Öykü: Saklama kabı | Samet Karabulut

Haziran 26, 2025

Öykü: Saklama kabı | Samet Karabulut

Nebahat Hanım beni aldığında eşi Zafer Bey, suratını buruşturup “Ne gerek var, ev zaten saklama kabı dolu” diye söylenmişti. Bu söylenme Nebahat Hanım üzerinde herhangi bir tesir uyandırmamış olacak ki beni alıp doğruca alışveriş arabasına koymuştu. Kadınlarda… Bazı kadınlarda… Özellikle evlenmiş olan bazı kadınlarda niyeyse böyle bir tutku baş gösterir. Marketlerin aktüel ürünler kısmında, pazarlarda, bir milyoncularda ya da herhangi bir yerde bizi gördüler mi ani bir fren yapar, didik didik kurcalarlar. Kapağımıza, haznemize, bazen üzerimizdeki desenlere müthiş bir ilgiyle bakarlar.

Nebahat Hanım’ı severim. Çok titiz kadın doğrusu. Beni kullandıktan sonra bulaşık süngeriyle güzelce yıkayıp durular. Üzerimdeki sular kaybolduktan sonra da mutfak dolabındaki diğer arkadaşların yanına gönderir. Bazen daha uzun yolculuklara çıktığım da olur. Mesela birkaç ay önce iki tepsi su böreği yapmış, bir kısmını da benim içime özenle yerleştirip üst kat komşusu Melahat Hanım’a götürmüştü. Melahat Hanım, börekleri çıkartıp üzerimde yalnızca biraz kaynar su gezdirdi ve baharatların olduğu bir rafa kaldırdı beni. Günlerce orada kaldım. Kendimi müebbet yemiş bir tutsak gibi hissediyordum. Bir gün Melahat Hanım koca bir tencerede aşure yaptı. Birazını da benim içime doldurup Nebahat Hanımcığıma iade-i ziyarette bulundu. Bizimki aşureyi küçük kaselere eşit şekilde bölüştürüp beni pirüpak ettikten sonra tekrar mutfak dolabındaki köşeme uğurladı.

Mutfak dolabındaki inziva hayatımın ardından Nebahat Hanım’ın büyük kızı Burcu’nun yaptığı kekle birlikte sahalara geri döndüm. Nebahat Hanım, evdeki hiçbir işine el atmayan kızının nereden esip de bir anda kek yapma hevesine düştüğünü anlamamıştı ama yine de kızının mutfak işlerine ilgi göstermesi hoşuna gitmişti. Halbuki Burcu, bu keki ailesinin varlığından haberdar olmadığı sevgilisi Atakan için yapmıştı. Ertesi sabah kendimi Atakan’ın elinde buldum. Bir eliyle beni tutuyor diğer eliyle kekleri ağzına tıkıştırıp “Ellerine sağlık aşkım, çok güzel olmuş” diyordu. Burcu marifetli bir kız olduğunu sevgilisine kanıtlamış olmanın gururuyla ona bakıp gülümsüyordu.

Bazen de Nebahat Hanım’ın küçük kızı Ece’nin beslenme çantasında bulurum kendimi. İçimde belki haşlanmış yumurta olur belki de birkaç sigara böreği… Ece dünya tatlısı, kocaman yeşil gözleriyle ışık saçan bir kız. İkinci dersten sonraki teneffüste hemen lavaboya gidip ellerini yıkar. Döndüğü gibi de beslenme çantasından önce annesinin özenle katladığı ufak örtüyü çıkarır, sonra da beni örtünün üzerine koyup peçeteye sardığı çatalıyla bir güzel karnını doyurur. Yanındaki sıra arkadaşı Ayşegül’e de mutlaka yediklerinden ikram eder. Ayşegül de onunla bahçesindeki ağaçlardan topladığı meyveleri paylaşır. Bu teneffüste benim gibilerle çok fazla karşılaşmam. Çocukların çoğunluğu kantinden tost, hamburger ya da çeşitli abur cuburlar alıp yerler. Yalnız bir defasında Ece eve gelip beni mutfak tezgahının üzerine bırakırken “Anneciğim yarın yerli malıymış. Öğretmenimiz herkesten bir şey getirmesini istedi. Bana ve Ayşegül’ e de poğaça düştü.” dedi. Nebahat Hanım kızına gülümseyerek yanağını okşadı.

“Hallederiz anneciğim. Şu sevdiğin peynirli poğaçalardan yaparım.”

