Toplumsal paranoyanın ortasında genç bir kadın | Metin Yetkin

Ağustos 6, 2020

Toplumsal paranoyanın ortasında genç bir kadın | Metin Yetkin

Anna Burns’ün 2018 yılında Man Booker ödülünü, 2019 yılında ise Orwell Politik Kurgu ve Ulusal Kitap Eleştirmenleri Birliği ödüllerini kazanarak edebiyat çevrelerinde büyük ses getiren romanı “Sütçü”, İthaki Yayınları tarafından Duygu Akın’ın çevirisiyle ilk defa Türkçe basıldı. Roman, soğuk savaş sonrasında Britanya’da oluşan toplumsal paranoyayı 18 yaşındaki genç bir kadının gözünden anlatmakta.

1962 yılında İrlanda’nın Belfast şehrinde Katolik ve işçi sınıfına mensup bir ailede dünyaya gelen Anna Burns, “Sütçü”yü yazarken şiddetli bel ağrıları çekmiş ve kitabı bitirmek için çok uğraşmış, ödül kazanınca bu parayla tedavi olmuştur. Bunca emek verdiği romanı, röportajlarında belirttiği gibi kendi hayatından da izler taşır zira yazar 1991 yılına kadar süren soğuk savaşın tüm dünyada yarattığı korku iklimini, İngiltere-İrlanda arasındaki çatışmayı ve Britanya’ya sirayet eden toplumsal paranoyayı tecrübe etmiştir. Nitekim “Sütçü” 1970’lerin İrlanda’sında geçmekte ve başkahraman, üç kız kardeşten 18 yaşındaki ortanca olanıdır. Daha ilk cümlede karanlık ve şiddetle başlar roman: “Bilmemkim McBilmemkim’in göğsüme silah dayayıp bana kedi dediği ve beni ölümle tehdit ettiği gün, sütçünün de öldüğü gündü. Sütçüyü vuranlar devletin suikast timindendi ve bu adamın vurulması benim umurumda değildi.” Bu cümle Ortanca Kızkardeş’e aittir, zaten romanın tamamı birinci tekil anlatıcı üzerinden kahraman bakış açısıyla ilerler. Sütçü denilen kişi aslında kenttekilerin tanımadığı, paramiliter olduğu düşünülen, hatta korkulan bir kişidir. Ortanca Kızkardeş yolda yürüyüp kitap okurken bir anda yanında arabayla durur ve genç kadına onu evine bırakmayı teklif eder. Aslında insanların birbirini evine bırakması olağan bir durumdur fakat genç kadın yürürken kitap okumayı çok sevdiği için bu teklifi geri çevirir. Ancak bu kısacık diyalog dahi 41 yaşındaki evli Sütçü ile ilişkisi olduğu yönünde dedikoduların çıkmasına sebep olmuştur. Daha sonra pek çok defa karşısına çıkar Sütçü. Onun hakkında her şeyi bilmektedir ve ilerleyen sayfalarda genç kadının “belki-arkadaş” dediği, kısmen ilişki yaşadığı 20 yaşındaki genç adamı öldüreceğine dair imalarda bulunur. Sütçü, fiziksel bir temasta bulunmaz, hatta genç kadının yüzüne dahi bakmamıştır ancak ona psikolojik şiddet uygulamakta kadının zihnini kuşatmaktadır. Öyle ki artık her yerde Sütçü’yü görür olmuştur. Öte yandan Sütçü aslında bir sütçü değildir, bu işi yapmaz, sadece arabalarının ve bir minibüsünün olduğu bilinmektedir. Bu durumda dahi suçlamaların odağında Ortanca Kızkardeş vardır, hatta ona yöneltilen ilk suçlama yürürken kitap okumasıdır. Bu “ahlaklı” bir davranış değildir. Dedikodular ilerledikçe genç kadın, annesinin gözünde “kola takılacak kadın” olmuş, “iyi yetiştirilmiş kadın” itibarını yok etmiştir. “Bu da bana onların gözünde artık sütçüye ait olduğumu gösterdi.” (s.137)

Erkek egemenliğinin kadın haklarını hiçe saydığı bu toplum aynı zamanda paranoyak bir toplumdur çünkü aynı bayrağa sahip iki kutuptan oluşmaktadır. “Diğer taraf, yolun ötesi, denizin ötesi” olarak adlandırılır düşman taraf. Devlet, retçiler ve savunucular arasında karanlık, ürkütücü, şiddetli bir kaos ortamı hâkimdir. Herkes birbirini ihbar edebilir ve en ufak bir hareket dahi hainlik veya muhbirlik suçlamasının sebebi olabilir. Zaten her tarafta saklanan birtakım kişiler gündelik hayattaki “şüpheli” her hareketin fotoğrafını çekmekte, bu çekimin “klik” sesi insanları tedirgin etmektedir. İsminiz, kıyafetiniz, yedikleriniz hatta ölümünüz dahi politiktir burada. “Ne de olsa burada öylesine, sıradan bir şekilde ölemezdiniz, artık böyle bir şey yoktu, doğal nedenlerle, pencereden düşmek gibi kaza sonucu ölemezdiniz, özellikle de bu kesimde gerçekleşen diğer onca vahşi ölümden sonra. Ölüm bir şekilde politik olmalıydı.” (s.154) Öte yandan “feminist, kadın” gibi kelimeler “sınırı aşmak” anlamına gelmekte olup toplumda öfke uyandırmaktadır. Hatta “mesele kadınları” olarak adlandırılan ve kadın haklarından bahseden 7 kadın dahi “normal” kadınlar onları korumasa retçiler tarafından öldürülecektir. Ortada bir suç olduğunda bunu devletin mi, retçilerin mi yoksa devlet savunucularının mı yaptığı bilinmez. “Taraflardan en az birince gerçeğin saptırılması olarak algılanmayacak bir bilgiyi ortaya koymanın imkânsızlığı yüzünden” insanlar, medya, devlet, toplumsal kurumlar anlatıcının tabiriyle “kapalıdır.” Yani, 1984’ü anımsatan bir iklimde geçen romanda Sisifos’u anımsatan bir karakterdir Ortanca Kızkardeş. Zira düşünmekte, sorgulamakta, yerilse de yürürken kitap okumaya devam etmekte “belki-erkek arkadaş” ile görüşmeyi sürdürmekte, kısaca dik durmaktadır. Çarpık düzene karşı bireysel direnişten asla vazgeçmez.  Romanın ilerleyen sayfalarında kurgunun daha karmaşık bir hal aldığını ve merak unsurunun kamçılandığını da eklemeli. Bu özellikleriyle “Sütçü” günümüzü de anlatan bir roman olarak karşımıza çıkmakta, kadın hakları, ekolojik haklar, nükleer silahlanma, hayvan hakları gibi pek çok güncel konuya da eril dilden arınmış bir üslupla temas etmektedir.

edebiyathaber.net (6 Ağustos 2020)

Yorum yapın