Öykü: Yol arkadaşı | A. Çiğdem Özerdoğan

Haziran 30, 2022

Öykü: Yol arkadaşı | A. Çiğdem Özerdoğan

-Peki ya… Aldatan da çocuksa?

Başı öne eğikti. Bir şeyden saklanır gibi kamburunu çıkarmıştı.

-Günahı yok mu?

Sağ elinin işaret parmağıyla, kaba kumaştan dokunmuş yeşil masa örtüsünü tırnaklıyordu boyuna.

Genç adam avucunu iki günlük sakalı üzerinde gezdirdi. Ne diyeceğini bilemeden bön bön baktı çocuğun üç numara traşlı başına.

Kahvehanenin en dibinde, çay ocağından kalan boşluğa sıkıştırılmış masadaydılar.  Kahveci Recep’in deyimiyle, antin kuntin köşesinde.

Çocuk arada kafasını kaldırıp, sırtını dikleştiriyor, oyun oynanan masaların, salonun ortasında gürül gürül yanan sobanın üzerinden, kahvenin kapısına doğru kaçamak bir bakış fırlatıyordu. Kalabalıktı içerisi. Tüm masalar doluydu. Şakırdayan taşlar, masaya yumrukla vurulan kağıtlar, pis şakalar, ağza alınmayacak küfürler…

-Çocuklar sayılmaz, dedi sonunda genç adam, onlar fasulyedendir.

Geriye doğru kaykıldı. Sandalyesinin arka bacakları üzerinde bir iki kere sallandı, durdu. Sırıttı. Bulduğu cevap hoşuna gitmişti. Anası babası, okumadığı için kafasız desinlerdi istedikleri kadar.

-Ya ben? Ben de mi fasulyedenim o zaman?

Fasulyeden olmak… Evet. Rahatlamıştı çocuk. O da sırtını iyice geriye verip hızla, hevesle, ileri geri sallandı iskemlesinde. Pırıl pırıl gülümsedi abisine. Bir taraftan da düşünüyordu. “Fasulyeden olmak…”

Bir dakika geçti geçmedi, sandalyesi yavaşladı, yüzündeki gülüş soldu. 

-Asıl işi biz yapacağız, sonra da fasulye  olacağız, öyle mi? İyi valla!

Üzerine ilk defa binilen, yabani, genç bir beygir gibi huysuzlanmıştı. Delikanlı bu ani değişime anlam veremedi.

“Hay sıçaydım! Suyuna gitmeli!”

Masanın üzerinden abanıp, sağ eliyle karşısında öfkeden titreyen kardeşinin yüzünü pışpışladı.

-O ne demek lan! Şu senin züppe okul arkadaşına dedim ben o lafı… Sen koca adam oldun artık!

Çocuğun gözlerinde şüphe kıvılcımları dolandı, sabah yediği tokadın yangısını duydu pışpışlanan yanağında.

Kahvenin kapısı açıldı, içeriye başında tablası, simitçi Neco girdi. Üşümüş gibiydi. Üzerinde birkaç simit kalmış tablayı boş bir sandalyeye bıraktı. Kafasındaki yastıklı çembere dokunmadı. Sobanın yanına yanaşıp ellerini ısıtmaya koyuldu.

-Beyni dümdüz olmuştur la bunun!

Çocuk gülmedi.

Başka zaman olsa tepine tepine kahkahalar atarlardı. Birlikte. Gözlerinden yaş gelene kadar…

Çocuk gülmeyince abisi de gülmedi.

-Simit alayım mı koçuma?

-İstemez.

-Acıkmadın mı lan? Akşam olacak nerdeyse! Bütün gün… Bi kahvaltıyla!

-Canım istemiyo!

-Tamam tamam. Heyecandandır! Normal! Mis gibi de koktu ya! Neyse! Madem sen yemiyon, ben de yemiycem.

Avucuyla yanağını oğuşturuyordu oğlan. Gözleri dolu doluydu.

-Sabah çoluk çocuktuk, şimdi adam mı olduk?

Kâğıtları nasıl saklayacağını, oyun sırasında nasıl gizlice çıkarıp kendisininkilerin arasına sokacağını bir türlü anlayamamış, yaptığı beceriksiz hareketler yüzünden şamarı yemişti abisinden. Çay ocağında bardakları yıkayan kahveci Recep de, yan masada kâğıt oynayan dörtlü de dönüp bakmış, pis pis sırıtmışlardı.

-Beni de mi kandırıyorsun yoksa?

-Eh bee! Çattık desene! Sen benim kardeşimsin ulan, insan kardeşine yamuk yapar mı?

-Yapmaz mı?

Ağzı büzüldü. Ağladı ağlayacak gibiydi…

Ağlamadı.

Delikanlı ne diyeceğini bilemeden yine bön bön baktı kaldı kardeşinin yüzüne.

“Hay ben çoluk çocukla iş yapmaya kalkan kafamı sikiyim,” dedi içinden. “Bu velet bazen aptal gibi hissettiriyor kendimi. Geri zekâlı, pislik!”. Ninesinin kış geceleri sobanın başında anlattığı hikâyelere gitti aklı sonra. Habil’le Kabil kardeşti değil mi? Ya şu meşhur Yusuf’u kuyuya atanlar? “Üfff!” Dudağını büktü.

-Ya bırak bu saçma sapan soruları artık! Tepemi attıracaksın yine! Biz ortağız senle oğlum.

-…

-İşimize bakalım artık. Birazdan düşer kuş!

-…

-Çalıştıklarımızı sakın unutma! Sakın telaşa kapılma! Tamam mı?

-…

-Kaderlerimiz bir bizim artık. Yol arkadaşıyız biz. Anladın!? Söyle bakalım neymişiz biz?

Elini yumruk yapıp çocuğa doğru uzattı.

O sırada kahvenin kapısı açıldı. İkisi de mütemadiyen o tarafa baktı. İçeriye iyi giyimli, buralardan olmadığı belli, tıfıl bir oğlan girmişti. Oğlan kapının önünde dikilmiş, çenesi hafifçe yukarıda, üstten bir bakışla masaları gözden geçiriyordu. Yüzünde, sınıfa her girdiğinde takındığı o bariz iğrenme ifadesi vardı.

-O mu?, dedi delikanlı.

Çocuk başını salladı.

-Hıı…

Abisine döndü. Avucunu sımsıkı kapattı, yumruğunu hırsla, havada ona doğru asılı kalmış yumruğa vurdu.

-Yol arkadaşıyız Allah’ıma, dedi hırıltılı bir sesle, cehennemin dibine kadar yol arkadaşıyız.

edebiyathaber.net (30 Haziran 2022)

Yorum yapın