“Peynirli olmaz anneciğim. Ayşegül’ün annesi peynirli yapacakmış. Sen patatesli yapsana.”

“Olur birtanem. Yeter ki sen iste.”

O yerli malı günü bütün masalar birleşti. Çocuklar da masanın etrafında ellerinde plastik çatal bıçak, önlerinde karton tabaklarla yerlerini aldılar. Ben masanın ortasında diğer arkadaşlarla kapağım açık bir şekilde duruyordum. Etrafım benim gibilerle doluydu. Hatta bir iki tanıdığa da denk geldim. Onların da içlerinde Kavala kurabiyesi, Rus salatası, Alman pastası vardı. O gün Ece çok eğlenmişti. Benim de havam değişmişti açıkçası.

Benim asıl korkulu rüyam Nebahat Hanım’ın oğlu Kağan. İçimde pikniğe götürülmek için dizilmiş yaprak sarmalarıyla buz dolabının üst rafında öylece dururken gelir, kapağımı açar, pis ellerini daldırıp iki sarmayı olduğu gibi ağzına atar. Aradan on dakika geçmeden tekrar gelir ve etrafını kolaçan ettikten sonra kapağımı kaldırıp bir sarmayı daha çiğnemeden yutar. Nedense bundan müthiş keyif alır. Bir de elleriyle içimde kalanları düzeltip belli olmayacağını zanneder. Nebahat Hanım sarmaların eksildiğini fark ettiği gibi Kağan’a fırçayı basar ama ne fayda. Bayram gelir, Nebahat Hanım baklavaları yerleştirip beni yoğurt kovasının arkasına saklar. Kağan eliyle koymuş gibi bulur. Meyve sebze çekmecesindeki patlıcan ve havuçların olduğu poşetlerin altına saklar. Sonuç yine aynı.

“Oğlum bunları misafirler için aldık. Niye anlamıyorsun. Teyzenler geldiğinde ne koyacağız önlerine.”

Kağan tam bir saklama kabı canavarıdır. Kurtulmak mümkün değil. Hele ki evdeki birinin doğum günü olsun ve doğum günü pastasından bir dilim kalmış olsun. Artık o pasta Kağan’ın ertesi günkü kahvaltısı olur. Geçmiş olsun. Bir keresinde Ece’nin doğum gününde Ece kendi payını “Sonra yerim,” diye bana aktarmıştı da Kağan sabah o pastaya kaşıkla girişince Ece de kıyameti koparmıştı.

Nebahat Hanım akşam yemeklerinden sonraki çay faslında bazen kuru yemiş, bazen kurabiye tarzı bir şeyler koyup sehpanın üzerine bırakır beni. Bütün aile sehpanın etrafına dizilip bir yandan televizyondaki komik skeçlerin oynandığı programı seyreder, bir yandan da sohbet edip günlerinin nasıl geçtiğini anlatır birbirine. Zafer Bey içimden bir un kurabiyesi alır. Isırdığında üzerine dökülen kırıntıları Nebahat Hanım’a çaktırmadan eliyle silkeler. Nebahat Hanım da biraz tatlı biraz sert bir tonla ona çıkışır.

Dün Nebahat Hanım alışverişten döndüğünde bir poşette iki saklama kabı gördüm. Yeni almış. Beni bir süredir eline bile almıyor. Sanırım kapağım artık oturmadığı için. Dürüst olmak gerekirse biraz da yıprandım. Bugün mutfağı düzenlerken bir ara beni tutup şöyle bir baktı. Yeni bir görev alacağım ümidiyle heyecanlandım. Birkaç defa Ece’ye seslendi.

“Ece bir baksana canım.”

“Efendim anneciğim.”

“Kızım şu kaba biraz su doldurup apartmanın önüne koysana. Epey eskidi bu. Bari kediler köpekler faydalansın.”

Bizim gibilerin hazin sonlarından biri de bu. Sokaklara atılmak… Birkaç gün boyunca kedilerle köpekler başımızda kavga edecek. Sonra serserinin biri gelip bir tekme savurup içimizdeki suyu boşaltacak. En sonunda kokusundan dolayı yanında bile durulmayan bir çöp konteynerinin dibini boylayacağız. Halbuki çok alışmıştım bu aileye. Çok güzel günler geçirmiştik birlikte. Hepsini çok özleyeceğim ama en çok da Ece’yi özleyeceğim.  

edebiyathaber.net (26 Haziran 2025)

Yorum yapın