Öykü: Tevatür | Sinan Şuekinci

Aralık 26, 2024

Öykü: Tevatür | Sinan Şuekinci

Kasabanın ortasında derdest edilen Sabri’nin hikâyesidir anlatılan. Gündüzün gündüz vakti bu yaşanan olay kiminin hoşuna gitmiştir belki, ama çoğunun özellikle yaşını başını almış olanların hayıflanmasına sebep olmuş. Hoşa gitmeyen şeyi ya susarak içine gömer insan ya da zihninde hiçbir kelime kalmamacasına konuşarak kusarmış. İnsan sustukça şişer, konuştukça dünyaya daha iyi yayılır, oradaki buradaki hikâyelerin kıyısında köşesinde yaşar gidermiş. Bakalım kimler Sabri’nin derdest edilmesine kelimelerle isyan etmiş.

1.Şahsın anlattıklarıdır:

Te şurda gördüğün metruk bina var ya, camları tahtalarla kapalı, işte oranın alt katı, kasabanın otomobil, pat pat, traktör tamircisiydi. Bu Sabri’nin babası rençber garibim, geçinmek zor ne yapsın, oğlanı bu dükkânı işleten Dalavereci Hüseyin’in yanına vermiş çıraklık etsin diye. Allah var, biz de bağdan bahçeden soluğu burada bir bardak çay içmeye alırkene bakardık;  çocuk sürekli çalışır, ustası ne derse yapar ederdi. Yine de bu Dalavereci Hüseyin, çocuğu pataklamaktan geri durmazdı. Ha neden dalavereci denirmiş, çünkü onun takkesini bunun başına bunun takkesini şunun başına koyaraktan tüm İzmir’i söğüşlemiş, peşine palabıyıklı adamlar düşünce de soluğu baba yurdu kasabada almış. Sonra gelmiş anasına, demiş ben bağda bahçede tozda toprakta çalışmam ana, bundan ötürü varları yokları neyi varsa satmışlar bir araba almış, o zaman iyi para, bir de bu dükkânı açmış. Sonracığıma evlenmiş, evlenince de karısı anasına çemkirmeye falan başlamış, anasıdır oğluna usulünce durumu anlatmış ama dalavereci bu, ana istersen İzmir’ e ablamlara git, sana da biraz hava değişikliği olur, demiş. Anası Hatice kadın, oğlu gelesiye dağ gibi kadınmış, gururlu, bu söz üzerine valizine doldurmuş palını paltarını, ne komşu kadınların suratına bakmış, ne çarşıdakilere selam vermiş. O gün ben de buradaydım, kadıncağızın minibüse bir binişi vardı ki, sanki dünyaya küsmüştü. Gerçekten de öyle olmuş. Tevatür edilir ki kızının yanında ne konuşmuş, ne de yüzü gülmüş. Karyolasına oturur Yamanlar Dağı’na bakarmış sabahı akşam edene dek. Yine derler ki bu dünya ne yaman bir yermiş, bir gün dağ gibi duran öte gün çöle dönermiş, diye kendi kendine söylenerek, sanki dünyanın timsali olan bu dağa bakarmış sırtı dünyaya dönük. Bir gün de bakmışlar gözler açık ama kadında nefes niyaz yok. Hadi bakalım haber salmışlar bu dalavereciye, bu sıcakta kokutmasınlar, cenazeyi gömsünler, dükkânı kime emanet edeyim, diyerek üç gün sonra gitmiş anasının mezarına. Ablası da kovmuş hayırsız kardeşini, sonra da benim senin gibi kardeşim yok artık, demiş. İşte bu dalavereci, çocuğu it gibi çalıştırmanın yanında doğru dürüst parasını da vermezmiş. Biz bazen buradan duyardık, usta geçen hafta da vericen demiştin, diye. Tabii garip çocuk, bu cümleyi bitirmeden hem tekme tokat hem de galiz küfürler yerdi dalavereciden. İşte gün o gün sabahtan bağa bahçeye gitmeden tavşan kanı çayımızı yudumlayalım dediğimiz bir gün, Dalavereci Hüseyin bağırmakta idi, malzemelerim yok, takımlarım yok, motor yağlarım yok, Sabriii, Sabriii seni elime geçirirsem, diye dünyayı hop hop oynatarak. Sabri çalmışmış, sonra da ortalıktan kaybolmuşmuş. O gün kahvedekilerin hepsi o kadar kıvançlı ayrıldı ki bağa bahçeye. Malzemeleri Sabri’nin çaldığını gören var mı, yok, hem Sabri öyle çocuk değil. Tevatür işte. Bir çay daha içelim mi? Hüseyin mi, çolu çocuğu bırakıp siktir oldu gitti hangi cehenneme gittiyse…

