“Şimdiki Zamanda Geçmişin İzini Süren öyküler” | Mehmet Özçataloğlu

Ocak 1, 2024

“Şimdiki Zamanda Geçmişin İzini Süren öyküler” | Mehmet Özçataloğlu

Yaşadığımız coğrafyanın geçmişine dönüp baktığımızda yaşanılanların eşzamanlı olarak edebiyata
yansıdığını görüyoruz. Sonra yaşananların da etkisiyle, günlerin etkisi edebiyattan silindi. Eli kalem
tutup da anlatmaya soyunanlar başka konulara yöneldiler. Coğrafya, zamana yenildi. Kurgu değişti.
Karakterler de anlatılanlar da… Yaşanılanların ağırlığından kaçmak isteyenler, kendilerini başka
coğrafyalara, başka zamanlara alıp götürecek kitaplara sığındılar. İyi oldu- kötü oldu, bilemem. Fakat
gözlerim de yüreğim de o toplumcu çizgiyi arıyor şimdilerde.

Bugünlerde raflarda yerini alan bir kitap “işte budur” dedirtti bana. Görüp de bildiğimiz, görmezden
gelerek bilmek istemediğimiz travmaları sunuyor bize. Nahif bir anlatımla tüm sertliğini koyuyor
ortaya yaşanılanların. Ayşegül Kocabıçak, uzun yıllardır takip ettiğim bir isim. Hep Kitap tarafından
“Uyku Çiçeği” adlı bir öykü kitabı yayımlandı bugünlere.
“Ben Söylemem Sen Anla” ve “Dilsiz
Annelerin Sessiz Çocukları”nda gördüğümüz, okuduğumuz türden öyküler bunlar. 15 öyküden oluşan
ve 75 sayfalık kitap hacminden çok daha ağır, sarsıcı. “Söze dökülmeyince suya dönüşüyor, akıp
gidiyor aşk” demiş yazar kitaba da adını veren öyküde. Balkonumda severek izlediğim ve adını da
kitap sayesinde öğrendiğim bu çiçeğe böylesi bir anlam yükleyeceğim hiç aklıma gelmezdi. Bundan
böyle bu çiçeğe baktıkça bu satırları anımsayacağım. “Kibritçi Kız Ya da Noel Baba”da ışıklı bir öykü
değil alevli, içi yakan bir öykü sunuyor bize Kocabıçak.
Hayal insanı yakar mı? Öyküyü okuyan versin
yanıtını. “Uyku Çiçeği”nin ilk öyküsü “Temre.” Bu öykünün dili, kullanılan sözcüklerin seçimi, yazarın
okurları tarafından fark edilir fakat yadırganmaz. “Run Gülüzar Run” adlı romanında da eğer okuyan
varsa yazara ait çocuk kitaplarında da bu özelliğini görmüşlerdir çünkü. Ayşegül Kocabıçak zamanı
yakalayan ve zamana ait yaygın sözcüklerle metnini ören bir yazardır. “Temre”de de bunu yapmış
yazar. “Kırmızı Ayakkabı” tahmin edilse de umulmayan bir sonla bitiyor. Oysa başlık neler çağrıştırır
okuruna.
Her öyküyü ayrı bir başlık altında ele almayacağım tabii ki. Arka kapakta da yazıldığı gibi. “duru bir
anlatımla yol aldığımız her öyküde derindeki bilinmeyenler, iniş çıkışlar, bazen yükselip bazen hiç
umulmadık zamanda bir kalbin en derinine inivermeler var. Bir pencerede, bir mezarlıkta, bir duvar
dibinde, bir perde arkasında ya da bir soba kıyısında bir anda tüm hayatı sorgulayan hem sert hem
nahif öyküler bunlar.”

Kitaptan şu satırlarla yazıyı sonlandırayım. “Son bir kez emeklediğin günü bilemezsin mesela. Son bir
kez emekleyip sonra ayağa kalkıverir insan. Son bir kez kaydıraktan kayar ve bunun da son olduğunu
bilmez. Bir arkadaşıyla son kez sokakta saklambaç oynar ılık bir yaz akşamı ve aslında son
saklambacıdır bu oynadığı ama… Bilmez işte bilemez…”
Öykülerin, bir tokat gibi yüzünüze çarptığını hissedeceksiniz.

Yorum yapın