Sevim Ak: “Yeryüzünün ortak sahipleriyiz hepimiz.”

Eylül 13, 2021

Sevim Ak: “Yeryüzünün ortak sahipleriyiz hepimiz.”

Söyleşi: Mehmet Özçataloğlu

Çocuk edebiyatında 30 yıl gibi uzun ve önemli bir zamanı geride bırakmış olan Sevim Ak’la son kitabı “Sen, Ben, Elma Ağacı”nı konuştuk.

Çocuk edebiyatında 30 yılı geride bıraktınız. Bir ömür neredeyse… Neler hissettiriyor bu durum size?

İlk yıllardan beri hemen her kesimden çocuğun dünyasına, duygu ve düşüncelerine yakınlaşma yaşama şansı buldum. Büyükler çocuklara öğretir algısı bende büyük ölçüde tersten ilerledi. Ben çocuklardan epey şey öğrendim. Çocukluk evrenini tanıma ve öğrenme sürecim hala sürüyor ve bana umut aşılıyor.

Kitapta Bilgin, anne ve babası tarafından deyim yerindeyse proje çocuk olarak yetiştirilmek isteniyor. Öte yandan bu duruma rıza göstermeyen bir babaanne var. Yeni dönem ebeveynler olarak eski usul (!) çocuk yetiştirme yöntemlerini doğru bulmuyoruz ve ona göre davranmıyoruz. Gözlem, tespit ve aktarımınızı doğru buldum. Bunu yazma fikri nasıl oluştu?

Değişen toplumsal yaşamlar, aile yapılanmalarını, anne-babaların çocuklarıyla ilişkisini farklılaştırdı. Hızlı iş yaşamı, eğitimde hızlı bilgi depolamaya, çocukların rekabetçi ortamda becerilerini hızlı gerçekleştirme taleplerine kapı açtı. Eskiden yavaş yavaş ve tekrarlarla gelişen öğrenme süreci yerini hızlı ve temelsiz öğrenmeye bıraktı, çocuklar kategorize edilmeye başlandı.  Bugünün modern anne babaları çocuklarını kendi şekillendirebilecekleri bir hamur gibi görebiliyorlar. Çocuklarıyla geçirecekleri uzun zamanları yok. Onlara pahalı malzemeleri sunarak, hazır reçetelere başvurarak, model kişilerle karşılaştırarak, iyi eğitim olanağı sunarak kendi hayallerini çocuklarının üstünden gerçekleştirmek istiyorlar. Ailenin yaşlıları ise hem çocukluk, hem ebeveynlik aşamalarını farklı toplumsal hayat deneyimleri içinde tattıkları için hazır formüllerin işe yaramadığını, çocuğun gerçek sesine kulak vermenin önemini daha iyi bilebilirler. Anne-baba,  korumacılığı ve yol göstericiliği abartırken büyük anne-babalar torunlarıyla demokratik, empati temelli ilişkiler kurmayı seçebilirler. Kitapta anne baba oğullarını bilime yönlendirmeyi, sayısal zekâ alanına çalışmayı abarttıkça sayıların çocukta oluşturduğu korku ve baskıyı görüyoruz. Babaanne ise demokratik yaklaşımla torununun farklı zekâ alanlarının gelişimine olanak sağlıyor, sanatsal yaratıcılık, hikâye oluşturma vb ihtiyaçlarına özgür alanlar açabiliyor. Birçok farklı yaklaşımı çevremdeki ailelerde gözlemliyorum. Diskalkuli problemi olan bir çocuğun Büyükada’da bakkalda para öderken geçirdiği kriz bu sorun üzerinde düşünmeye, çocuğun ailesinin yaklaşımını anlamaya yöneltti beni. Kitabın ilk karakterleri burada şekillendi. 

Bilgin’in babası mülteci çocuk Musa’nın Bilgin’e yakın olmasından hoşlanmıyor, arkadaşlık kurmasını istemiyor. Toplumsal kodlarımızda bunlar yoktu aslında. Kapıya geleni çevirmemek, aman dileyene sırt dönmemek nedir, bunları öğrenir ve öğretirdik. Peki, ne oldu da bu hale geldik, neler söylersiniz bu konuda?

