Seneca ve “Teselliler” | Elif Kaymazlı

Aralık 15, 2022

Seneca ve “Teselliler” | Elif Kaymazlı

Ne olursan ol Tanrı’nın adaleti bütün insanları ölümle eşitleyecektir.

“Bizi kuşatan şey bize ait değildir, biz onun mutemediyiz sadece.”

Fol Kitap Yayınları tarafından çıkan ve Kenan Sarıalioğlu’nun çevirisiyle dilimize kazandırılan “Teselliler”, ahlak felsefesi üzerine ve Stoacı öğretilerin temel ilkelerini içermesi bakımından da büyük önem taşıyan değerli yapıtlardan birisidir.

Bu kitap “Teselli Üzerine” (De Consolatione) üç bölümden oluşuyor: Bunlardan biri, oğlunun ölümüne çok üzülen Marcia adında Romalı bir kadına, öbürü annesi Helvia’ya, üçüncüsü de İmparator Claudius’un dilekçe yazmanı azatlı köle Polybius’a yazılmıştır. 

Asıl adı Lucius Annaeus Seneca’dır. MÖ 4- MS 65 yılları arasında yaşamış Romalı filozof ve devlet adamıdır. Roma imparatorluğunun yönetim kademesinde yakın biri olarak yaşamış ve çok genç yaşta tahta çıkan Nero’na hocalık yapmıştır. Seneca, Neron döneminde onun eğiticisi ve danışmanı olarak geleceğin imparatorunu iyi eğitebilmek için ve sonrası dönemlerde ise onu doğru yola getirebilmek için yine felsefeye başvurmaktan asla vazgeçmemiştir. Seneca altmış beş yılında adının Nero’na düzenlenen bir suikast hazırlığına karışması sonucu imparator tarafından, kendi kendisini öldürme cezasına çarptırılmıştır. Bu buyruğu yerine getirmek konusunda hiç tereddüt etmemiştir. “Seni seviyorum yaşam, ölümü göz önünde tutarak!” der.

Yaşamı, mahkeme, devlet işleri ve felsefe çalışmaları arasında sürdürmüştür. Devlet işleri başına her dert açtığında erdemli davranışlar sergilemekten geri durmamıştır. Sürgün olduğu dönemlerde bile felsefe, şiir, tragedya çalışmalarıyla uğraşmıştır. Sürgüne gönderildiği vakit üzüntüye kapılsa da ruhunu felsefeyle beslemekten asla vazgeçmemiştir çünkü felsefe, bilginin her yerde de olsan yurdunda olduğunu öğretmiştir ona. 

Doğum gibi ölüm de varoluşumuzun kaçınılmaz yasalarından biridir. İkisi de irademizin dışında gerçekleştiği için anlaşılması da güçtür. Seneca, felsefe ile ölüm arasındaki bağdan yola çıkarak yaşam nasıl felsefe sayesinde bir anlam kazanıyorsa, ona göre ölümün de bir anlamı olmalıdır. Her türlü koşullar altında felsefenin ve bilgeliğin önemini insanlara anlatmaya çalışan Sokrates de “Bir şey bilmediğimin bilincindeyim.” diyerek sorgulanmamış hayatın yaşamaya değer olmadığının altını çizmiştir. Platon’a göre ise ruhu felsefeyle eğiterek ölüme hazır olmak gerekmektedir.  “Ölüm bizi amaca dosdoğru götüren yol.” dur çünkü ve doğru anlaşılması gerekmektedir. Seneca da Platon gibi ölümü felsefeyle bağlantılı yorumlayarak, felsefeyi ölüme hazırlık olarak düşünmüştür. Bu eserinde ölümün olağan bir olay olduğunu anlatan Seneca’ya göre “Bütün bir ömür, ölüme yürüyüşten başka bir şey değildir. Kişinin doğarken öleceği de belli olduğu için ölmesine şaşırmak saçma bir şeydir. Çünkü yaşamı kabul eden, zaten ölüme adanmıştır. Bilge insan ölümü yüreklilikle kabul eden kişidir.” Aristoteles’in de dediği gibi, “Bilgiyi öğrenen insan, yapılması ve kaçınılması gereken şeyleri kavrar. Ancak bilgilenen kişi, öğrendikleri ve birikimleriyle ruhuna biçim veremezse, ona bilge denilmesi mümkün değildir.”

