Suç ortağımız sessizlik ve utanç  | Havanur Taflan

Mayıs 10, 2024

Suç ortağımız sessizlik ve utanç  | Havanur Taflan

Güzel kamu binalarından birinin bodrumunda, belki de ferah evlerden birinin mahzeninde kapısı kilitli, penceresi olmayan bir oda içinde küçük yaşlarda olduğu anlaşılan bir çocuktan bahsediyor Ursula Le Guin, Omelas’ı Bırakıp Gidenler adlı öyküsünde. Kapının hep kilitli olduğunu, zaman zaman gıcırdayarak açıldığını, birinin gelip çocuğu tekmeleyerek kaldırıp yiyecek kabı ve su çanağını çabucak doldurduğunu sonra da kapıyı kilitleyip gittiğini… Manzara o kadar korkunç ki… Çocuk sürekli dışkısı üzerinde oturduğundan kalçaları pişik ve yanık izleriyle dolu. Omelas’ın tüm insanları onun orada olduğunu biliyor, bazıları görmeye geliyor, diğerleri de orada olduğunu bilmekle yetiniyor. Ama hepsinin bildiği bir şey var; çocuk orada olmalı. Mutlulukları, kentlerinin güzelliği, dostluklarının sıcaklığı, çocuklarının sağlığı, hatta hasatlarının bolluğu ve göklerinin berraklığı tümüyle bu çocuğun dayanılmaz sefaletine bağlı çünkü. Bu çocuğu temizler, besler, rahat ettirirlerse onların yaşadığı refah bitecek. Buradaki her bir yaşantının iyiliğini ve güzelliğini tek, küçük bir düzelme uğruna feda etmek; tek bir insanın mutluluğu uğruna binlerin mutluluğunu fırlatıp atmak yazara göre suçluluk duygusunu içeri almak demek. Tüm bu yaşanılanlara katlanmayanlar ise Omelas’ı terk ediyorlar. “Nereye gittiklerini biliyor gibiler Omelas’ı bırakıp gidenler.” diyor yazar öykünün sonunda. Ya o İçlerine aldıkları suçluluk duygusuyla ne yapacaklar?

Claire Keegan ise İrlanda’nın küçük bir kasabasına götürüyor bizi. 1985 yılının Noel’ine… Hikâyenin kahramanı ise kömür ve kereste tüccarı Bill Furlong. Evlilik dışı doğmuş, çocukluğunda zor dönemler geçirmiş, şimdilerde evli ve beş çocuk babası bir adam. Kasabadaki manastıra yakıt dağıttığı bir gece acımasız bir gerçekle karşılaşıyor kahramanımız. Kömürlükte kilitli kalan, aç bebeği için endişelenen çıplak ayakları kararmış genç bir kızla… Ama gördüğü bu manzara karşısında dehşete düşse de hiçbir şey yapmıyor. Karısı ise onu rahat bırakması konusunda uyarıyor. Manastırda gördüklerinin onlarla hiçbir ilgisi yok ve zaten yapabilecekleri hiçbir şey de yok. Çünkü kasaba halkının hepsi bunun farkında. Kimileri burada bulunan kız çocuklarına günahlarının kefareti olarak kirli çamaşırları yıkattıklarını, kimileri ise bu yerin genç kızların evlilik dışı doğumlarından sonra sığındıkları ve gayri meşru çocuklarını evlat edinecek zengin Amerikalılara verdikten sonra onları buraya bizzat ailelerinin koyduklarını rahibelerin bu bebek satışlarından iyi para kazandıklarını söylüyor. Görmek duymak istemediğimiz arkamızı dönüp gidebileceğimiz bir şey değil bu oysa. ”Kızın kırkasının altındaki memelerinden akan süt, bluzunda lekeler bırakan süt ve Furlong’un tam bir ikiyüzlü gibi, hiçbir şey yokmuş gibi davranıp ayine gidişiydi en kötüsü” diyor yazar.