Artık nasıl düşüneceğimiz, nelere tepki duyacağımız totaliter sistemler ve düşünce yapılarınca belirlenir oldu sanırım. Eskiden teknoloji geliştikçe daha az çalışacağımızı, refah düzeyimizin artacağını, barışçı toplumlar olacağımızı hayal ederdik. İnsan doğaya hâkim olduğunu kanıtladıkça işler tersine dönmeye başladı. Daha çok tüketim ve ihtiyaçlar, daha çok üretimi, daha çok enerji kaynağı ihtiyacını, daha büyük gelir adaletsizliklerini yarattı. Savaşlar insanları yerlerinden ederken mülteciler dayandıkları kapılarda kırılgan dengeleri tehdit etmeye başladılar. Edinilen değerlerin zarar göreceği beklentisi, bilinmezlik, güvensizlik, tehdit algısı ırkçılığı ve nefret söylemini besledi. Kendi çevresinin dışındakilere gözleri kapatmaya neden olan konfor kültürü, kişiyi ötekileştirdiklerinin sorunlarına karşı duyarsız, kayıtsız kıldı maalesef. Kapılara geleni içeri almadan önce hırsız mı, katil mi, ahlaksız mı gibi kuşku soruları sormaktan karşıdakinin acılarını göremez hale gelindi. Bu sorunlar çok derin, kolay çözülecek gibi gözükmüyor. Yavaş ekonomiler, temiz enerji, savaşsız bir dünyaya erişene dek belki de… Kendi neden olmadığı savaşlar, çatışmalar sonucu yersiz yurtsuz kalmış, kapımıza dayanan yabancıya düşman gözlerle bakmaya hakkımız olmadığını, geçici süre yanımızda sığınma hakkının olduğunu düşünüyorum. Yeryüzünün ortak sahipleriyiz hepimiz.

Bilgin’in babaannesi ile Musa’nın dayısı yaşanmışlıkları süzerek bugünü anlamlı kılan insanlar. Anadolu’nun ücra köşelerinde sayılarının çok olduğunu biliyoruz da anakentlerde pek itibar edilmiyor sanırım. Bunu da günlük yaşam rutinimizde dayatılan sisteme bağlıyorum. Katılır mısınız bana?

Babaanne kentin periferinde doğa içindeki evinde şehrin kaosundan uzak kendiyle barışık, içindeki sesi dinleyerek, yaratıcılığının sınırlarını keşfederek yaşamayı seçmiş. Tanıdığı ve anlaşabildiklerine inandığı kişileri bir araya getirmeyi seviyor. Her kesimden kişilerle şefkatli, empatik bir dil oluşturabiliyor. Musa’nın dayısı mültecilerin rahat yaşayabildiği bir semtte ofis işlemleri, fotoğraf baskıları yapan bir dükkânda iş bulmuş. Musa kuzeniyle orada fotoğraflar üstünde oynayarak Bilgin’in babasının bile dikkatini çeken yaratıcı işler çıkarabiliyor. Büyük kentlerde rutine binmiş, tekdüze ve oldukça hızlı akan bir yaşam var. Kalabalıklar, birbirini görmeden, duygularını hissetmeden hızla akıp gidiyor. Çalışanların durmaya, kendine alan açıp kendi sesini dinlemeye zamanı ve takati yok ki, başkalarını sesini duyabilsin. 

Elma ağacı, Musa’nın cebinde taşıdığı tohumlar… Sembolik olarak neyi temsil ediyorlar. Ya da başka türlü sorayım, neden elma ağacı?

Elma ağacı, renkleri, duruşu, verimiyle hayat ağacı gibi gelir bana. Tohumlar ise içinde hayatı gizli tutar, dilini anlayana gösterir sırlarını. 

Ev kütüphaneniz var. Çocuklar okusun diye yoğun çalışıyorsunuz. Duymayanlar için buradan duyuralım isterim. Biraz da kütüphaneden, çalışmalarınızdan ve yeni katılmak isteyenlerin ne yapmaları gerektiğinden söz eder misiniz?

 Eski aile evimizi okuma mekânı haline dönüştürdük. Orada 8 bine yakın çocuk ve gençlik kitabımız var. Çocuklar istedikleri zaman ödünç kitap alabiliyor. Yazar, çizer, çevirmen, drama eğitmeni arkadaşlarımız kitapları temel alan atölyeler gerçekleştiriyorlar. Kitap Kurdu Kulübümüzü çocuk ve gençleri Can Çocuk Yayın Yönetmeni Mehmet Erkurt ve antropolog, çevirmen Dr. Tülin Sadıkoğlu ile her ay seçilen kitapları tartışıyorlar. Kadıköy Feneryolu’nda bir bahçe katındayız. İstanbul’un her semtinden ilgili çocuklar bize ulaşabiliyorlar. Pandemi nedeniyle atölyelerimizi bir süredir çevrimiçi sürdürüyoruz. Buradaki her çalışma-atölye gönüllü ve ücretsiz gerçekleşiyor.  

edebiyathaber.net (13 Eylül 2021)

Yorum yapın