toplumsal örgütlenme türü olan kapitalizm ve bürokrasi birbirine bir seçici yakınlık ile bağlıdır: 

“Bir yandan, modern gelişim aşamasında kapitalizm bürokrasiyi gerektirir, ama her ikisi de farklı tarihsel kaynaklardan doğmuşlardır. Öte yandan bürokratik yönetim için kapitalizm en akılcı ekonomik temeldir ve en akılcı biçimde gelişmesini sağlar, çünkü mali bir bakış açısından bakıldığında, gerekli parasal kaynakları sunar.”

Seçici yakınlık iki toplumsal biçim arasındaki işlevsel uygunluk ilişkisidir; böylesi bir ilişkinin varlığından söz etmek demek, bir biçimin öteki üzerinde nedensel üstünlüğüne ilişkin Hiçbir iddiada bulunmamak demektir. Böylece Weber toplumsal açıklamayı içsel olarak çoğulcu görür: toplumsal gücün bir biçimi, belirli bir durumda ve belirli değer çıkarlarına göre, incelemenin odak noktasını sunarken genel olarak hiçbiri ötekiler üzerinde açıklayıcı üstünlük iddiasında bulunamaz. Bu açıklayıcı çoğulculuk Weber’in toplumsal tabakalaşma incelemesine yansır; buna göre, temel olarak, özellikle piyasadaki ortak ekonomik durum açısından ifade edilen sınıfı statüden, yani “olumlu ve olumsuz ayrıcalıklar bakımından etkili bir toplumsal saygınlık iddiası”ndan ayırır. Bu nedenle: “Sınıflar, malların üretimi ve edinilmesi ile olan ilişkilerine göre tabakalaşırken statü grupları özel yaşam tarzlarının yansıttığı gibi malları tüketme ilkelerine göre tabakalaşırlar.” (Callinicos, 2004: 247-248)

Weber kültür bilimlerini nedensel/anlayıcı bilimler olarak nitelendirmiştir. Weber’in “anlama”dan kastettiği psikolojide anlama yöntemi olarak başvurulan “içebakış” ve “sezgi” den tamamıyla farklıdır. O anlamayı “yaşanmış olaylardan çıkarılmış bir toplumsal kavrayış” olarak düşünür. Bu anlamda Weber’in psikolojizme karşı olduğu söylenebilir. Alman sosyolojisinin ilk zamanlarında, diğer ülkelerin henüz kurulmakta olan sosyolojilerinden daha fazla psikolojiden ve daha az olarak da tarihçilikten etkilenmesi üzerine Julien Freund’un betimlemesi konumuz açısından önemlidir: 

“Alman sosyolojisi ister Lazarus ve Steinthal’ın şekillendirdiği gibi, isterse W. Wundt’un önerdiği gibi olsun, ilk olarak Vőlkerpsychologie terimi altında gelişmişti. Bu yazarlar toplumu özde bir halk kategorisi içinde düşünmüşlerdi; bu halk 19. yüzyılın başlarında Hegel ve Savigny’in kuramcıları olduğu Alman Volksgeist felsefesinin geleneği çizgisinde, hem kollektif hem de ruhsal bir gerçeklik oluşturacaktı. Toplum kollektif bir psikoloji ile eşdeğerli duruma gelmişti denebilir; öyle ki, örneğin Wundt’a göre daha sonra psikolojinin kendi başına ele aldığı adet, dil, mithos ya da diller gibi toplumsal olguların incelenmesinden, genel psikolojinin koymuş olduğu kurallarla temellenerek oluşması gerekirdi. Psikolojizm o zamanlarda Almanya’da o denli büyük bir etki sahibiydi ki, örneğin ilk çalışmalarında daha organik bir toplumu savunan sosyolog A. Schaffle son yapıtlarında psikolojik yorumlamayı destekler olmuştu. Benzer biçimde Dilthey da, toplumsal olgunun yorumlanmasında tarihin önemi üzerine ilk diretenlerden biri olmasına karşın tarihin ve buna bağlı olarak Geisteswissenschaften (insan bilimleri)’in temelinde psikolojinin bulunduğuna, tarihin “oluş” halinde psikoloji olduğuna inanmıştı. Psikolojizm sosyoloji kavramını insanların o an sahip oldukları biçimde doğrudan etkilemişse de, tarihsiciliğin (historicism) etkisi ekonomi uzmanları dışında dolaylı olmuştu ve bu da Roscher ve Knies’in ilk tarihsel okulu ya da ikinci, yani Gustav Schmoller’in okuluydu; bunlar ekonomik gerçeklerin evrimini daha iyi anlayabilmek için dikkatlerini toplumsal olgu üzerinde yoğunlaştırmışlardı. Tarihsel okulun görüşlerinin sosyolojiye daha derinlemesine nüfuz etmesi her şeyden fazla, üniversitede dersini verdiği ekonomiden sosyolojiye kayan Max Weber sayesindedir; ancak bu nüfuz önce Windelband’ın, sonra da Rickert’in bilgi üzerinde tarihin rolü ve anlamını merkez alan epistemoloji çalışmaları yoluyla düzeltme görmüştü. (Bottomore & Nispet, 1997: 159)