İnsan olabilmenin o ince çizgisinde artık Furlong. Bir başkasına yardım etmedikten sonra yaşamanın bir manası var mı diye düşünüyor. “Bütün bir ömrü bir kez olsun o yerde olup bitenlere karşı çıkma cesaretini göstermeden yaşayıp sonra da Hıristiyan olduğunu iddia etmesi, aynada yüzüne bakabilmesi mümkün müydü insanın?” Noel ışıklarının bütün kasabayı sardığı o gece… Manastır dışında gördüğü kızı dışarıya çıkarıp eve doğru yürüyor. Varlığının en iyi parçasının dışarıya vuran ışıltısıyla… Bu yaptığının bir bedeli olduğunun farkında… Ama hayatı boyunca sıradan, alelade hayatı boyunca bir kez bile, kızlarını ilk kez kucağına aldığında, sağlıklı ve inatçı o ilk feryatlarını duyduğunda bile mutluluğun böylesini tatmamıştı.

Yanında çıplak ayaklı kız, elinde karısının ısmarladığı ayakkabı kutusu kendi bahçe kapısına çıkan sokağı tırmanırken duyduğu korkuya rağmen…  Yine de yüreği başarabileceklerini ümit etmekle kalmıyor, buna iyiden iyiye inanıyor. Kendisini bekleyen dertler, her ne olursa olsun, yanında yürüyen kızın öteden beri katlanıp üstesinden gelmeyi bildiklerinin yanında o kadar boş ki.

2010 yılında İrlanda’da bir kasabada araştırma yapan yerel tarihçi Catherine Corless, dünyayı şok eden ve İrlanda’da bir Soruşturma Komisyonu kurulmasına yol açan korkunç bir gerçeği gün ışığına çıkarıyor.  Yaklaşık 800 çocuğun ölüm belgesinin izini sürüyor Ve bunlardan on sekizinin açlıktan öldüğünü keşfediyor. En kötüsü ise her şeyden herkesin haberinin olması…”İlçe meclisi o zamanlar orada kalıntılar olduğunu biliyordu, yerel muhafızlar, dindarlar biliyordu. Her şey güzelce örtbas edildi ve unutuldu.”  Yıl 2013…  “Yıllarca sizi yüzüstü bıraktık. Bu ulusal bir utançtır” diye bir açıklama yapıyor İrlanda başbakanı. ”Magdalene kadınlarına çamaşırhanelerde bir yanlışlığı ya da bir günahı yıkadıklarını söylemiş olabilirler, ancak şimdi biliyoruz ki onlar ulusumuzun gölgesini yıkıyordu. Uzun yıllar, bu kadınları bir kenara attık, çünkü aslında vicdanımızı kenara atmıştık. Bu ulusal bir utançtır.”

Claire Keegan hikâyesini ülkesinin bu gerçekliği üzerine kuruyor. Sanatın çıplak gerçekliği yansıtma gücüyle. Sorulara cevap aramak olmasa da sanatın görevi… Kaçtığımız utancı bir kez de kurgunun diliyle fısıldıyor kulağımıza.

İnsanlık tarihi unutmak istediğimiz kolektif utanç dönemleriyle dolu. Vicdanımızı kenara attığımız ne çok hikâye var tarihin yaprakları arasında… Küçük şeyler olarak görmezden geldiğimiz… Sadece bir özürle değişmeyecek insanlık yarası onlar. Sahile vuran Aylan bebeğin cansız bedenini, öldürülen kadınları, inanç zırhının ardına takılıp tanrı rolünü oynayanların yarattığı vahşetin mağdurlarını… Hepsini unutuş mağarasına gönderdik birer birer. (Göndermeye de devam ediyoruz.)

Sonra… Tıpkı Omelas’ı terk edenlerin yaptıklarını yapıyor. Yalanlarla ve utançla ördüğümüz sessiz dünyanın kollarına bırakıyoruz kendimize.

Magdalene kadınları, Omelas’taki çocuk… Kolektif olarak işlediğimiz suçlarımızın utancıyla ördüğümüz duvarların arasında sıkışmış bir haldeyiz. “Böyle küçük şeyler” deyip sırtımızı çevirdiğimizde kaybettiğimiz insanlığımızla… Nereye kaçarsak kaçalım kurtulamayacağız bundan. Gerçeğin ortaya çıkma gibi bir huyu var çünkü.

Sonra… ‘Özür dileriz uzun zaman önceydi, unut gitsin.’

Bu kadar basit mi oysa her şey?

Kaynak

Böyle Küçük Şeyler, Claire Keegan, Jaguar yayınları, Çev. Umay Öze

https://www.washingtonpost.com/books/2023/12/02/claire-keegan-late-day-irish-fiction/

edebiyathaber.net (10 Mayıs 2024)

Yorum yapın