Öykü: Suyu bulandırma | Nurcan İlçin Tosun

Ekim 3, 2021

Öykü: Suyu bulandırma | Nurcan İlçin Tosun

Çocukları ürkütülmüş bir dünyanın denizi mavi olsa ne yazar, olmasa ne…

Yaşamak, Cahit Zarifoğlu

Annemin seyrelmiş beyaz saçlarını küçük bir tokayla yukarıda topluyorum. Teni bembeyaz. Sarkmış memelerini görmeyeyim diye öne doğru eğilerek gizlemeye çalışıyor.  Tam ensesinde iki tane et beni çıkmış. Elimi gezdiriyorum üzerinde. Tutup koparsam rahatlayacağım. İkimizden de çıt çıkmıyor.  Suyun sıcaklığını ayarlamaya çalışıyorum bir yandan.  Su elimi yakacak kadar sıcak. Tam istediğim gibi. Ben kaynar suyla yıkanırım.  Bacaklarımın arasını, göğüslerimi,  tüm bedenimi saatlerce; derim soyulup altından yeni bir deri çıkıncaya, tüm vücudumda küçük kırmızı lekeler belirinceye, sıcak su tenimi yakıncaya kadar keselerim. Aynada gördüğüm kırmızı tenime bakıp kendimi temizlendiğime ikna etmeye çalışırım. Suyun sıcaklığı arttıkça duşa kabinin camları buharlaşmaya başlıyor.  Duş başlığını elimden çekip, annemi yıkamaya başlıyorum.  Su tenine değdiği anda irkilip yana çekiliyor. “Çok mu sıcak?” diye soruyorum. Evet der gibi kafasını sallıyor. İstediği sıcaklığa getirip elime aldığım ipek keseyle sırtını keselemeye başlıyorum. Küçük kara bir leke var sırtının tam ortasında. Doğum lekesi. Kesenin değdiği her yer kızarmaya başlıyor. Yavaş yavaş, bastıra bastıra çıkarmaya çalışıyorum annemin üzerindeki ölü deriyi. En çok o kara lekenin üzerinde gidip geliyor ellerim. Çıkmayacağını bilmeme rağmen kendime engel olamıyorum. Ben bastırdıkça leke büyüyor sanki. Annem öne doğru eğilmiş, sessizce bekliyor.  Leke büyüdükçe ben küçülüyorum. Altı yaşıma dönüyorum.

Babamın sabaha karşı odama gelip gıcırdayan kapıyı açışı, arkasından yavaşça kapatması, çıplak ayaklarının parkede çıkardığı o belirsiz ses… Hepsi sessizlikte yankılanıyor yeniden, korkudan tuttuğum nefesi bırakmaya çekiniyorum. Sıkıca kapatıyorum bacaklarımı. Babam yorganı kaldırıp yanıma yatıyor. Saçlarımı okşuyor geriye doğru. Nefesi kulağımın içinde. Üzerimdeki pijamayı aşağı doğru indiriyor. Sertliğini arkamda hissediyorum. O büyük, pis elleri göğüs uçlarıma dokunuyor.  Nefes alışları hızlanıyor. Ben küçüldükçe küçülüyorum. Dudaklarımı ısırıp, gözlerimi hiç açmıyorum.  Parmaklarını bacaklarımın arasına sokup, kendine doğru bastırıyor hızlıca. Daha hızlı nefes alıyor, kesik kesik. Canım yanıyor. Belli belirsiz bir çığlık çıkacak dudaklarımdan, anlıyor, hızlıca kapatıyor ağzımı. Dünya o an dursa, kıyamet kopsa, yer yerinden oynasa gıkım çıkmaz. Biliyorum. Herkes uyansa, gecenin, insanı çıldırtan o sessizliği yıkılsa tuttuğum nefesi ancak o zaman bırakabilirim. Biliyorum.  Tanrı nerede? Açsın gözlerini. Tüm dünya bir olup uyuduğu derin uykudan uyansın.

Kimse uyanmıyor.  

Annemin yerinde kıpırdanmasıyla kendime geliyorum. Kara leke olduğu yerde. Keseyi bırakıp saçlarını sabunluyorum. Hiç olmadığı kadar uysal annem. Her zaman olduğu gibi sessiz. Annemin varlığına tahammül edemiyorum. “Saçlarını keseyim mi çok uzamış?” diye soruyorum. Evet der gibi kafasını sallıyor. Dolaptan aldığım makasla köpüklü saçlarını elime alıyorum. Ensesinde iki tane et beni var. Onları da kessem saçlarıyla birlikte rahatlayacağım. Saçları elimde uzuyor. Saçları uzadıkça ben küçülüyorum. Yedi yaşıma dönüyorum.

Annemin yanına aldığı mavi bir tas, sarı bir tarak, uzun siyah makas. Evin bahçesinde. Uzun saçlarımı eliyle ensemde tutup, tarağı suya batırıyor. Islanan tarakla sert ve hızlı bir şekilde saçlarımı taramaya başlıyor. Başım her hamlesinde geriye doğru yaslanıyor. Tarağın bıraktığı ıslaklık alnımdan burnuma doğru akıyor. “Anne” diye sesleniyorum. “Hıı” diyor.

“Babam” diyorum. Susuyorum. Bir cevap bekliyorum annemden. Annem cevap vermek yerine saçlarımı taramayı bırakıyor.

“Babam geceleri odama gelip…” diyorum bir çırpıda. Sonunu getirmeme fırsat vermeden hızlıca bırakıyor tarağı annem.

Kolumdan tutup kendisine doğru çeviriyor. “Şişşt!” diyor gözlerinden ateş saçarak. Cümlemin devamı havada hala. Ne söyleyeceğimi biliyor. Haberi var her şeyden. O da uyumuyor geceleri. İşaret parmağını dudağına götürüp “baban öyle şey yapmaz!” sonra beni önüme çevirip “suyu bulandırma!” diyor. Bir çırpıda kesiyor saçlarımı.

Annemin kafasını çevirmesiyle kendime geliyorum. Saçları elimde. Bir çırpıda kesiyorum saçlarını. Mutlu anlar damakta bir tat bırakmakla yetinirken, hatırlamak istemediklerimiz her saniyesiyle hafızamıza kazınıyor. Alzheimer teşhisi konuldu anneme. Tüm anılarını, geçmişini hatta kim olduğunu bile unutacakmış. Babamı da unutacak mı? Ya bana yaptıklarını?

Babam öldüğünde on yedi yaşındaydım. Ölene kadar her gece uğradı odama. Alışmadım. O içimi kora dönüştüren korku azalmadı hiçbir zaman. Bir trafik kazasında öldü babam. “Çok ani oldu” dediler cenazesinde. Elime aldığım kürekle, hırsla attım toprağı babamın üzerine. Olur da yeniden uyanır diye ellerimle sürükledim açılan çukurun yanındaki nemli toprağı. 

Su tüm köpükleri yok ederek akmaya devam ediyor. Bütün vücudunu yıkıyorum annemin. Suyu kapatıp, üzerini havluyla sarıp odasına götürüyorum. Üzerini giydirip, saçlarını tarıyorum. İki tane et beni olduğu yerde duruyor. Yatağına yatırıp üzerini örtüyorum. Eğilip kulağına doğru fısıldıyorum. “Lütfen öl anne! Daha fazla suyu bulandırma!”

edebiyathaber.net (3 Ekim 2021)

Yorum yapın