Öykü: Parona | Naki Selmanpakoğlu

Kasım 17, 2020

Öykü: Parona | Naki Selmanpakoğlu

Ali omuzundan sarsan Elif’in sesini geçten geç duydu. Bahçede çalışmanın yorgunluğunu derin bir uykuyla gidermeye çalışıyordu. Kim bilir gecenin kaçı. Ortalık hâlâ karanlık.

Ender yakaladığı güzel rüyalardan birini bırakmak istemedi, arada gidip geliyor. Sarsıntı arttı, sesi de artık duyuyor.

“Ali senin ateşin var.”

Denizdeydi, dalmış balıkları izliyordu, bu ateş nerden çıktı, neyin nesi şimdi. Paletlerini yavaş yavaş vurarak kayalar arasında ilerliyordu. Tutunmak istediği büyükçe bir kaya omzunu sıyırdı, Ali hafifçe of çekti. Biraz yan döndü, sarsıntı bırakmadı.

“Ateşin var diyorum, sen sayıklıyorsun bir baksana.”

Gözlerini açmadan elinin tersiyle boynunu yokladı, normal geldi. Tekrar dalmak istedi

“Yok ateşim, hadi uyu,”  deyip diğer yanına döndü. Yorganı çekti.

“Hayır var, derece getirdim kalk bir bak, ortalık kaynıyor, sen de ne varsa gittin sahafa oturdun kaldın.”

“İyi tamam, ver dereceyi.”

Cıvalı dereceyi gözlerini açmadan, denizde balıklarla sohbetinden de olmadan sol koltuk altına sıkıştırdı. Tam dalmak üzereyken Elif yine omzundaydı. Yatağın kenarına oturmuş, gece lambasını yakmış, gözlerinde korku bekliyordu.

”İki dakikayı geçti, bir bakıver.”

Ali yattığı yerden dereceyi okuyamadı, kalktı oturdu. Yahu nerden çıktı şimdi bu….? Diyecekken dondu kaldı. Derece 39’u gösteriyordu.

“39” dedi, yenik bir sesle.

“Dedim sana korona kaptın, ne yapcaz şimdi?”

Ali yine boynunu, karnını eliyle yokladı, pek ateş yok gibiydi.

“Kalk bir duş yap. Önce ateşini indir sonra ne yapacağımıza bakarız.”

“Bir daha bakalım,” dedi.  Elif’e.

Dereceyi birkaç defa silkerek 36.3’e indirdi. Atletinin bir ucuyla koltuk altını sildi dereceyi koydu, oturdu, yastığa dayandı. Eşi de yanına oturdu, tedirgin.

Kalbi çarpmaya başlamıştı koronanın diğer belirtilerini de düşünmeye başladı. Evet, boğazı kaşınıyor, sırtı ağrıyor ve günlerdir iştahsızdı. Üstelik KOAH, yaş gibi dezavantajlar hep söylenirken çıktık gittik kitapçıya. Şiir dinledik, kitap tartıştık. Gelen, giden…

“Ne olacak yani okusan yazsan, var mı yazdıklarının faydası şimdi? Kimsenin de okuduğu yok. On kitabın çıksa ne faydan olacak insanlara, oyalan dur. Bir ağaç diksen daha iyi. Ben sana toz toprak içindeki o sahafa gitme dedim, dinlemedin yine.”

“Yahu bir dolu yere uğradık mecburen, banka, market, benzinci; kitapçıdan kaptığımı ne belli?”

Ali gözleri kapalı yüreğinin gümbürtüsünde düşünmeye başladı: Kaptıysak, kurtuluş yok, bu kadar riskli bir beden dayanamaz. Ambulans hemen gelir mi? Hangi hastaneye götürüyorlar acaba? İstediğin hastaneye gidemiyormuşsun. Zaten pek de gelmiyorlarmış, ortalık kaynıyor. Üstelik hastanede yer yok deyip eve gönderirlerse evde nasıl bir tecrit uygularız. O korkunç ağrılara dayanabilir miyim? Kime haber versem ki? Komşu doktor ama korona deyince o da gelmek istemez, tonla sorunu var. Ben sağ kalmam da evdekilere inşallah bulaştırmamışımdır. Ulan yapacak da  çok iş vardı daha.

Kuru kuru öksürmeye başladı. Boğazına bir ağrı saplandı kaldı.

“Bak artık, olacağı buydu,” dedi Elif.

O an, işte dereceye tekrar bakacağı an uyanmanın ve heyecanın zirvesinde, bulutlar arasında, beyni uyuşmuş, nabzı durmuştu. Terlemeye başladı. Çıkardı, ileri geri çevirdi derecenin cıvası 36.5’i gösteriyordu. Birden tüm vücudu serinledi.

“Sen dereceyi silkip indirmemişsin” deyip, Elif’e uzattı.

Ne uyku kalmıştı, ne rüya.

edebiyathaber.net (17 Kasım 2020)

Yorum yapın