“Okuyorum öyleyse varım.” | Elif Kaymazlı

Haziran 10, 2022

“Okuyorum öyleyse varım.” | Elif Kaymazlı

İnsan düş kurarken bir Tanrı

düşünürken bir dilencidir.

Hölderlin

Maya Kitap Yayınları tarafından çıkan ve Esra Doğu’nun çevirisiyle dilimize kazandırılan “Okuma Sanatı”, okuma eylemi ve felsefesi üzerine yazılan değerli yapıtlardan birisi.

Bu eser sekiz ara başlıktan oluşuyor.

-Özgürleştiren Sayfalar

-Merak

-Sabır

-Cesaret

-Gurur

-Ölçülülük

-Adalet

-Sandık Odası

Young, bu eserinde kendi okuma deneyimlerinden yola çıkarak Aristoteles, Nietzsche, Dostoyevski, Sartre, Proust, Schopenhauer,  Heidegger, Orwell, Conan Doyle, J. Dewey, W.Woolf, J.Joyce, Borges, Pascal, Hume, Rousseau gibi önemli yazarların okuma tecrübelerinden örnekler vererek, okumanın insani varoluşun üzerindeki etkiyi gün yüzüne çıkartmaya çalışıyor.

Filozof Damon Young 1975 yılında Avustralya’da doğmuş. Kurmaca dışı ve çocuk edebiyatı üzerine yazdığı on üç kitabı uluslararası yayınlanmış ve on iki dile çevrilmiş. Damon edebi denemeler, kısa öyküler ve şiir de yazmış. Melbourne Üniversitesi Tarihsel ve Felsefi Çalışmalar Okulu’nda Doçent olarak görev yapmakta. 

Zihni eğitmek için okumak, kör ve sağırlığına son vermektir. Okuma eylemi ruhani bir dinginlikle yapılmalı ve zihin bütün düşüncelerden arınıp özgür olmalı işte o zaman gerçek anlamda okuyucu ulaşılmak istenen hedefe doğru yol alabilir. Bir eser okuyucunun zihninde bir kazı çalışması yapamıyor ve orada olan gerçeği gün yüzüne çıkartamıyorsa bir anlama da ulaşmak mümkün olamıyordur. 

Alman şair Goethe ” Okumayı öğrenmek sanatların en zorudur” demiş ve okumayı öğrenmek sanatların en gücü olduğunu ve yaşamının seksen yılını verdiğini ama yine de tam olarak öğrenemediğini belirtmiş. Mesela Borges kör olana kadar okumayı bırakmamış. Hatta şöyle demiş: “ Ben şimdi gözlerimin artık göremediği sayfaların okuruyum.” Kafka’nın tek isteği ise aralıksız okumak ve yazmak olmuş. Schopenhaur ve Nietzsche gibi filozoflar inandıkları ya da okurların inanmasını istedikleri şeylerden çok, değer verdikleri şeyleri ifşa ederler ve ikisi de kendini yazılı eserlere adamış, şevkle okumuş. Ayrıyeten acı çeken bedeninin çığlıkları sayılamayacak kadar çok olan Nietzsche, acılarına meydan okurcasına ayrıca gözlerinin dörtte üç oranında körlük olmasına ve günde yarım saat ışığa izin vermesine rağmen okumaktan asla vazgeçmemiş. “Beni öldürmeyen şey güçlendirir” demiş. Acısına Zerdüşt gibi kahramanca ‘evet ’demiş. “Büyük bir acı zihnin nihai kurtarıcısı olabilir, bizi en son derinliğimize inmeye sadece o zorlar” ve insan öldürücü boyutlara ulaşan bu acı için, “Hayatta dair çok şeyi biliyorum, çünkü sık sık onu kaybetmeye çok yaklaştım” diyebilme cesaretini gösterebilmeli.