2. Şahsın anlattıklarıdır:

Babasının ayağı, tarlada çalışırkene, Sülüman Aga’nın traktörünün altında kalınca bir ayağı topal kaldı garibin. Evi evirip çevirme işi bizim sefil Sabri’ye kaldı. Babasının kaldığı yerden çalışmaya devam etti. Yine de tarlada öteberi işlerini yapmaya devam etti babası Seyfi, niye mi, fakirlik öyle bir ateşten gömlektir ki yeğenim, adamı aç bilaç kalacağını bile bile çalıştırır onun bunun kapısında. Bu Sabri, tabii askerlik çağı yaklaştığından gürbüz çocuk, öyle bir çalışıyor ki onun taşıdığı saman balyalarını alimallah üç kişi gelse taşıyamaz. Gençlik bu yeğenim, açlık uykusuzluk umursanmaz bu çağda, çalışırsın da çalışırsın hele de rençbersen. Günün sonunda ne mi kalır, üçün biri kalır, sadece kuru ekmek geçer adamın boğazından, o kadar. Kusura kalma yeğenim, ağzımız bozulur bazen,  köy yeri. Azıcık anlatılan konular farklı olunca da çenelerimiz açılır bizim, bu kasaba suskunluğuna bir nevi isyandır belki de yeğenim. Neysem, dedim ya çalış çalış elde var sıfır. Sabri bu, hakkını hukukunu arar cahil de olsa. Çıkmış Sülüman Aga’nın konağına, ağam ben nasıl çalışırım, deyince, Allah var marabaların içinde seni tek geçerim, o zaman benim hakkımı vermediğin gibi her ay daha az alıyorum, kim demiş azaltmışım diye Sabri, hakkın neyse onu veririm, hakkım bu değil ağam, deyince, tamam bir sonraki sefere alırsın oğlum hakkını, sen hele bağa bahçeye git de işleri savsaklamasın bu deyyuslar, tamam ağam demiş kasketini başına koyup usulca çıkmış konaktan. İnsanoğlu çiğ süt emmiştir ya, ha kimi bunun böyle olmadığını haliyle hareketiyle sözüm ona insan gibi davranarak ispatlamaya çalışırken kimi de ne de olsa çiğ süt emmişim at dünyanın götüne parmağı havasında. Kusura bakma yeğenim, kasaba yeri biraz ağzımız rayından çıkar olur olmaz zamanda. Gelelim bizim Sabri’ye. Ay sonu gelmiş, geçen aydan daha az sıkıştırmasın mı Kahya Davut eline, burnundan soluyarak çıkmış ağanın yanına. Demiş ağam sen benimle eğlenir misin, siktir ol it oğlu it, benim eğlenecek daha güzel şeylerim var sen de kimsin cıbıl, deyip Erol Taş kahkahasını atmış.Bunun üzerine, anladım ağam, diyerek sertçe avlu kapısını vurup çıkmış Sabri. Sabah kahvede kuraktan çoraktan lafın belini kırmaya başlamıştık ki, Sülüman Aga lüks otomobiliyle kahvenin önünde durdu. Suratı öyle kırmızıydı ki, gözleri pörtlemiş, boynundaki damarları şişmiş bir halde,  gülmekten kendimizi zor tuttuk. Tövbeler olsun, koca adamlar koca adamlara güler mi hiç, gülmedik. Neyse, ağanın zeytinyağı ambarına girmişler gece, bir damla yağ bırakmamacasına hepsini doldurmuş götürmüşler. Efendim bu işi de Sabri yapmışmış, çok adam işiymiş, Sabri ‘nin hırsızlık şebekesi varmışmış. Anlattı anlattı, çıktı gitti soluğunu götünden alarak. Sabri yapmışmış, gören var mı yok, tevatür. Yeğenim kusura kalma yine göt möt dedim, sen anla işte. Buranın kahvesi de güzel olur, Şemsi oğlum bize birer kahve. Kahve nasıl olsun yeğenim?

