Öykü: Reverans | Haydar Çavuş

Kasım 1, 2025

Öykü: Reverans | Haydar Çavuş

Sokağın, cadde kalabalığına karıştığı yerden, neşeli bir akordiyon sesi geldi kulağına. Mağazalardan yükselen şarkıların, yılışık sesleriyle müşteri çağıran çığırtkanların, kornaların arasından sıyrılıp geliyordu. Geçtiği yerlerde, balkan topraklarının neşesini dağıtıyordu. Ses yaklaşıyor, yaklaştıkça notaların yanına küçük ayak tıkırtıları ve çocuk cıvıltıları ekleniyordu. 

Göbeğine yasladığı akordiyonu, vücudunun bir parçası gibi çalgıcıyla nefes alıp veriyordu. Eski fötr şapkasının altından görünen dağınık beyaz saçları, gülümseyişin yayıldığı ağzındaki eksik dört dişi, yetmişlerinde gösteren bu adama bir sevimlilik katıyordu. Adamın önünde neşeli hareketleriyle dans eden iki küçük kızı görünce, film sahnesinden fırlamış gibi görünen bu mizansene dikkat kesildi. Sokak da ritme ayak uydurmuş, yayılan melodiyle akşam üstü yorgunluğundan sıyrılıp tazelenmişti. 

Karanlığın düşmeye başladığı sokakta bile parıldayan gözleri, savrulan kuzguni siyah saçları, dalgalanan işporta malı kıyafetleri, arnavutkaldırımlarında takırdayan ucuz yollu kunduralarıyla müziğe kendilerini kaptırmıştı çocuklar. Şarkı bitince primadonnalara nazire yaparcasına reverans yapıp, konserve kutusundan bozma bahşiş kutusunu kalabalığın arasında gezdiriyorlardı. Mesai yılgınlığıyla evlerine dönenler, etraflarında çember oluşturmuştu. Hayatın griliğine renkli bir mola verdiren bu dinletiye karşılık ceplerindeki bozuklukları kutuya atıyorlardı.

İki banknotu fincanın altına yerleştirip, kafeden çıktı kadın. Sokağın bitimine doğru yürüyen müzisyen ve çocukların ardına düştü. Yaşlı adamı, köşedeki çıkıntıya oturttu çocuklar. Adam sigarasını yaktı, yüzünden silindi gülümsemesi, onun ardına sakladığı yorgunluğu göründü. Çocuklar ayakkabılarını çıkardılar, gün boyunca yürümenin ve dans etmenin zonklattığı ayaklarını ovuşturup, ağrılarını dindirmeye çalıştılar.  

O an duraksadı kadın. Neşeli bir film sahnesi değildi artık gördüğü. Akordiyonun düğmeleri üzerinde akıp giden parmakların sigarayı tutarken titrediğini gördü. Neşeli tıkırtıları yayan ayakkabıların bileklerde bıraktığı izleri gördü sonra. Göğsünde bir yer ezildi sanki kadının. Ayakları çocukların karşısına kadar götürdü onu. 

Çocuklar başlarını kaldırıp baktı ona. Zengin giyimli, buğulu gözlü, perçeminde birkaç tutam beyaz görünen güzel kadının ne diyeceğini merak ettiler. Birbirlerine bakıp sonra yaşlı adama döndüler. “Dede, biri geldi” dedi tek ayakkabısı elinde olan kız. “Buyur kızım” dedi sigarasının külü uzamış adam. Bir şey diyemedi genç kadın. Çocukların yüzlerine, gözlerine bakakaldı sadece.

Kendini toparladı sonra. “Çok güzel çalıp, dans ediyorsunuz.” deyip sustu. “Bazen etkinliklerde müzisyene ihtiyacımız oluyor, siz çalabilir misiniz?” dedi söyleyecek bir söz bulmanın telaşıyla. “Biz mi? Biz bilemeyiz öyle yerlerde çalmayı, biz çalarız sokaklarda.” dedi mahcubiyetle. “Şimdi çaldığınız gibi çalsanız yeter de artar.” dedi kadın. “Bilemedim ben, nasıl olur.” dedi adam. Şaşkın gözleriyle baktı torunlarına. Elindeki ayakkabıyı giyen kız “Kaç para?” dedi gözleri kardeşinin elindeki bahşiş kutusuna takıldığında. Kadının ağzından evvelce gittiği alelade konserlerden birinin bilet fiyatı çıktı.  “Çok” dedi adam. “Olsun, hak ediyorsunuz bunu. Gerektiğinde sizi nerede bulabilirim?” dedi kadın adamın naif yüzündeki çizgilere bakarak. Adam kenar mahallelerdeki bir çalgıcı kahvesinin yerini tarif etti. Kadın “Görüşmek üzere” dedi, gözlerini çocuklardan zoraki ayırıp, döndü gitti karanlığın içine. Torunları ellerinden tutup kaldırdı adamı. Onlar da karanlığın diğer ucuna doğru gidip gözden kayboldular.  