Okumak, düşünce ve hislerle, içten gelen bir alışkanlıkla, bağlılıkla ve ayrılık arasındaki hassas bir dengeyi gerektirir eğer ki o dengeyi sağlayabiliyorsanız bütün kitaplar sizin. Her daim okurum, çünkü okuyarak, dünyayı bütün olumsuzluklardan arındırırım ve geriye güzellikler içinde varolan bir yer kalır ve o görsele bakmaktan büyük bir keyif alırım.

Borges, akıl almaz derecede bir kitapseverdir. “Körlük” eserinde, “Cenneti her zaman bir çeşit kütüphane gibi hayal etmişimdir” diye yazar. Hatta Borges genelde ikinci el kitap dükkânlarını çok sık ziyaret edermiş. Neredeyse tamamen kör olmasına rağmen, parmaklarını kitapların üzerinde gezdirirmiş sanki isimlerini görüyormuş gibi. Borges okuduysanız yazdıklarının bu tapınmayı ispatlar derecesinde gerçektir.

Woolf, “Vaktimizi ve iyi niyetimizi boşa harcayan kitaplar suçlu değil midir?” diye sormuş. Okurların önlerinde uzanan harfler dünyasına karşı eleştirel bir görevle sorumlu olduklarını belirtmiştir. Bazı kitap yazarlarının yazdıkları hakkında, “Havayı hastalık ve çürümeyle dolduranlar; toplumun en sinsi düşmanlarıdırlar, yozlaştırıcıları, lekeleyicileridirler” demiş. Woolf, birçok deneme ve konuşmasında kendini, üniversite eğitimi bir yana okula gitme imtiyazından bile yoksun kalmış ‘alelade bir okur’ olarak tanımlamış. Ona göre bir okur kitabı fazla mesafeli ya da tedbirli olmadan kendini esere vererek okumalı. Okur ve yazarın dilde bir evren oluşturabilmeleri için el ele vermeleri gerektiğinin altını çizmiş. 

ABD’de yapılan bir ankete göre her on kişiden ikisi yazar olmak istemekte. Yazar olmak istemelerine rağmen büyük bir kısmı okur değil. Çevirmen ve yazar Tim Parks bu konu hakkında şöyle demiş: “Yazarlık bir sanat yerine havalı bir profesyonel bir kimliğe dönüşmüştür.” Roman yazarı Flannery O’Connor ise, “Onlar yazmakla değil, yazar olmakla ilgilidir. Onları alakadar eden, isimlerinin basılmış bir şeyin üzerinde görmektir ve ne olduğu da önemli değildir” demiş. 

Ne yazık ki insan doğuştan ne kadar kabiliyetli olursa olsun yazı yazma sanatı bir çırpıda öğrenilmiyor” demiş Rousseau. 

Albrecht Dürer, “Sanat doğanın içindedir, sanatçı bunu oradan çıkarabilendir” demiş.

Yazınsal metinlerde yazar değil, dilin kendisi konuşur ve yazarın demek istediğinden çok, okurun ne anladığı önemlidir. Dionysius, dili, aynı mermeri tıraş eden ve yalnızca “ kendi saklı güzelliğinin içinde gizli kalmış heykeli” ortaya çıkaran bir heykeltıraş gibi kullanmamızı tavsiye etmiş.  Okuru olmadan metin, yalnızca bir duygu akımı, açık ve koyu cisimler bütünüdür. Yazar olmadan okuyucu, okuyucu olmadan yazar var olamaz. İki eylem birbirine bağlıdır. Yazınsal metinler de ve diğer sanat eserlerinde resim, müzik, heykel gibi v.b. Ancak alıcısıyla yani onu okuyanla buluştuğunda bir anlam kazanır. Yazar ne kadar önemli ise okur da o kadar önemli bir konumdadır. Bir kitap seçerken aslında okuyucu kendini seçmektedir. Okunan kitaplar şekillendirir zihni, beni, varlığının anlamını… Okuru olmadan metin, yalnızca bir duygu akımı, açık ve koyu cisimler bütünüdür” der Damon.