Stoa felsefesinin temeli olan “doğaya uygun yaşam”, Seneca’nın temel çıkış noktasıdır. Bu sebeple ölüm, tıpkı yaşam gibi doğanın işlemeye devam eden bir yasasıdır, yaşamı anlamlı kılmak için bu yasayla uyumlu yaşamak gerekmektedir. Bu eserinde Seneca, “ölüm korkusuyla mücadele etme” tesellisi üzerinden önerilerini sunmaktadır.

Ona göre, “Kısa bir süre mutlu olmak ya da hiç mutlu olmamak konusunda seçim bize bırakılsaydı, geçici bir mutluluğu hiç mutluluk olmamasına tercih ederdik.” der ve sorar: “Sen hangisini seçerdin?” Üstüne bastırarak, “Sonsuza dek süren mutluluklar her zaman sıkıcıdır.” der. Oysa insanoğlu her dem mutlu olmak ister ve o amaç uğruna hiçbir şeyin hakikatini göremez. Her yerde mutluluğu arar durur insan ama içinde mutluluğu bulmak aklına hiç gelmez. Mutluluk içsel bir eylemdir ve sürekli değildir.

Seneca, “Kadere, dolayısıyla da onu belirleyen Tanrı’ya bağlılığın en güçlü aracı sevgidir.” der. “Sevgi, doğaya egemen olan Tanrısal yasayı kavramayı, bütün olayların arkasında Tanrısal erkin bulunduğunu görmeyi sağlar. Doğada gözlemlediğimiz hadiseler aslında Tanrı’nın varlığının birer işaretidir.” 

Tanrı doğa yasasının bizzat kendisidir. Her oluş ve yok oluş bu yasaya bağlıdır. Bu yasa ise Tanrı tarafından belirlenmiş olan kaderdir. Kaderden kaçış yoktur. Nerede yaşarsan yaşa, nereye gidersen git ardından gelecektir. “İnsan kaderin getirdiklerine hazırlıksız yakalanmamalı ve kendisini onun ellerine gönüllü bir şekilde bırakmalıdır. İnsan kaderin getirdiklerine razı olmalıdır. Tanrı her şeyi verdiği gibi onları geri de alabilir. Sebepsiz yere sahip olduğumuz şeyleri, sevinçle karşılarken, bunları kaybetmeyi niçin bir üzüntü ve keder sebebi olarak görelim? Böyle bir durumda suçlamanın herhangi bir rasyonalitesi olamaz.” der Epictetus.

Seneca’ya göre, “Erdemli bir yaşam sürdürebilmek için kuruntulardan kurtulmak gerekmektedir. Ölüm korkusu tam da böyle bir kuruntudur.” Ona göre, “Ruh ölümsüzdür. Ölüm denilen şey yeni bir hayata doğuştur. Ancak ruhun ölümsüzlüğü Tanrı’nın evreni yeniden yaratacağı zamana kadardır.” Ruhun ölümsüzlüğü konusunda Platon gibi düşünmektedir. 

Ölümün adil olduğunu ve bütün insanları eşitlediğini düşünür Seneca. Bu sebeple de ona göre ölüm kötü algılanmamalıdır. Ölüm karşısında korkulu, huzursuz ve rahatsız edici olarak sergilediğimiz duruş önceden düşünmediğimizden kaynaklanır. İnsanın kendisine düşen zaman ne ise o kadar yaşamak zorundadır. 

Seneca’ya göre ölüm şöyledir, “Ölüme ölümlülüğün kendisinden daha büyük bir teselli yok. İçimizdeki sayısız tehlikeden daha büyük bir teselli yok, dışımızdaki bizi korkutan unsurların hepsine… Ölüm her yerdeyken, bize her yerden saldırabilecekken ve insanlığa yıkım getirebilecek hiçbir şey küçük değilken sarsıntıdan dağın bir kenarının ani çöküşünden kıyı şeridine taşan denizin bu işgalinden korkmaktan daha aptalca ne var? Bunlar üzmemeli bizi, sanki olağan bir ölümden daha fazla acı barındırıyormuş, ondan çok farklıymış gibi, zira bu veya şu vakitte bir şekilde bu yaşamı terk etmemiz ve son nefesimizi vermemiz gerekiyor; o hâlde ölümümüz daha büyük bir nedenden ötürü gerçekleşebilir. Bir yerde ölmemiz gerekiyor, er geç.”

