“Straight Düşünce”: Heteroseksüel kalıplardan sıyrılmak | Mine Egbatan

Temmuz 20, 2013

“Straight Düşünce”: Heteroseksüel kalıplardan sıyrılmak | Mine Egbatan

Monique Wittig’in Straight Düşünce adlı kitabı toplumsal cinsiyeti bir politik kategori olarak öne sürmesi ve heteroseksüel toplumsal sözleşmeyi eleştirmesi bakımından önem kazanıyor. Kitap, toplumsal cinsiyet ilişkilerini ve heteroseksüel toplumsal düzeni ele alan dört bölüm ve yazın dili üzerine çeşitli bölümlerden oluşuyor.

“Cinsiyet Kategorisi” bölümünde Wittig, kadınları bir sınıf olarak ele alır. Kadınlar bir sınıf olarak erkeklere (ezen/egemen olana) karşı mücadele etmeli, bu mücadelenin sonucu olarak “cinsiyetler arasındaki çelişkileri” çözümlemeli ve cinsiyetleri ortadan kaldırmalıdır. Burada önemli olan kadın-erkek arasındaki “doğal” olarak sunulan farklılıkların “hâlihazırda orada” olan “doğal” karşıtlıklar olduğu düşüncesini ters yüz etmektir. Çocuk doğurmak, ev içi işleri üstlenmek gibi “kadının görevi” olarak addedilen işleri yapmanın kadınların ezilmişliğine yol açtığını belirtiyor Wittig. Bu görevleri doğallaştıran egemen düşünce, kadının sorgulamasını ve mücadele etmesini istemiyor. Kadın üzerinde tahakküm kuran bu erkek egemen düşünce, cinsiyet farklılığının “biyolojik”, “hormonal” ya da “genetik” olduğunu, “aile içinde doğal bir işbölümü” olduğunu ve dolayısıyla bunların değiştirilemez olduğunu öne sürüyor. Bu durumu eleştiren Wittig, cinsiyet kategorisinin bir “tahakküm kategorisi” ve “erkeklerin kadınlar üzerindeki toplumsal tahakkümünün ürünü” olduğunu söylüyor. Cinsiyet kategorisi bedenleri ve zihinleri kontrol eden bir tahakküm aracı olarak erkekler tarafından kullanılıyor. Dolayısıyla cinsiyet kategorisinin ortadan kaldırılması ve cinsiyetlerin sorgulanması kadınları özgürleştiren politik mücadele için önem kazanıyor. Cinsiyet kategorilerini ortadan kaldırmayı savunarak bir kimliksizleşme önerisi sunuyor Wittig.

“Kadın Doğulmaz” bölümünde Wittig, “kadın”ı yeniden sorunsallaştırıyor. “Kadın”ın hâlihazırda “doğal” bir kategori olarak var olmadığını savunur. Burada lezbiyenlerin varlığının değiştirici ve dönüştürücü olmasından bahseder. Çünkü lezbiyenler kendileri için atfedilen “kadın” tanımından sıyrılmayı ve kendilerini birer özne olarak var etmeyi amaçlar. Wittig şöyle der: “Bir lezbiyen başka bir şey olmalıdır, kadın-olmayan, erkek-olmayan, ‘doğa’nın bir ürünü değil, toplumun bir ürünü olmalıdır, zira toplumda ‘doğa’ yoktur” (s. 47). Wittig, cinsiyetsiz bir toplum tahayyül eder. Bunun için “sınıf olarak erkekleri yok etmek” gereklidir. Çünkü “bir kere erkek sınıfı yok olduğunda, sınıf olarak kadınlar yok olacaktır zira sahipsiz köle yoktur” (s. 49). Cinsiyetsiz bir topluma erişmek için ezilenin kendini politik mücadele içinde bir özne olarak var etmesi gerekir. Burada Wittig, Marksizmin “özne” ve “birey” temelli mücadeleyi eleştirmesine karşı çıkar. Kadınların kendilerini kadınlar sınıfının birer öznesi olarak var etmesi, işçi sınıfı mücadelesini böldüğü düşüncesiyle Marksistler tarafından eleştirilmiştir. Marksizmin cinsiyet körü olması da buradan ileri gelir. Kadınların ezildikleri bilincine varmaları onların farklı bir duruş geliştirmelerini, toplumsal kavramları bu duruşa göre yeniden tanımlamaları ve şekillendirmelerini sağlar. Bu da özgürleşme yolunda önemli bir adım olarak görülebilir.