Bilinç, okuduğun ve okuduğunu nasıl yorumlaman gerektiğini bilirsen ona göre şekillenir.Şiddet, okuma yazma bilmez” der Sartre. Bütün bu insanlık dışı eylemlerin (insanın, insanla savaşı) hepsi okuma yazma bilmemenin neden olduğu çirkinlikler değil mi?  Tanrı’nın yarattığı bu güzellikleri yok etmeye çalışan insanla, varoluşun güzelliklerini içinde hissetmeye çalışan insan arasındaki fark işte bu. Damon’un dediği gibi, “ Kötüler her şeyi bir yere varma yöntemi olarak görürler.”  Ali İmran 134. Ayet der ki: “Allah, güzel düşünüp güzel davrananları sever.” Tanrı mükemmeliyettir: Mükemmeliyetin ta kendisidir. “Ama tam da bu mutlak bütünlük nedeniyle tanrı bizim ötemizdedir” der Dionysius.

Young, deneyimin, birikerek çoğalan bir geçirgenliği olduğunu ve bizi aşıp geçmediğini, bizim üzerimize inşa olduğunu belirtmiş. Ve bazen adım adım bazen sıçrayışlar şeklinde olsa da deneyimin yaşla arttığını söylemiş. Boşa geçirilen yaş alma eylemi, yaşam için bir yenilgiden başka bir şey değil. Bu yenilginin farkında da değil insanoğlu. Deneyim, birikerek çoğalan bir geçirgenliktir oysa.

İnsanın önündeki en büyük engel zihnini özgür bırakmamasından kaynaklanır. Önceden kazılan her deneyim olumlu ya da olumsuz onu yorumlayış tarzımıza göre şekillenir. Şekillenen o tarzı sorgusuz kabullenmemizden kaynaklıdır bu. Her bilgiyi sorgulayıp derinine doğru kazarak bulabiliriz ancak gerçeği. Pythagoras’ın dediği gibi, “beden ruhun hapishanesi” olmaktan çıkar işte o zaman. 

Kitaplar bir yandan da geride kalmış, unutulmuş geçmişin en önemli bilgi tanıklarıdır.

İ.Ö. 3200 yıllarında, Sümerler ilk yazıyı bulduktan sonra, hatıralarındaki bütün hikâyeleri, masalları yazıya geçirmeye başlamışlar. Bugün dünyanın çeşitli müzelerinde korunmakta olan Sümerce belgelerin toplamı 100.000’leri bulmakta. Eski Yunanlıların İlyada ve Odysseia’yı yazmalarından binlerce yıl önce destanlar, ilahiler ve kasideleri manzum olarak yazmışlar. A. Parrot, “Yazının mucidi olan Sümerler, edebiyatın da yaratıcısı olmuşlardır” demiş. Çünkü her şey yazıyla birlikte varlığına kavuşmuştur.

Velhasıl, insan önemlidir, devamlılığı olan eserdir ve eserin ötesinde dildir, dilin ötesinde bilinmeyen bir tür gizemdir. Bu varoluşsal gizemi çözüp öteye taşımak zorundadır. Bu zorunluluğun farkını fark ederek bedenen, ruhen ve zihnen aşmalı ve varlığın özüne ulaşmalı. Yazılı sembollerin ötesindeki evreni keşfetmeli. Berkeley’in dediği gibi,  “Var olmak algılamaktır.” Kendinin ne olduğunun farkına varmalı, varamıyorsa okumalı. Tarihte ilk eylem “oku” emriyle başlamış. Damon’un dediği gibi, “Okuma her zaman iki özgürlüğün birleşimidir: Yazarın özgürlüğü ve okurun özgürlüğü.”

Delphoi Tapınağı’nın girişinde yazan iki anlamlı kelimeyle bitiriyorum yazımı.

“Kendini bil!”

Sokrates

Kaynak: Okuma Sanatı, Damon Young, Maya Kitap.

edebiyathaber.net (10 Haziran 2022)

Yorum yapın