 Weber, kendi “anlamacı sosyoloji”si ile psikoloji arasındaki farklılığı şöyle belirtmektedir:

“Biz, herhangi bir özelleştirilmiş bilgi aracının yardımıyla “kişilik”in “psikolojik” bir çözümlemesini önermiyoruz. Tersine “nesnel” olarak var olan durumların kendi nomolojik bilmemiz yardımıyla çözümlenmesini öneriyoruz. (Weber’den aktaran Özlem, 1990: 101)

Yukarıda açıklamaya çalıştığımız şekilde sosyolojiyi, olguların (insan eylemlerinin) anlamlarını açıklamak ve onları nedensel olarak açıklamak isteyen bir bilim şeklinde betimleyen Weber için ideal tiplerin sağlamlığı sosyolojinin bilimsel bir temel kazanmasında önemli bir yer teşkil etmektedir. Ayrıca bilim olabilmenin koşullarından biri olan rasyonel kavram kurma edimlerini yerine getirmede ideal tiplere büyük işler düşmektedir. Weber özellikle karşılaştırmalı dinler tarihi çalışmalarında da ideal tiplerden yararlanmıştır.

Weber, geliştirdiği metodoloji ile tarihe ve topluma yönelmede monist ve eskatolojik yaklaşımları reddetmiş, bu anlamda Marksizmin tarihsiciliğini eleştirmiştir. Aşağıdaki alıntı bu durumu belirtiyor:

“ Hiçbir bilim insanlara nasıl yaşamaları gerektiğini söylemez ya da toplumlara nasıl örgütlenmeleri gerektiğini öğretmez. Hiçbir bilim insanlığa geleceğinin ne olacağını bildirmez. Birinci yadsıması Weber’i Durkheim’ın karşısına, ikincisi Marx’ın karşısına çıkartır” (Aron, 2000: 404)

Kültür bilimlerinin olduğu gibi doğa bilimlerinin bütün disiplinleri için bilgi sonuna hiçbir zaman erişilemeyecek bir kazanımdır. Bilim, bilimin evrimidir. Çözümlemede her zaman daha ileri gidilebilir, araştırmaya iki sonsuz yönde devam edilebilir. (Aron, 2000: 399)

Rickert: “Her tarihsel dönemin kendine özgü bir hakikati vardır. Tinsel bilimler, işte bu hakikatin peşinde olmalıdır” der. (Özlem,1993: 33) Weber, bu hakikate hiçbir zaman ulaşılamayacağını, bilimin aslında bilimin evrimi olduğunu ve asıl bu yüzden hakikate ulaşma çabasının değerli olduğunu belirtip, indirgemeci ve dogmatik bütün görüşlere karşı çıkmıştır. Weber’in sosyolojisi bu yüzden zihin açıcı olmuştur.

Kaynakça

  • Aron, Raymond, 2000, Sosyolojik Düşüncenin Evreleri, İstanbul:Bilgi Yayınevi.
  • Callinicos, Alex, 2004, Toplum Kuramı, İstanbul: İletişim Yayınları.
  • Bottomore, Tom & Nispet, Robert, 1997, Sosyolojik Çözümlemenin Tarihi, Ankara:Ayraç Yayınevi.
  • Özlem, Doğan, 1990, Max Weber’de Bilim ve Sosyoloji, İstanbul: Ara Yayıncılık.
  • Weber, Max, 1998, Sosyoloji Yazıları, İstanbul: Deniz Yayınları.
  • Swingewood, Alan, 1998, Sosyolojik Düşüncenin Kısa Tarihi, Bilim ve Sanat Yayınları.

edebiyathaber.net (24 Haziran 2023)

Yorum yapın