“Straight Düşünce” bölümünde Wittig, heteroseksüel toplumun lezbiyenleri, eşcinsel erkekleri, kadınları ve hegemonik erkeklik tanımına uymayan erkek kategorilerini ezdiğini belirtir. Heteroseksüel toplum “öteki” yaratarak varlığını ve iktidarını devam ettirir. Bunu yaparken de bedenleri kontrol eder, normlar inşa eder ve normlara uymayanları “sapkın” olarak nitelendirir. Wittig’in de söylediği gibi lezbiyenlerin ve eşcinsellerin kendilerini “kadın” ve “erkek” olarak nitelendirmesi bu normun devamını sağlayabilir ve yeniden üretilmesine katkıda bulunabilir. Burada önemli olan, queer teorisyenlerinin de tartıştığı gibi, farklı kimliklerin birer özne olarak kurgulanması ve birbirleriyle ilişki içerisinde olmasıdır. Ancak bu şekilde karşıtlıklar üzerine kurulan kadın-erkek kategorileri ortadan kalkabilir ve toplumun heteronormatif yapısı yapı-söküme uğratılabilir. Wittig’in “lezbiyenler kadın değildir” savı bu çerçeve içinde okunursa bir anlam kazanır. Wittig’in de belirttiği gibi “… lezbiyenlerin kadınlarla yaşadığını, ilişkilendiğini, seviştiğini söylemek isabetsiz olur çünkü Kadın’ın yalnızca heteroseksüel ekonomik sistemler ve heteroseksüel düşünce sistemleri içinde anlamı vardır” (s. 64).

“Toplumsal Sözleşme Hakkında” bölümünde toplumsal sözleşme ve heteroseksüellik arasında sıkı bir ilişki bulunduğu belirtiliyor. Heteroseksüel normlarla örülmüş bir toplumda yaşıyoruz ve bu normlar nasıl yaşayacağımızdan kiminle ilişkileneceğimize kadar her şeyi belirliyor. Dolayısıyla heteroseksüel toplumsal sözleşmeyi yıkmak, kendi bedenlerimiz ve hayatlarımız üzerinde söz sahibi olabilmek için önemli bir adım.
Wittig’in heteroseksüel düzeni ortadan kaldırmak için önem atfettiği bir diğer alan da simgesel/söylemsel düzen. Çünkü soyut olarak yaratılan ikilikler, karşıtlıklar ve farklılıklar heteroseksüel toplumun sürekliliğine yol açıyor.

Wittig’in dil ve yazın üzerine düşünceleri onun heteroseksüel toplumsal düzeni yıkmayı amaçlayan görüşleriyle doğrudan bağlantılı. Biçim açısından yeni bir edebi eser eskiye dair kuralları yıkar, yeni bir bakış açısıyla konuları anlatmayı yeğler. Dil bir tahakküm kurma aracı olarak kullanılabilir. Bedenlerle ilgili gerçeklikleri inşa eden, kurgulayan ve “doğal” olarak sunan dildir.

Wittig’in anlaşılması zor bir dili var, ancak bu bir dezavantaj değil. Kitabın keşfedilmeye açık bir yapısı var, dolayısıyla başa dönüp tekrar tekrar okumak hiç düşünmediğimiz ya da fark etmediğimiz anlamları bulmamızı sağlıyor. Bu anlamıyla queer teoriyle bağdaştırılarak okunacak bir kitap. Kitapta eleştirilmesi gereken noktalar da yok değil. Wittig’in porno ile ilgili düşünceleri biraz katı görünüyor. Özellikle feminist porno ya da queer porno ile ilgili tartışmalar düşünüldüğünde pornonun kadınları ve bedenleri tahakküm altına alan bir yapıda olmama olasılığı da bulunuyor. Bunun yanı sıra cinsiyet kategorilerinin ortadan kalktığı bir toplum tahayyülünün yine karşıtlıklar ve farklılıklar üzerine kuruluyor olması da queer teori ile çelişiyor. Heteroseksüelliğe karşı homoseksüelliği konumlandıran bir anlayış, kategorileri yıkmaktan ziyade yeni kategoriler üreterek queer teorinin kimliklerin oynaşması (ya da kimliksizleşme) tahayyülüne ters düşüyor.

Mine Egbatan – edebiyathaber.net (20 Temmuz 2013)

Tüm Yazıları>>>

Yorum yapın