3.Şahsın anlattıklarıdır:

Tövbeler olsun. Bu çocuğun çektiği çileyi insan olan kolay kaldırmaz. Evlenince de rahat bulamadı garibim. Babası topal, hakkın rahmetine kavuşunca bir anasıyla tek damlı evde yaşayıp giderlerdi sessiz sakin. Kafası çalışan bir çocuk, demiş alalım bir kamyon, elin işinde ırgatlık yapacağımıza yapalım kendi işimizi. Peki kime demiş, bizim Deyyus’un Ali’ye, tövbeler olsun. İnsan her bir kula ortak olur da bu deyyusa olur mu, beşer bu olur mu olur. Deyyus bunun babasına derlerdi, söz meclisten dışarı namussuzun biriydi, karısı kızı elde alemde orda buradaymış, umru olmayan bir pezevenk. Bu Ali, deyyusun oğlu olduğundan zamanla öyle olarak kalmış lakabı. Allah var, biz babasını gördük ama bu kızandan bir şey görmediydik o güne dek. Onun bu lakaptan haberi var mı diyecen, tövbeler olsun, lakabın en güzel yanı da taktığın adam ömrü billah bilmez bu ismi. Kahvede tarlada arkasından konuşurkene söylenir böyle. Burası köy yeri beyefendi zaman şehirdeki gibi şıkır şıkır akmaz, ancak biz ona bir ayar verince uçar gider, hızlanır. Neysem biz mevzuya gelelim, işte bu deyyusla aldıkları doç kamyonetle onun bunun hayvanını,  ötesini berisini, şehre köye taşıdılar. Kahvede işler nasıl gidiyor yeğen, dediğimizde, şükür iki evin rızkını çıkarıyor, derdi ikisi de. Kamyoneti almışlar derken bu deyyusun babasından kalan biraz parası varmış, onun üzerine karısının bileziğini altınını koymuş. Velakin bizim garip Sabri’nin babadan kalan neyi var, derdi var, mahsunluğu var, garipliği var. O da biraz borç almış, nişan yüzüklerine kadar altınlarını, bir de günde iki kova süt veren, anasının gözü gibi baktığı iki ineğini satmış da girmiş. Anlayacağın beyefendi, Sabri yine geriden başlamış bu işe de, tövbeler olsun. Velhasıl bir sabah kalkmış da ne görsün, bu Deyyus’un Ali karıyı kamyoneti alıp kaçıp gitmiş şehre. Sabri o sabah nefes nefese geldi çaylarımızı içerkene, Ali’yi gören var mı, deyince bütün ablaklar birbirimize baktık, aklımızdan geçen sadece şu kelamdı beyefendi, huyu huyuna suyu suyuna… Beklemiş birkaç gün ses seda yok deyyustan. Sabah bir kalktık ki kara dumanlar bütün kasabayı sarmış, meğersem deyyusun evi alazlanmış, damını kapısını da yeni yaptırmış, eşyası da gıpgıcır. Sabri ateşe vermişmiş, tevatür, gören var mı yok, tövbeler olsun. Kimse oralı olmadı, kimi kimsesi de yoktu bunların, ondan ötürü deyyusun haberi olmamış tabii, hangi cehenneme gittiyse… Sonra bir gün utanmadan arlanmadan çıka geldi Deyyus’un Ali, kamyonetin parasını yiyip bitirince dönmüş meğersem. Baktı evin yerinde yeller esiyor, önünde incirler bitmiş. Sabri’nin kapısında çok dövündü ama Sabri bu, hayatı öğrenmiş, yanından geçmiş gitmiş, nereye mi, nereye olacak rençberliğe… Çay güzel koktu, bu yeni demdir beyefendi, içelim iki çay…

4. Şahsın anlattıklarıdır:

Bu kamyonet olayından sonra Sabri gece gündüz çalışmaya başlamış, mecbur, borç var daha. Aldıkları öyle dandik kamyon da değil doç bu, kolay mı? Sabah onun bağında, akşam bunun tarlasında boğaz geçindirmenin derdinde. Anası demiş, oğul torunuma Allah’ın adını çağıralım da bir sünnet düğünü yapalım. Sabri bu anasını kırmaz, zaten karısı da nicedir söylenir dururmuş, ne yapalım kaderimiz böyle, hiç olmasa oğlumuza bir erkeklik düğünü yapalım, dermiş. Sonra bir gün, biz ihtiyarlar kim bilsin hangi lakaplının arkasından gıybet günahındayken, baktım köşedeki masada Sabri, kafa karışık, boynu bükük, tövbeler olsun. Sokuldum yanına, dedim neyin var oğlum. Bir şeyim yok, dedi, bizim oğlana sünnet yapalım diyor evdekiler, diyorlar ama durumlar ortada Dumrul amca, dedi, naçar. Müşkül içinde evlat, haklısın senin yaşadıklarından sonra bir de bu masraf insan işi değil, dedim, ama derken aklımda ve dilimde başka kelamlar var ama söylesem mi söylemesem mi dilemması içindeyim. Sora dedim, Sabri oğlum aile işine karışmak ne haddime, ama senin garip babanın bağı bahçeleri vardı az da olsa onları elden çıkarsan, deyince, ne bağı bahçesi, hepsini amcam almış babamın elinden. Ne vakit, deyince, babam topallandığında çalışamadı ya bir süre, ben de o zaman sebil, ne gelirimiz var, ne kazancımız. Amcam bu ara elimizden tuttu, Allah var. Tutmasına tutmuş ama sonradan öğrendim ki, karşılığında babamdan bağları almış. Ne yapalım oğul, naçarlık bu, düştün mü en yakınındaki bile hesap kitabın peşindedir, deyince ben de kapattım gitti konuyu. Sustu, sigarasına dayanınca, olsun oğul, dedim, şimdi gidip desen nihayetinde senin de torunun, biraz borç harç versen de güzel bir düğün eylesek. Sonra birden gözü ipildedi garibin, Allah senden razı olsun, nasıl aklıma gelmedi bu zamana dek, diyerek uçarak gitti kahveden, giderken de saygılı çocuk gönencin karşılığı olaraktan ellerime sarıldı. Hemen oradan çıkmış doğrucana amcasının yanına, hal hatırdan sonra ahvalini anlatmış. Olur oğlum, babanın torunu benim torunum demiş, ama bu aralar işlerim yoğun sen de biraz bağdan bahçeden dönerken işerimizi kolayla da torunumun sünnetini yapayım, demiş. Sabri bu gündüz orada burada akşam amcasının bağında canhıraş çalışmış da çalışmış. Aradan geçmiş bir aydan fazla bir vakit demiş amca, sünnetin zamanını geçirmeyelim, o da demiş yeğenim senin düşündüğünü ben düşünmüyor muyum, deyince, estağfurullah demiş evin yolunu tutmuş. Gel zaman git zaman yaz bitmiş güzün başı, yine çıkmış amcasının yanına, o da, amma uzattın bir sünnet yapıcan illallah ettirdin, dedikten sonra cebinden sünnete kıyafete yetmeyen parayı sehpanın üzerine koymuş, arkasından da, hadi yeğenim hayırlı olsun sünnetin, demiş. Sabri’nin sıfatının rengi değişmiş, emeğinin karşılığı bile olmayan parayı avucuna almış, delici bir bakış atmış amcasına. Dışarı çıkınca anca nefes almış. Çıkarken yokuş aşağı duran traktörü görmüşmüş. Traktörün el frenini boşaltmışmış, traktör mü kalır, kalmaz. Sabri yapmışmış,  gören var mı yok, tevatür. Benim öyle bir yeğenim yok, diyormuş orda burada amcası, Sabri’nin çok da tınında. Sünnet mi, yapmaz olur mu kendi ellerimle topladım ahaliden, sonra çektim kenara bu senin hakkındır Sabri hiç ses etme, git sünnetini yap şu kızanın, dedim. Gözlerinin tomurcuklanması geceler boyu aklımdan çıkmadı. Ah, insanoğlu ahh… Birer limonata içelim de içimizdeki yangın sönsün.

5.Şahsın anlattıklarıdır:

Hani derler ya, bahtsız Bedevi, hah işte o bizim Sabri’dir işte. Oğlu da aynı kendi çocukluğu gibi, Sabri’yle birlikte çalışırmış gık demeden, canım benim. Bir gün çıkmış bizim sefil Sabri’nin karşısına,  demiş ben sevdalandım, beni ne zaman everecen, deyince Sabri’nin alnındaki kırışıklıklar katmer katmer olmuş o vakit, hele biraz daha çalışalım da kimseye muhtaç olmadan yapalım düğününü, demiş, şanlı şöhretli demeyi de unutmamış tabii. Neyse baba oğul orda burada, bağda bahçede canhıraş çalışmışlar. Ama elde avuçta ne var, yine sıfır. Rençber adam neyi biriktirmiş de bugüne kadar anlı şanlı düğün yapmış. Sabri bu, çekmiş oğlunu karşısına, demiş oğul başlık parasının yarısını bile toplayamadık, düğünü nasıl eyleriz, tövbeler olsun, ben şaştım bu işe. Sonra, kaçır kızı, ortalık sakinleşince ben Cemşit’le helalleşirim, demiş. Başlık parası aklına takıldı değil mi, canım benim. Buralarda kalmadı amma bu Cemşit şarktan gelmiş, aynı benim gibi. Niye mi, köyler viran olunca benim babamla birlikte birkaç aile göç etmiş bu cennet diyarına gelmişiz. Allah var, bugün buralı sayılırız. İlk geldiğimizde herkes elinden geldiğince destek olmuş gelenlere. Sonra şükür, çalıştık çabaladık geldik bugünlere. Memleket özlenmez mi özlenir, ama bizimkisi biraz da merak. Yıllar önce çol çocuk gittik, bir de ne görelim, insan namına bir şey kalmamış ki, canım benim.Yüreğimiz darlanarak kasabaya geldiğimizde, keşke gitmeseydik de o viran olmuş yerleri görmeyeydik, dediydik. .İnsanoğlu bu canım benim, doğduğun yer mi doyduğun yer mi, bilemem o kadarını. İşte bu Cemşit başlık göreneğini devam ettirenlerden. Biz mi, çoktan terkeyledik, canım benim, bu devirde neyin parasıymış, tövbe tövbe.

Cemşit bu, inat adam. Sabri her geldiğinde bağırmış, çağırmış, bir kahve bile ikram etmemiş. Sabri, hele biraz soğusun yüreği, o vakit yola koyulur her şey, diye düşünürmüş. Canım benim, İnsan insan olmadıkça hiçbir şey yoluna koyulmaz, bunu böyle bilmeli. Velhasıl, Sabri gitmiş, demiş ben düşmanlığa gelmedim, torun torba sahibi olup eş dost akraba olmaya geldim. Cemşit bu, Nuh demiş peygamber dememiş. Peşine de birkaç şarapçı ayartmasın mı bu garip Sabrilerin üstüne. Evin önünde naralar, boş şişeleri avluya fırlatmalar…

Bir gün karısı ismi lazım değil bir varsılın yanında zeytin bağında çalışırkene, yine o ayyaşlardan biri karısına sulanmasın mı? Sabri bir hışımla varmış Cemşit’in kapısına, demiş bak Cemşit işler karışmadan gel barışalım, çocuklar birbirine sevdalı, bize düşen onların huzurlarını daim etmek.

 Cemşit, sen hangi kapının itisin de senin oğlun benim kızımı kaçırır, deyince, sehpanın üzerindeki kristal küllüğü indirmişmiş kafasına Sabri, tevatür, gören var mı yok, yanaşmaları derlermiş ki hızlıca kaçan birini gördük.

Velhasıl Sabri sabırlı adam, hayatına devam etti, söylenenlere de kulak asmadı. Cemşit kafası sarılı geldi gitti, sövdü saydı kahvenin önünde Sabri’ye. Her kahveye geldiğinde, seninle görüşücez naraları atmaya başlayınca de biz araya giriyorduk, bize de küfürün bini bir para. Neysem dedik acılı, hem kafası kırık hem gönlü… Meğersem bu yeni gelen jandarma komutanıyla araları iyiymiş, canım benim. Komutan bizim şarktan hemşeri olduğundan sazlı sözlü, rakılı araklı geceler geçirirlermiş konakta. İşte buna güveniyormuş zalim. Komutan demiş, yok mu sağlam bir ispatın atalım hemen içeriye, valla bir ispatım yoktur komutan ama o gün kasketini burada düşürmüş, bizimkiler bulmuş, deyince, getir hele bakalım dedikten sonra ellerini ovuşturarak,  bu iş tamam öyleyse Cemşit Ağa, demiş. Yanaşmalardan iki tanesine bu Sabri’nin kasketidir, eve girerkene bize Allah’ın selamını verdiydi, diye şahitlik edince bizim Sabri’yi derdest eylediler. Şimdi sana sorayım, koca memlekette o kasket sadece bizim sefil Sabri de mi var, bunların hepsi tevatür canım benim, tevatür… Lafı biraz uzattım, hakkını helal et, bu sıcakta yayık ayranı da güzel gider. Şemsi oğlum, yayık ver bize köpüklüsünden.

edebiyathaber.net (26 Aralık 2024)

Yorum yapın