Telef: Cumartesi Annelerine bir ağıt | Şule Tüzül

Ağustos 16, 2017

Telef: Cumartesi Annelerine bir ağıt | Şule Tüzül

Cumartesi Anneleri. Sadece bu iki kelimeyi söylemek bile yetiyor; sonrasında söylenmek istenen istenmeyen, söylenemeyen, söylenmesi gerektiği düşünülen bütün sözcükleri susturmaya, anlamsız bırakmaya. 27 Mayıs 1995’ten beri her Cumartesi, Galatasaray meydanında buluşuyorlar. Kayıplarını arıyorlar. Ölü ya da diri… İnatla seslerini sürdürmeye çalışıyorlar.

Cumartesi Anneleri söz konusu ise söz söylemek çok zor. Ama söylenmeli, unutmamak ve unutturmamak adına. Onların 22 yıldır sürdürdükleri çabaya her şekilde destek olmak çok önemli. Attila Şenkon da benzer nedenlerle Telef’i yazmış. Telef, bir ağıt. 22 yıldır her Cumartesi toplanan kayıp yakınlarına dair söz söylemek zor olduğu gibi, o sözün nasıl söyleneceği de ayrı bir zorluk. Attila Şenkon, her satırında kendini hissettiren bir alçak gönüllülük ve hiçbir yüreği incitmemeye çalışan bir tedirginlikle, lafı uzatmadan ama söylenebilecek her şeyi de 100 sayfalık bir kitaba sığdırabilen bir büyük hikâye yazmış. Üstelik ne öfke var hikayelerin anlatımında ne nefret. Hem dili hem de biçimi şiirsel bir kitap.

Kitap aslında altı kayıp yakınının anlatımından oluşan altı hikâyeden oluşuyor. Şenkon, her bölümde bunları masal olarak isimlendirmiş; Retime’nin masalı, Sağkız’ın masalı… Masalları anlatan kayıp yakınlarına verilen adlar masalın içinde geçenlerle ilişkili olarak oluşturulmuş. Örneğin, gazeteci bir genci evinde saklayan Fersude’nin adı ‘hatalı basıldığı için piyasaya sürülmeyen gazete’ anlamına geliyor.

Bu masalların her biri kendi başına kocaman bir hikâye. Kayıp yakınlarının her Cumartesi buluşmalarında birbirlerine hikayelerini anlatmaları gibi anlatılıyor her bir hikâye de. Hikayeleri bize anlatan, küçük bir kız çocuğu iken ağabeyi yok olan ve o günden sonra yıllarca her Cumartesi, annesi ile Galatasaray meydanına giden Çirok… Telef, Çirok’un kaybolan ağabeyi… Neden Çirok, neden Telef? Onların masalının içinde gizli…

Kimileri çocukluğunu hiç yitirmez. Ne mutlu onlara ne mutlu böyle şanslı olanlara. Çirok ve onun gibi birçok çocuğun çocukluğu evden birinin kayboluşuyla sona eriyor. En ağır bedeli onlar ödüyor: masalları kirleniyor. Bir anda bir çığlık gibi “BÜYÜDÜM” diyorlar…

“Ağabeyimden ‘var’ diye söz etsem yalan olacak, ‘yok’ desem belki de var. Kayıp yakınlarına di’li geçmiş zaman yasak, geniş zaman dar.”

Kadınlığın bir bedel öder gibi yaşandığı coğrafyalardan birindeyiz. Cumartesi Anneleri’nin ödediği bedeli hangi sözcük nasıl anlatabilir? Telef’in yolculuğu Attila Şenkon’un bir Cumartesi, Galatasaray’da Cumartesi Anneleri’nin bir buluşmasına denk gelmesi ile başlıyor. O günden sonra Attila Şenkon, Cumartesi Anneleri’ne borcum var diyerek ilerler sayfalarda. Canı yana yana. Kimi zaman yazmaktan vazgeçerek. Ama sonunda tamamlanır Telef.

Cumartesi Anneleri’ne hepimizin borcu var. Attila Şenkon borcunu Telef’i ortaya çıkararak biraz olsun hafifletirken, hikayelerin daha çok insana ulaşmasını sağlayarak çok önemli ve değerli bir şey yapmış. Çirok da bu hikayelerin herkese ulaşmasını, herkesin bu hikayeleri bilmesini istiyor. Telef’i bitirdiğimden beri ben de aynı duygular içindeyim.

Bu kitabı okuyun lütfen…

Çirok’un dediği gibi;

“Çünkü;

Hatırladığımız kadar güçlü

Unuttuğumuz kadar suçluyuz.”

Şule Tüzül – edebiyathaber.net (16 Ağustos 2017)

Yorum yapın