Sipnoza da Stoacılar gibi “Olayların belirlenmişliğini değiştiremeyiz, o nedenle bu düzeni olduğu gibi kabul etmeliyiz .” der. “Bunu da ancak Tanrı bilgisi aracılığıyla, en yüksek zihinsel tanıma yetisini kazanarak sağlayabiliriz.” Sadece bilgi biz mutluluğa ulaştırabilir çünkü sadece bilgi aracılığıyla bir şeylerin kölesi olmaktan sıyrılabiliriz. Bu yol çok çetindir ama insan bu yoldan asla vazgeçmemelidir.

Dünyadaki insanların bütün adaletsizliğine rağmen Tanrı, adaletin ta kendisi olduğu için ölümü var etmiştir. Ne olursan ol, Tanrı’nın adaleti bütün insanları ölümle eşitleyecektir. Ölüm kapını çalana kadar ruhunu bilgelikle doldur. Teslimiyetçi bir kader anlayışıyla karşıla onu. Her şeyden kaçabilirsin hatta kendinden bile ama ölümden asla kaçış yoktur. O, nerde olursan ol, ne şekilde yaşarsan yaşa gelecektir yanına. Dünyevi kıyafetlerini çıkartıp, bedeninden soyutlanıp çırılçıplak kalacaksın ve sadece ruhunla yol alacaksın.  Ruhunu bilgelikle, iyilikle, sevgiyle besle ki ölüm geldiğinde korkuya, pişmanlığa kapılmayasın. 

Herakleitos’un dediği gibi, “Aynı nehirde iki defa yıkanılmaz.” Her şey değişime tabidir. Çünkü nehir aynı nehir değildir ve siz aynı siz değilsinizdir. Her şey bir başka şeyin ölümü sayesinde varlığa gelmektedir. Aynı kalmaz hiçbir şey ve her an her şey değişmek zorundadır. Ancak bu değişim kuralsız da değildir. Tüm değişenlerin ardında Tanrı’nın bir düzeni, ölçüsü vardır. Dünyevi kıyafetimiz olan bedeni sevmemize, gün gelip ölümle tanışmamıza neden olan onun hakkında bir şey bilmediğimizden kaynaklanıyor ama her an bir öncesinin ölümü demek değil midir? Doğayı bir gözlemlesen, göreceksin. Her şeyin yok olduğunu ve yeniden varlığa geldiğini. Doğa ölümün en iyi tanığıdır. Evrende varolan her şey ölmek zorundadır, bu değişimin bir parçasıdır. Ruh da beden hapishanesinden ancak ölüm sayesinde kurtulup özgürlüğe kavuşabilir. 

Varoluşunu kavrayarak Tanrısal olanı gören, anlayan kimse için dünya geçici bir konaklama yerinden başka bir şey değildir. Seneca varoluşunu kavrayamayan insana seslenerek, “İnsan nedir? En küçük bir sarsıntıda, en küçük bir kıpırdatmada parçalanacak bir testi değil mi? Seni toza çevirmek için bir kasırgaya ihtiyaç yok. Biraz şiddetli ilk çarpma seni dağıtacaktır.” 

Tanrı yaşamı bize ödünç vermiştir ve uygun gördüğü zaman onları geri istemek durumundadır. Nereye gidersen git, hangi derinliğe saklanırsan saklan kaderin değişmez yazgısı budur. Seneca’ya göre, “Ruhumuzu kaderini anlama konusunda, olduğu gibi kabul etmeye hazırlamak gerekmektedir.” Ruhunu sevgi ve bilgiyle eğiterek her şeye hazır ol. Tanrı’nın adaleti her şeyi kuşatır. Kaçamazsın. Ölüm insanın varoluş amacına yönelik ölümsüz doğasını açığa çıkaran bir hakikattir. Doğanın düzeni için gelecek yaşama bir geçiştir, yani özgürlüğe açılan bir kapıdır. Tanrı’ya ve ölümsüzlüğe giden bir yoldur.

edebiyathaber.net (15 Aralık 2022)

Yorum yapın