Kadın eve geldiğinde, göğsündeki ezilen yerde bir ağırlık olduğunu hissetti. Çocukları düşününce, kimilerinin doğumlarıyla beraber yanlarında sürüklediği yoksulluğu daha da fark etti, bu iyice boğdu kadını. Kalktı yerinden, atölyesine geçti. Kilden, çamurdan uzağa çevirdi başını. Dayanmalıydı, sert olmalıydı, acı çekmemeliydi yapacağı şey. Tütüsü dalgalanan bir balerin çocuk yaptı. Ayakkabı yapmadı, yapamadı. Eli gitmedi. Öylece bıraktı heykeli. Epeydir ağzına sürmediği sigarayı aradı elleri, çekmecedeki yarım paketten çıkardı bir tane. Sabahın ilk ışıklarına kadar heykele bakarak bitirdi paketi. 

Sergi günü en son bu heykeli getirdi. Başkalarının anlamayan gözleri değmesin istiyordu. Salondan içeri girince, onu sardığı kağıdın ucunu nazikçe açtı. Bakışları yukarıda, gururla parlayan bronz başı görünce, madem getirdim en güzel yere koymalıyım o zaman diye karar verdi. 

Yeni zenginler dolaşıyordu içeride. Heykelin önünde durup konuşuyorlardı. Bilekliği sarı sarı parlayan bir adam talip oldu heykele. Klasik arabaları sattığı galerisinin baş köşesine koymak istediğini söyledi. Satmak istemedi önce kadın. Sonra çocukları düşününce, razı oldu bol sıfırlı çeki almaya. 

Serginin son günü yaklaşıyordu, neredeyse tüm eserler satılmış ve bol bol övgü almıştı ama kadının içinde, kollarını, gözlerini, dilini dermansız bırakan bir burukluk vardı. Göğsünün içindeki çiziklerden süzülüp, biriken bu heykele, görmesi gereken iki çift göz bakmadan burukluğunun geçmeyeceğini anladı kadın. Akordiyon çalan adamla konuştuklarında, önünü ardını düşünmeden söylediklerini hatırladı sonra. Sabahtan kahvehaneye vardı, onları bulamayacağından korkarak. Adamı ve çocukları gördü, üçe bölünmüş simit ve iki oraletin olduğu masada.  

Göz çukurları titredi kadının, yataklarında bıraktıkları uykunun son mahmur kalıntılarını bakışlarından silen çocukları görünce. Toparlamaya çalışıp kendini, yüzüne zoraki bir ışıltı yerleştirdi. Gözlerini çocuklardan ayırınca konuşabildi kadın. “Bu akşam sergimin kapanış günü, oraya gelip çalarsanız çok mutlu olurum.” dedi. Kabul etti adam memnuniyetle. Adisyon kağıdının arkasına yeri ve zamanı çiziktirip, dar ve bozuk sokağa zor sığdırabildiği arabasına binip gitti.   

Akşam, en çok onları bekledi kadın. Kapıdan giren eşini, dostunu bile görmedi gözleri. Sonunda anlaştıkları saatte geldiler. Konukların temiz, fiyakalı kıyafetleri fakirleşti onlar gelince. Adam şarkısını çalmaya başlayınca yavanlaştı tüm konuşmalar. Çocuklar dans edince tüm hareketler anlamsızlaştı.  

Kadın, adamdan müsaade isteyip çocuklara sergiyi gezdirdi. Küçücük ellerini bıraktı salonda. Yabancısı oldukları bu yerde önce çekinerek tedirgin adımlarla yürüdüler, sonra birbirlerini dürterek eserlerin arasında dolaştılar. Bazısının önünde kikirdediler, bazısını umursamadan geçip gittiler. O heykelin karşısına geçtiklerinde, durdu ikisi de. Uzun uzun baktılar. Bir düşe dalar gibi baktılar. Konuşmadılar, gülüşmediler. O güçlü balerine öykünerek ellerini arkalarında kavuşturduklarında, yüzlerinden geleceğe dair yitik bir bulut geçti. Bulutun ardından el ele tutuştu çocuklar, avuçlarıyla yalnız olmadıklarını hatırlattılar birbirlerine, gözlerini heykelden ayırmadan. 

Kadın çocukları heykelin başında bırakıp adamın yanına geldi. “Geldiğiniz için çok teşekkür ederim.” dedi. Akordiyonu bırakıp, güzel sesli kadına döndü adam. Antika arabalar satan adamdan gelen paranın olduğu çantayı alelacele yaşlı müzisyenin eline tutuşturdu kadın. Çantayı açtı adam, boğumlarındaki kılları ağarmış parmaklarını gezdirdi paranın üstünde.  “Bu çok” dedi ihtiyar müzisyen. İçindeki çiziklerin yadigar kalacağını bilerek “Bu çok az” dedi kadın. 

Yorum yapın